Yazar: 19:00 Öykü

Gölge Oyunu

Çok özür dilerim. Çok. Çok üzgünüm Memur Bey. Çarpmak istemezdim gerçekten ama… Böyle birdenbire karşıma çıkınca ne yapacağımı bilemedim. Hep güneş yüzünden. Güneş bütün gölgeleri uyandırdı. Gölgeler de…

Kış ne güzeldi oysa. Bulutlar, bulutlar, bulutlar. Yağmur, yağmur, yağmur. Kar, kar, kar. Fırtına, fırtına, fırtına. Huzur, huzur, huzur. Öyle değil mi Memur Bey?

***

“Hayırdır? Ne olmuş?”

“Deli galiba. Birdenbire frene basmış yolun ortasında. Birini öldürdüm, diyor ama ortada kimse yok. Arkadan biri gelseydi o zaman gerçekten görürdü eb… gününü ya…”

“Boş konuşma ya… O elindeki bıçak mı?”

“Hem de komando bıçağı. Kimse ondan yaklaşmıyor ya…”

“Bak, bak! Bulutlar güneşi kapatır gibi olunca kafa gitti geldi herhalde, bir şeyler söylüyor yine.”

***

Ben aslında evden çıkmadan bakmıştım hava durumuna. Tüm gün hava kapalı gösteriyordu. Hazır kimseler yokken… Anlıyorsun değil mi? Yakında yaz hepten gelecek, güneş de gölgeler de her yeri dolduracak Memur Bey. Anlıyorsun değil mi? O zaman karşıma çıkmamaları için evden hiç çıkmamam gerekecek ekime kadar.

Hem ben Fatma’ya söz de verdim. Güneş varsa çıkmayacağım dedim. Söz dedim. Bilerek hiç öyle bir şey yapar mıyım ben Memur Bey?

***

“Ne diyor o öyle kendi kendine?”

“Ben de tam anlamadım, baksana taramalı gibi. Güneş müneş, gölge mölge falan dedi sanki. Kafasını da hiç kaldırmadı. Özürlü müdür, nedir?”

“Niye illa özürlü olacak ki? Başka bir şey vardır belki…”

***

Ben bu kadını tanımıyorum Memur Bey. Ben tanıdıklarıma bir şey söyleyemiyorum, tanımadığım bir kadını niye öldürmek isteyim. Hem zaten Fatma izin vermez ki öldürmeme. Hiçbir şeye izin vermez Fatma. Anlıyorsun değil mi?

Seni de tanımıyorum ama öldürmüyorum da bak. Değil mi? Ama o birdenbire çıktı karşıma. Şerefsiz güneş, çok affedersiniz Memur Bey, birdenbire fırlayınca bulutların arasından.

***

“Şimdi n’olacak? Ne bekliyor millet?”

“Biri polisi, başkası ambulansı arayalım dedi ya, aradılar mı bilmiyorum. Adam ne kendi kıpırdıyor ne arabayı oynatıyor.”

“Polisle ambulansın numarası birleşmemiş miydi ya?”

“Bilmem… Bıçaktan korkmuyorsan sen bir yaklaş istersen, sor derdi neymiş.”

“Oldu birader, başka?”

***

Kaç aydır havaları biliyorsun Memur Bey, ne güzel güneş yoktu. Rahat rahat çıkıyordum dışarı. İyi de geliyordu. Kimse rahatsız etmiyordu beni. İhtiyar, Sercan, Latife Hanım, Mehmet Bey, Hıfzı amcam, hiçbiri, hiçbiri. Sadece Fatma arada ensemde boza pişirmeye devam ediyor ama o olmasa aç kalacağımı bildiğimden ona bir şey diyemem. Anlıyorsun değil mi?

Laf aramızda ilaçları da kesmiştim nasıl olsa güneş yoksa gölge de yok diye ama… Evden çıktım, Kösedağ Kavşağına gelene kadar bir şey yoktu. Radyoyu bile açmıştım Memur Bey. Her şey yolundaydı, hatta Hiç mi Beni Sevmedin çalıyordu da ağlamadan eşlik bile ediyordum. Şarkı söylüyordum Memur Bey ben!

***

“Bir sesler geliyor. Aramışlar herhalde gerçekten polisi…”

“Aramışlar belli… Kösedağ Kavşağı nereydi? Onu anladım bir.”

“Hemen şura ya, petrolün ora…”

“Haaa!”

***

Petrolü geçince şu kavağın oradan geçerken ne olduysa oldu Memur Bey, anlıyorsun değil mi? Birden bulutlar tiyatro perdesi gibi iki yana kaçıştı ve şerefsiz güneş matah bir şeymiş gibi ortaya çıkıverdi.

Sonra da işte birden gölgeler… Hepsi bir anda doluştu arabanın içine. İhtiyar, “Salaksın, senden adam olmaz,” dedi. Sercan para istedi. Latife benim arkamdan çevirdiği dolapları anlattı. Hepsi bir anda, anlıyorsun değil mi? Ben hemen çıkardım bıçağımı tabii ama gölgeler bitmiyor ki…

***

“Hah, geldi polis.”

“Ambulans da var arkada… Bak bir de kadın geldi, rallici mübarek…”

“Polise bir şeyler diyor, savcı falan mı acaba?”

“Yok canım ne alakası var, ben bir gidip bakayım ne diyorlar.”

“Tamam ben burdayım. Yerimiz güzel, kaybetmeyelim.”

“Hee, doğru.”

***

Yani bir yandan da araba kullanıyorum, hepsini öldürdüm diyorum, geri geliyorlar. Bir sürü kavak. Ben de direksiyon hakimiyetini kaybettim. Anlıyorsun değil mi Memur Bey?

Bu bayan bir anda çıktı karşıma. Frene bastım ama olmadı. Duramadım. Çok özür dilerim Memur Bey. Bayan gerçekten çok üzgünüm. Sizi öldürmek istemezdim. Benim derdim diğerleriyle.

***

“N’olmuş? Anladın mı?”

“Kadın kız kardeşiymiş adamın.”

“Dedim ben.”

“Ne zaman dedin? Neyse işte, eleman hasta mıymış neymiş…”

“Ben dedim deli diye…”

“Tam öyle değil de işte… Bayağı bir kişi terk etmiş adamı, niyesini söylemedi kadın polise. O da zor duruma düşmüş.”

“Delirmiş yani…”

“Öff… Böyle gölgeleri insan sanıyormuş ilacını kullanmayınca… Acıdım adama vallahi, kendileri gitse de gölgeleri kalmış benim anladığım. Kesin onu bu hale getirenler de onlardır.”

***

Fatma sinirlenme n’olur. Ben her şeyi anlattım Memur Bey’e. Benim suçum yok. Bayandan da özür diledim. Güneş bir anda çıkınca oldu hep… Vallahi baktım hava durumuna. Hafta boyu kapalıydı, hatta yağmurluydu. Yoksa ben bilerek niye yani, değil mi? Değil mi Memur Bey?

***

“Anladım galiba. Bak, bak! Şu direğin gölgesini kadın sanıyor, öbür otobüs durağının gölgesiyle de memur bey diye konuşuyor.”

“Hakkaten ha…”

“Haha! Olaya bak, ne deliler var şu dünyada.”

“Deli deyip durmasana birader garibana. Sanki Cemal Dayı’yla yirmi yıl sen uğraşmamışsın gibi…”

“Babamı karıştırma şimdi, onunki farklıydı. Rahmetlinin arkasından Fatiha okuyacağına dediğin lafa bak şimdi.”

“Neyse tamam, tamam. Hadi gidelim, çoktan geç kaldık işe zaten.”

“Tamam, gidelim. Şuna bak ya! Allah’ın delisi. Ha ha!”


Editör: Mete Karagöl

Hüseyin Kılıç
Latest posts by Hüseyin Kılıç (see all)
Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close