Yazar: 19:20 Anlatı

Seyir Defterim – Gitmek Kuyusu

“Büyük düşler öldürüldüğünde çok kan akar.”

Milan Kundera

“Başını kaldır biraz, şu göğe bak,” diyor. O kadar ısrarlı ki, o maviliği o an görmesem sanki hayat kayacakmış gibi. İncinmiş gözlerini gözlerime dikiyor. Nasıl ikna edeceğini bilemeyen çaresizliğinin telaşıyla yolumu kapatıyor. Yerinden kıpırdamıyor. Önünden çekip gitmeme izin vermiyor.

“Hiç olmasa şu etrafına, şu duvarların ardına bak,” diyor. “görmüyor musun? Neden gözlerini kapatıyorsun?” Bu kadar ısrarla görmemi istediği nedir, anlayamıyorum. Yıldızlara bakıyorum, pencereden içeri süzülen ışıklara bakıyorum. “Duvarın ardını göremem ki ben, sadece önümde duranı görebiliyorum,” diyorum.

Bana bir şeyleri anlatamamanın çaresizliğinin büyüdüğünü süzülen bakışlarından anlıyorum. Hareketsiz durduğu yerde kıpırdanmaya başlıyor. Sözleriyle anlatamadığını elleriyle, gözleriyle anlatmaya çalışır gibi hareketler yapıyor. Elini uzatıyor. Elimi tutmak istiyor. Gözlerine bakıyorum. Elini tutsam kayıp düşecekmişim gibi hissediyorum. O an olduğum yerde sarsılıyorum. Anlıyorum ki artık gidecek. Gidenlere katılacak. Gözü arkada kalsın istemiyor. Son bir çırpınışla “Gel,” diyor.

“Ben yıldızları her zaman burada, bu pencerede gördüm. Buraya bu yıldızların, bu gökyüzünün hayaliyle geldim,” diyorum. Duvarların ötesi gitmek kuyusuyla dolu. Kuyu yutacak. Kuyu belirsiz. Bir adım geri gidiyor. Ölüme çare olamamanın yılgınlığı gibi bir gölge düşüyor yüzüne. Gözleri yere iniyor. Sırtını döndüğünde uzaklardan bir yıldız kayıp önüme düşüyor. Kapı ardına kadar açık kalıyor.

Hep yolculuk öncesi mi olur bu duralamalar? İleriye gidecekken geriye, öncelere gitmeler? Hayatımın riskini göze aldığımın farkındaydım. O zaman bu riski göze alamamıştım. O gidiş bana bir ışık yakmıştı. O ışığı kimi zaman tereddütle, kimi zaman anlık cesaretlerle yaktım, söndürdüm. Söndürdüm, yine yaktım.

Hayat engebelerle doluydu ve yeniden engebeli yolların yolcusu olmak hiç de kolay değildi. Uzun yordamalar sonucu aldığım bu karar belki de hayatımın en riskli yolculuğunun başlangıcıydı. Tereddütlerle geçen zamanlar artık bitmişti. Sonu ne olursa olsun içim rahattı. Nihayet kararımı vermiştim.

Mutlu değildim. Uzun zamandır mutlu değildim. Anlık mutluluklarla aslında yıllardır bir yanılsamayı yaşadığımın bir süredir farkındaydım. Ne yazık ki yaşanan mutluluk anları süreğen olmuyordu. Gelip anında sönüyordu. Mutlu an yoktu. Artık farkındaydım, mutlu resim yoktu. Her doğan günü “Belki bugün,” diye karşılamaktan kalbim ve bedenim yorgundu.

Yine de şaşkındım. Bir kaçış, arayış umuduyla geldiğim bu memleketten gün gelip de ayrılacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Her şeye rağmen içimde bir vefa borcu duruyordu. En azından ben öyle hissediyordum. Vefa duygum burada yitmeme, birçok umudumu kaybetmeme sebep olan anlayış ve yaklaşımlara değildi. Uzun yıllardır yaşadığım yerlere, aynı ruhu paylaştığım, insan değeri bilen dostlarımaydı. Her bir bankında saatlerce oturup düşüncelere dalmış, ağaçlarının gölgelerinde doyumsuz sohbetler tatmıştım. Her dönen mevsimi tarifsiz coşkularla karşıladığım yerleri son kez görmek, buradaki son mutlu anım olacaktı. Son kez mevsimin çiçeklerine dokunmak, her zamanki duygularla sokaklarında tekrar yürümek istiyordum. Gidişleriyle hayatımda derin izler bırakanları uğurladığım duraklara gidip yüzümü vedalara yeniden sürmekti içimden geçen. Arkamdan bakanlar olsun istiyordum aslında. Üzülenler ve hatta sarılıp hoşça kal diyenler olsundu.

Tekrar ne kadar riskli bir karar verdiğimi anımsayıp kendime geliyorum. Kimse hissetmemeli, hele ki dönüşü olmayan yönlere gideceğimi kimse bilmemeliydi. “Her şey son haliyle anlamlarında kalacak bir ayrılık olmalı,” diyorum. Ve onları, o yerleri en olağan halleriyle içimde saklamayı ve hatırımda hep öyle kalmalarını diliyorum. Bilseler nasıl bir gidiş olduğunu, öyle sitem edecekler ki ve kim bilir nasıl kızacaklar! Kimisi belki o an kopacak bile benden. Kalbimden koparacak kendini. Ve ben bu şekilde hatırlamak istemiyorum. Sessiz, sakin, kendi halinde olmalı karşılaşmalar da ayrılıklar da. Öyle ne ağdalı, süslü konuşmalar ne de bendini aşan hırçınlıklar olmalı. Biliyorum ki şu an kalbim başka türlüsünü kaldırmaya hazır değil.

Sözleştiğimiz parka yaklaştıkça kuş sesleri çoğalıyor. Hareketlilik kendini hissettirmeye başlıyor. İşte, beklediğim gibi hepsi nasıl da sarılmışlar dünyalarına… Sanki hiç bitmeyecek gibi gidiş gelişler, koşuşturmalar. Ağaçların altında toplaşmış öbek öbek insanlar var. Nereden, nasıl başlayacağım? İlk hangisinin gözüne bakacağım ve en son hangisinden gideceğim? O kadar zor ki bu son buluşma. Yarı ömrümü geçirdiğim bu yerleri, bu insanları bir daha görmemecesine gidiyor olmak. Ve kimseye hissettirmeden içinden vedalaşmak…

Onlara doğru yürürken eğilip yerden ufak bir çakıl taşı alıp koyuyorum çantama. Sonra yoluma düşen bir dal parçasından yeşil bir yaprak koparıp onu da taşın yanına sıkıştırıyorum. Sesimi karşılayan elleri ve gülümsemeleri birden yanı başımda buluyorum. Biraz daha yürüdükçe, her gün geçtiğim bu yolda sanki şimdiden bir yabancılık hissediyorum. Yıllarca kendimi ait hissettiğim buraya şimdiden o kadar uzak durmam beni de şaşırtıyor. O zaman anlıyorum. Meğer ben çoktan gitmişim. Bir an, burada yaşadığım her şey uzun bir düş gibi geliyor. Öyle ki, birazdan uyanacağım. Yaşadığımı düşündüğüm o uzun yıllar, bir düşün son parçası gibi dağılıp gün ışığına karışarak renklerini kaybedecek.

İnsan kalbi, diyorum ve başlıyorum monologlarıma. Kendimle konuşmasam birileriyle konuşacağım. Belki de dayanamayıp “Aslında bu son gelişim,” diyeceğim. En iyisi biraz uzaktan seyretmek, diyerek bir kenara çekiliyorum. Uzun uzun seyrediyorum. İçimden sözler veriyorum. Sözler verdikçe sanki biraz hafifliyorum. Kendimle telepati yaparak yürümeye devam ediyorum. Adımlarım kendiliğinden o noktayla buluşuyor. Yapılması en zor itirafı artık orada yapıyorum. Aslında bu son buluşma, en çok da bu noktanın anılarını kalbimin üstüne son kez kazımak içindi, diyorum hafif tebessümle.

Ve o an en büyük yüzleşmeyi yaşıyorum. Biliyor musun? Evet, bilmiyorsun. Ve sen hiç bir zaman bilemeyeceksin. Ben artık gidiyorum. Hem de bir daha dönmemek üzere gidiyorum buralardan. Aslında en iyi sen bilirdin buralardan gitmelerin dönüşünün olmadığını…

Açık kalan kapı nihayet ardımdan kapanıyor.

Editör: Çisem Arslan

Rabia Coşgun
Latest posts by Rabia Coşgun (see all)
Visited 44 times, 1 visit(s) today
Close