Yazar: 23:32 Öykü

Balayında Pişmanlık – Bölüm: 2

Henüz evlenmiş ancak çok kısa bir süre içerisinde evlilikleri tümden yıkıma uğramış çiftimiz balayını bitirmiş, kurmuş oldukları evlerine yerleşmişlerdi. Kendileri dışında herkes evliliklerinden ötürü hoşnuttu. Ergin’in bir yıldır yürütmekte olduğu Maliye’deki görevi, Sedef’in iki yıldan beri sevinçle yapmakta olduğu anaokulu öğretmenliği ve bunların üzerine yaşamlarını birleştirip de yeni bir yola çıkmaya başlamış olmaları herkesin dilinde özenilecek bir öykünün başlangıcı olarak dolanmaktaydı. 

Kişinin yaşantısı tüm talihsizlikleriyle, sevinçleriyle, kısacası tüm çıplaklığıyla ancak kendisine görünür. Bu nedenle yaşamından hoşnut olmamak görevini, ilk sırayı hiç kimseye kaptırmadan yerine getirecek olan da kişinin kendisidir. Ailemizden, akrabalarımızdan, dostlarımızdan önce biz davranırız yaşamımızı hor görmeye. Onların ortaya attıkları söylentilerle birlikte alaylarını, horgörülerini en başından gereksiz kılacak denli erken davranır, kendimizde eksiklikler bulmak noktasında onlardan daha yaratıcı oluveririz. Ne olsa, doğduktan sonra belli bir süreye dek üzerinde egemenlik kurduğumuzu sandığımız bedenlerimizin içine sıkışıp kalan ve bunun ancak düşünsel becerinin iyice geliştiği bir çağda ayrımına varan da bizleriz. 

Ergin için durum tam olarak bu biçimdeydi. Çevresindekilerin öğrendiklerinde alayla, belki kargışla karşılayacakları bir durumun ortasındaydı ve bunu ilk gören, buna ilk olarak tanıklık eden doğal olarak kendisiydi. Bir an önce birilerine bu konuda yakınmak, kötü karşılanacaksa bile kendisini kendisinin dışında bir kimsenin yargıladığını görebilmek ve böylece kendisinden, en korkunç yargıcından kurtulabilmek isteğini taşıyordu içinde. 

Sedef için de herhangi bir ayrım olmaksızın bunlar söylenebilirdi. Öte yandan, bütün bunları kendisinin seçmiş olduğunu ve bu yüzden, son anda ve biraz olsun eksik olsa da istediğini elde ettiğini, istediği gibi yaşayamıyorsa bile buna yakın bir yaşam sürdüğünü düşünerek kendisini avutabiliyordu. Kuşkusuz, bu evliliğin geri dönüşünün kısa bir süre içerisinde olanak bulamıyor oluşu kendisine sıkıntı veriyordu ancak kâğıt üzerinde olmasa da yaşayışta bu evliliği bitirebilmiş olması onu biraz olsun yatıştırmaktaydı. 

Eve dönüşün ilk günlerinde, içinde bulundukları durumun olağanüstülüğünden ötürü oldukça çekingen ve neşesizdiler. Ancak geçen vakit içerisinde biraz olsun neşelenmenin, arkadaşça yaşamanın ve birbirlerini istemiyor, arkadaşça da olsa istemiyor olmalarına karşın aynı evi paylaşıyor olmanın sıkıntısından uzaklaşmanın yolunu bulmuş gibiydiler. Hiç değilse arkadaşça bir yakınlığa, ev arkadaşlığına sıcak bakmaya başlamaları, resmi olarak evli olduklarını bile unutturuyor, bu bakımdan kendilerine hiç ummadıkları düzeyde neşe verici anlar yaşatıyordu. İşlerine gidip geliyorlar, kimi kez birlikte ve kimi kez de ayrı ayrı yemeklerini yiyorlar, köşelerine çekiliyorlar ve bir sonraki gün de aynı şeyleri yapmak üzere uykularına dalıyorlardı. 

Kışa dek herhangi bir hareket olmaksızın sürüp giden yaşamları, Şubat ayında, kışın son günlerinde ilginç bir hâl aldı. Okulların tatil olmasından bir süre önce yine evlerine gelmişler, birbirlerine katlanarak sabahı beklemeye koyulmuşlarken, Sedef yaşamlarına hareket katan o sözleri etti. 

“Tatil vakti geldi. Gitmek istiyorum bir yerlere.” 

“Çok yoruldun. İyi gelir. Nereye gideceksin?” 

Böyle bir yanıtla karşılaşmayı beklemiyordu. Bir an düşündükten sonra verilen bu yanıtta yadırganacak, kızılacak herhangi bir yan olmadığını gördü. Yine de kızdı. Bunu yapmayacak olsa, karşısındakinin kendine gelmeyeceğini, ancak bu biçimde doğru düzgün bir söz söyleyebileceğini düşünmüş gibiydi. En çok şaşıp kaldığı nokta ise bir anlık dalgınlıkla bile olsa evli olduklarına, karı koca olduklarına ve hiç değilse tatile birlikte gideceklerine inanmamış, dil sürçmesi bile yaşamamış birinin sözleri olmasıydı duyduklarının. 

“Belki biz çoktan unuttuk bunu ancak kimse evli olduğumuzu unutmadı. Tek başıma tatile gidecek olmam kimseyi kuşkulandırmaz mı?” 

Yaptığının ayrımına varan Ergin, yavaşça doğruldu. Az önceki tavrının bir hata olduğunu düşünmüyordu, tersine, böyle davranması gerektiğini çok düşünmüştü ancak yine de sergilenmesinde hiçbir yanlışlık bulunmayan bazı davranışların nasıl olursa bir biçimde bir yanlışlık olmaktan kurtulamadığını da pek iyi biliyordu. Hiçbir biçimde kendisini doğru bir iş yapmış olarak göremeyeceğini bildiğinden, bildiği yolla bağışlanma dilemeye koyuldu. Düşüncelerini açıkladı. 

“Evli kimselerin birlikte tatil yapmaları bir zorunluluk, bir koşul mu yani? Bunun böyle olduğunu kim söyleyebilir? Onlara hiç değilse verecek bir yanıtımız olamaz mı? Çiftlerin ayrı evlerde yaşadığı ve buna karşın birbirlerini aynı güçle sevmeye devam ettikleri dahi görülmüştür. Niçin her davranışımızı çevremizdekilerin anlayışına uydurmaya çalışalım? Niçin böylesine yoralım kendimizi? Sana yorulduğunu söyledim az önce. Bunu yadırgadın belki. Olabilir, belki de anlamadın. Pek belirsiz konuştum. Çocuklar mı yordu seni? İşin, idareciler, veliler ya da sürekli yakınıp durduğun o evraklar mı verdi bu bezginliği? Sanmıyorum. Kaldı ki bunlara alışıksın. Benim sözünü ettiğim yorgunluk, çevremize evli görünmek için elimizden geleni yapıyor, her ayrıntıyı düşünüyor, birbirimize katlanmaya çalışıyor olmamızdan ileri geliyor. Seni çok iyi anlıyorum çünkü aynı yorgunluğu ben de duyuyorum.” 

Sedef anlamıştı. Söylenenlerin doğruluğu üzerine onun da bir kuşkusu yoktu ancak her şeyin de gerçeklik demek olmadığını, gerçekle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan pek çok şeyin insana yaşamı nasıl cehennem ettiğini de pek iyi biliyordu. 

“Ne yapmalı? Bizce saçmalıktan başka bir şey olmadığı için bütün bu karşılaşacağımız riskleri görmezden mi geleceğiz? Bu noktaya gelmemizin kimin suçu olduğunu gayet iyi biliyorum ancak bir kez bu duruma düştükten sonra, yalnızca suçluluğumdan ötürü, elimden gelecek ya da gelmeyecek ne varsa yapmak, türlü riskleri hiç düşünmeden göze almak ve tüm bunlara katlanmak zorunda olduğumu düşünmüyorum. Böylesinin haksızlık olacağını sen de biliyorsun. Öyle değil mi? Bu çıkmazın içinde bulunmamızın nedeni ben olabilirim ancak bu, sözünü ettiğim çıkmazdan kurtulmak için sunacağım önerileri önemsiz kılmamalı. Tatile gitmemiz bir zorunluluk. Bunu yapmayacak olursak neler olacağını düşünmek bile istemiyorum.” 

“Ne olursa, aramızda ne tür bir bağ bulunursa bulunsun, en sonunda biz ayrı düşebilmek için bir yılı doldurmayı bekleyen, birbirine bu umutla katlanabilen bir çiftiz. Bizimle ilgili konuşuyorken bu ‘çift’ sözcüğünü kullanmanın bile sevmeyi, bir arada yaşamayı küçümsemek anlamına geldiğini düşünüyorum. Var sen düşün içinde bulunduğumuz durumun ne korkunç olduğunu! Benim artık bunları göğüsleyecek, bunlara katlanacak gücüm kalmadı. Ne istiyorsan yap ve hiçbir biçimde benden bir karşılık bekleme! Boşanacağımız güne dek kendi köşemde yaşamama engel olmaman yeterli. Dilersen biriyle ol, dilersen tıpkı benim gibi bu saçmalığa katlanmaya devam et! Yeter ki evliliğimize ilk günden indirmiş olduğun bu ağır darbeye karşın onu yıkılmamış, sapasağlam kalabilmiş gösterebilmek için benden özveri bekleme! Böyle bir sorumluluk taşımadığımı bilmeni istiyorum. Bundan daha çok anlayış gösterebilmeme olanak yok. Tatilse tatil, ben yokum.” 

Konuşma böylece bitmedi. Aktaramayacağımız denli uzun sürdü ancak aynı çizgide ilerlediğinden, ayrı yönlere sapmadan, yalnızca her ikisinin de içlerinde taşıdıkları duyguları tüm ayrıntılarıyla anlatabilmek kaygısından ileri gelen konuşmalardan oluştuğundan ötürü konuşmanın bu bölümünden sonrası, metin içerisine alınmaya değer görülmedi. 

Bütün bunların sonunda bir sonuca varamamış görünüyorlardı, buna yönelik tek bir söz edilmiş değildi ancak her ikisi de bundan sonra ne olacağını pek iyi biliyordu. Sedef’in ötekilerden pek de bir ayrımı bulunmayan, bildik bir tatil planını bir başına yürütmesi, Ergin’in de kentte kalıp dedikoduları göğüslemesi gerekmekteydi. Roller dağıtılmış, plan -hiç kimse bunun ayrımında olmasa da- iyice düzenlenmişti. 

Tatilin bir özetini yapmak gerekirse, Ergin’in yalnızca dışarıdan bakan gözler karşısında önemi bulunan yokluğu Sedef’i pek büyük bir sıkıntıya sokmuş, tatilin ilk günlerinde alışmakta zorlandığı bu sıkıntı geçmeye başlayınca da genç kadın olağanüstü bir tatil geçirmişti. Bu sıradan, tekdüze geçmesi beklenen tatilin niçin olağanüstü olarak adlandırıldığına gelince, bunu yeri geldiği vakit yazıya dökmek daha iyi olacağa benziyor. Özetin öteki bölümüne gelince, Ergin için bu tatil günleri pek zorluydu. Kentte kalmanın bedelini sonuna dek ödedi. 

Dedikodu denen fenalığın önüne geçmek pek güçtür. Türlü laflar dolaşır ortalıkta ve bunlardan yalnızca birkaçı gelir kişinin kulağına. Ötekiler, kendisi üzerine söylenen en ağır sözler, iki ya da üç kişilik, ağzı sıkı kimselerden oluşan dost meclislerinde kalır yalnızca. Dışarıya çıkmaz. Çıkacak olsa, yeminler ettirilir, sözü kişinin kulağına taşıyacak kişi yolundan döndürülür bir biçimde. Bunun dışında, herkesin söylediği, kimsenin çenesini tutmaya gücünün yetmediği bazı sözler, ne yazık ki duyulur. 

Neler söylenmedi ki! Bir grup, kendilerinin boşanma aşamasında olduğunu ve bu nedenle tatile yalnızca kadının gittiğini söyleyecek oldu ki, bunlar dedikodu kazanının en soğuk, en can yakmaz köşesini oluşturuyorlardı. Bunun en yakıcı yerinde, en dibinde olanlar neler söylemiyorlardı neler! Adamın yatak odasında yıllardır ayrımında olmadığı eğiliminin ortaya çıktığını söyleyenler, eğilim konusunda bir söz söylemeyip de doğruca adamın birtakım ürolojik sorunlar yaşadığını söyleyenler, yetmeyip kadının önceden bir hastalık kaptığını ve bu evliliğin bu yüzden uzun sürmediğini söyleyenler, Sedef’in varlığından habersiz olduğu bu kazanın içinde Ergin’i büyük bir zevkle yakıp kavurdular. 

Bunların bir tanesine bile aldırmak olacak iş değildi. Ergin de bunu biliyor, buna göre hareket etmeye çalışıyordu ancak yapılması gerekenin ne olduğunu bilmesine karşın, kendisini bayağı bir insan olarak görmesine ve dahası, bu dedikodu güruhunun düzeyine indiğini sezmesine neden olacak biçimde öfkelenmekten de kendini alamıyordu. Bir yerde, örneğin evine doğru gitmekteyken işittiği bir sözü gülümsemeyle, karşısındakilere herhangi bir kimsece akıl fikir verilmesini diler bir bakışla karşıladıktan hemen sonra evine geçiyor ve öfkesinden sağı solu dağıtmaya başlıyordu. Bu süre içerisinde sigaraya bile başlamıştı. Şunu da belirtmek gerekir ki, bu vakitlere dek hiçbir biçimde öfke krizlerine girmemiş, her türden durum karşısında sağduyusunu korumuş bir kimseydi. İnsanlar arasında en çok konuşulan özelliklerinden biri de buydu ancak içinde bulunduğu durum, bu eşsiz özelliğini söküp almıştı ondan. Dayanamıyordu. Tatil dönüşünü bekliyor, tüm bu ıstırabın bitmesini istemek, diz çöküp yalvarmak üzere Sedef ile konuşmayı bekliyordu. 

Sonunda genç kadın döndü. Söylenen her sözden habersiz, valizini, eşyasını bir kenara bırakıp gülümsedi kocasına. Asık bir yüzle karşılandığını gördü. Kendisinin de yüzü asıldı. Ne olduğunu soracak oldu. Korktuklarının başına geldiğini, türlü sözler edildiğini çok kısa bir süre içerisinde anladı. Neler söylendiğini bilmesine gerek yoktu. Yanına yanaştı Ergin’in. Sarıldı. Boynuna doladı kollarını. Öptü. O denli gerçeklikten uzaktı ki bu öpüş, ikisi de bunu iğrenç buldu. Yine de sevda dışında, sevdadan daha yüce bir duyguyu tattıklarını düşünerek, böylesi içi boş bir düşle temize çıkarmak istediler bu öpme anını. Güya bu, zorunluluktan dost olmuş, birbirini sevmeyi istemiş ancak nedense, belki aşılmaz bir engel yüzünden birbirini sevememiş iki kişinin öpüşmesiydi. Sedef, Ergin’in yanına oturdu. Kucağına oturmak geçmişti içinden. Yapmadı. Yine de sözleri bunun kadar tesir ediciydi. 

“Üzülme! Bak, geri geldim. Yarın Pazar değil mi? Güzelce dolaşır, karının seni ne denli sevdiğini gösteririz onlara.” 

Hiçbir yanıt veremedi öteki. Başını, onayladığını gösterir bir biçimde sallamakla yetindi. Yorulmuşa benziyordu. Yüzü bezgin, gözleri göz kapaklarının altında kalmak inadındaymışçasına yorgun, öylece bakıyordu boşluğa. 

Birkaç saati böylece, sessizlik içinde geçirdiler. Yemek yaptılar. Masayı kurdular. Yediler, içtiler. Masayı toplamadan önce biraz konuşup gülüştüler. Söz, edilen dedikodulara geldi. Bu anda bile gülüşmeyi başardılar. Sonra nasılsa Sedef, söylemek istediklerini açıkça söyleyebileceği o anın gelmiş olduğunu anladı. 

“Biri var,” dedi, çekingen bir sesle. 

Ergin’den bir yanıt gelmedi. Bu yüzden yeniden, kurtarıcıları olan sessizliğin içine daldılar. Sedef için konunun devam etmesi oldukça önemliydi. Bu konu bir daha konuşulmayacak olursa, iyice içinden çıkılmaz bir durumun ortasında bulacaktı kendisini. Bunu biliyordu ancak yeniden aynı sözü etmeye de içi elvermiyordu. Sofrayı da birlikte topladılar. Köşelerine çekilme vakti gelmişti. Bu anda Sedef’i hem yatıştıran hem de bu adama acımaya yönelten bir şey oldu. Ergin konuştu. 

“Bunun olabileceğini söylemiştim. Beni ilgilendirmiyor. Bir an önce bu durumdan kurtulamaya bakıyoruz, öyle değil mi? Bunu isteyecek denli alçalmak istemezdim ama yarın birlikte dolaşalım. El ele, birbirimize pek yakın olalım. Arada bir yineleriz belki bunu. Buna da katlanmak gerek, değil mi? Siz de gizli saklı, nasıl yaşıyorsanız yaşayın. Ancak yalvarırım biz boşanmadan bunu ulu orta yaşamaya kalkışmayın! Bunun için yalvarıyorum size. Gerekirse ilişkinizin gizli kalması için elimden geleni yaparım. Size yardımcı olurum ancak beni bu çıkmazın içinden kurtarmak için lütfen biraz olsun anlayış gösterin bana!” 

Yüzü donuktu. Ağlama yeteneği olmayan bir kimsenin en ağlamaklı görünümünü almıştı. Böylelerini gördükçe, ağlama yeteneği olmayan o pek talihli kimseler olmadıklarını pekâlâ biliriz, gözlerinden tanırız bunları. Vardır böyle bir becerileri. Bir yerlerde, üstelik hiç de gizli saklı bir köşede değilken, ulu orta, herkesin önünde diz çöküp ağlamışlıkları bile bulunur böylelerinin. Ancak niçin, nasıl olur bilinmez, bir biçimde nutku tutuluverir böyle bir kimsenin. En ağlanması gereken yerde, en acınası durumdayken, tüm gözler üzerinde, kendisine saygı duymak için dört gözle bekliyorken tek damla bir gözyaşını bu acınası insanın gözlerinde, akmaz beklenen gözyaşı. Kendisini izleyenlerde saygı uyandırmak şöyle dursun, gülünç bulunur bu kimsenin çektiği tüm acılar. Alaya alınır. Zevkle atarlar kahkahayı o anda o yeri doldurmuş kim varsa. Gözünün yaşına bakmazlar artık. Aksa da işe yaramaz bu andan sonra o tek damla. Gözyaşı dökmeden, diz çöküp ağlamadan çekilmemeli köşesine böyle biri. Yapabiliyorsa, kopacak kahkahalardan önce davranmalı. 

Varol Mengüverdi
Latest posts by Varol Mengüverdi (see all)
Visited 4 times, 1 visit(s) today
Close