Yazar: 15:30 Kitap İncelemesi

Susulana Bir Ses: Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları

Ayşegül Kocabıçak’ın kaleminden ismi ile müsemma, üç bölüm on beş öyküden oluşan, üstü örtülen, görmezden gelinen, sessizce biriken, iç kemiren, gerçeği yüzeye çıkarırken acıyı derine gömen hikâyelerin sadelikle vücut bulmuş hali: Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları.

Üç bölümden oluşan  (Sessiz Çocuklar, Dilsiz Anneler Ve Biz… Her Birimiz) eserde bize, mutlu anneler ile mutlu çocuklar ya da mutlu aşklar sergisi sunulmuyor. Aksine son derece hayatın içinden ama hayatın en kuytularına atılmış dramlar, travmalar anlatılıyor. Yazarımız, bir baba kaybının çocukta bıraktığı etkiyi, gidecek bir yeri olmayan insanın çaresizliğini, elâlem tanrısının dile vurduğu kelepçeyi, bir kadının uğradığı şiddetin açtığı yarayı öykülerine yerleştirmiş. Ayrıca kitapta, gerçeğin yarattığı hayal kırıklığına, aldanmanın insanı içine düşürdüğü o derin kuyuya, canından geçecek kadar sevilenin yarattığı boşluğa, kara bir kedi olmanın ayrıksılığına, ses geçiren duvarların anlamsızlığına ve her birimizin nihayetinde bir insan olduğu gerçeğine de az ama öz sözle değinilmiş.

Hayatın içinde ve her coğrafyada karşımıza çıkabilecek kadınlık durumları, çok kere bunların öznesi olan erkek davranışları ve çocuk dünyası, gündelik dilin sade akışı içinde içtenlikle veriliyor. Fonda tezgâhının başında, evinde sessizliğin derinliğine gömülmüş kadınların aslında sustuklarını; bahçesinde, oyununda, yatağında sessizleşen çocukların içindeki koroyu okuruz.

Olmaz mı? adlı öyküde, Türkiye tarihinin acı bir izi olan Soma maden faciasında babasını kaybeden bir çocuğun gözleri ile bakarız acıya. Karakterimiz, yolunan saçlar, dövülen dizler, göğe yükselen ahlar arasından geçerek elinde bidonuyla mezara kömür tozu karışımlı su taşır. Babasının zeytinyağı ile ovulsa da karası hiç çıkmayan sıcak ellerini geri ister. O esnada orada bulunan koyun bakışlı bürokrasinin gelgeç profilini babasının sıcak imgesi ile kıyaslar ve yaratıcıya çocukça bir sitem gönderir. Olmaz mı?

Dedeniz, kardeşinizin babası olabilir mi? Duvarlara köpük yalıtım yapan baba, bu eve de yapsa ya “…ses geçirmeyen, sıcak tutan hatta ışıklı, balon balon, rengârenk köpükler…”[1] Eserin zannımca en kısa ama en çarpıcı öyküsüydü Köpük. Hiçbir şeyin aşikâr yazılmadığı ama mananın derinliğini çok kuvvetli veren saf çocuk nazarı ile anlatılan öyküde, başlangıçta içimizi dolduran o sevgi ve eminlik duygusu bir anda kırılıp saçılan sırçalar gibi batar yüreğimize. Sonrası ise sessizlik…

“Kara kedim nasıl anne? Sakın kovma, tekmeleme. Mahallenin itleri peşinde zaten. Sırf rengi kara diye peşine düşerler de kanını akıtırlar, canını acıtırlar. Başka kedilere ellemezler de bir tek ona. Dili yok ki söyleyemez. O söylemek ister de sen anlamazsın belki. Elleme. Varsın mırıldansın. Miyavlasın. Minderimde uyusun. Elleme, sevmeye çalış. Yaralıdır belki ama belli edemez, güzel annem…”[2]

Bir kadın, geçmişi sorguda bir ağabey, terk etmek zorunda oldukları bir memleket… Şimdi oğlu cezaevinde bir anne… Kendiyle konuşan, geçmişle bugünü birleştiren, geleceğe ümit bağlamak isteyen bir anne… Ne kocası duyar onun sustuklarını ne kızları. Onun oğlu cezaevinde incecik bacakları, mosmor gözaltları, karanlık geceleri olan bir kara kedidir.

“…Korkuyla bir kere tanışan hep korkar. Korkuyla yaşayan etrafındaki herkese bulaştırır…”[3]

O döver, mütemadiyen döver. Dövülen ise siner, sessiz çığlığını en yakını, annesi, babası duysun ister. Duymazlar mı sahi? Kazağını sıyırıp morluklarını göstermeden de duyarlar elbette. Yine de onlar birer işarettir şikâyete, birer ilenmedir faile. Anne beni sar, beni kurtar, demektir. Annenin acıya karşı ördüğü en iyi duvar, bir tencere makarna; elâlem tanrısına karşı el açılabilecek en büyük makam, yüce Allah’tır. Ama o eve tekrar dönmek yok! Annemin Sustukları adlı öyküde, toplumsal hayatta sıklıkla karşılaştığımız kadına şiddetin bir resmini görürüz. Bu resimde anne şiddeti görse de görmek istemez, kendince bir savunma mekanizması ile geçiştirmeye, örtmeye, en iyi yaptığı şeyi yapmaya çalışır: Mutfağına sığınır, sonra seccadesine uzanır. El açtığı duasında dahi “Allah’ım kızımın yuvasını yıkma. Bizi ele güne rezil etme…”[4] yakarışı vardır.

Romalı Okşan, hayallerin güzel kadını… Kuzguni siyah saçları, süt gibi bacakları, endamı ile saç fırçasında kalan bir tutam saçına meftun olunan Okşan… Romalı Okşan’da ilk gençlik yıllarının sevda yellerinin estiği serde, bir kuaför çırağının saf niyetli bakışını ve sonra sarsılan, parçalanan algısını okuruz. Yazarımız bize bu öyküde bir kuaför çırağı olan kahramanın ruhuna yedirilmiş tezat duyguların geçişini verirken alt satırlarda yine bir kadın istismarına değinir. Seçilen mekân ve diyalogların gerçekçi işlenişi, bizi öykünün bir parçası yapıverir.

Bu yazıda ben, eserin üç bölümüne yer vermeye çalıştım. Küçük izlenimlerimin eserin bütününe dair bir okuma hevesi oluşturmasını dilerim. Oldukça yalın, içtenlikli bir dille yazılan bu çarpıcı öyküler, NotaBene Yayınları tarafından okurları ile buluşuyor. İyi ki böyle bir kalemle yollarımız kesişti. Kaleminiz işlek olsun Ayşegül Kocabıçak.


[1] Kocabıçak Ayşegül, Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları, Nota Bene Yayınları, s.16.

[2] Kocabıçak Ayşegül, a.g.e, s. 36.

[3] Kocabıçak Ayşegül, a.g.e, s. 38.

[4] Kocabıçak Ayşegül, a.g.e, s. 41.

Editör: Hatice Akalın

Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close