Yazar: 19:00 Öykü

Emanet Poşetler

Hayatın yorgunluğu muydu yoksa elindeki poşetler mi sonu gösterircesine ağır geliyordu omuzlarına? Bugün alışveriş dönüşü, üzerinde nedenini bilmediği bir umarsızlık vardı. Gün batımının hafiften esen rüzgârı saçlarını yüzüne salıvermişti. Rüzgâr her şeyi götürür mü diye düşünürken en olmadık zamanlarda ortaya çıkan hislerini bugün ilk defa bastırmıyordu. Günlerdir düze inmeyen duygularının etkisindeydi. Belki de bundandır, bugün eve çıkan yokuşu daha ağırdan alıyordu.

Ağır poşetleri taşımak alışkanlık yapmıştı. Sanki hayatı boyunca hep poşet taşımıştı. Mahalle bakkalından, pazardan, mecbur kalmadıkça uğranmayan manavdan taşınan poşetler… Hayatının yegâne döngüsü olmuştu adeta.

Yıllardır sözde hayatı paylaştığı, her an yanı başında olan, hayat arkadaşım dediği kimdi? Bir gölgeye, ömrünü bunca sene ve sessizce nasıl feda edebilmişti? Birlikte geçirilen onca zamanın tek bir anını bile gerçekten hissedemeden, hayatının su gibi elinden kayıp gittiğini görüyordu. Oysa vazgeçmenin eşiğinde salınıp duran hayalleri vardı. Kimim ben serzenişiyle, nedenini hiç anlayamadığı bu sessiz kabullenişin sebeplerini sorguluyordu günlerdir.

Ama nihayet bugün, içinde bir kuş sürüsü kanatlanıyordu. Kanatlarını sere serpe göğe açarken içinde avutulmayan seslere eşlik edercesine, ertelenen sevinçlere yol veriyordu. Uçuşan tülün ardındaki boşluğa kollarını uzatırken solmuş çiçeklerin direnciyle gözleri sararmış renklere takılıyordu. İçinden parçalanarak düşen rengârenk seslerin yükselişini duyuyor, göğüs kafesini delercesine atan kalbinin derinlerinde hissediyordu.

Yavaş yavaş merdivenleri çıkarken adımları daha da ağırlaştı. Eve her çıkışında içinden basamakları bir bir sayardı. Takıntı haline getirmişti bunu. Sayınca daha mı çabuk bitecekti yoksa adımsayar sayesinde omuzlarından düşen yorgunluğu mu unutuyordu? Kendisi de bilmiyordu. On basamak, dokuz, sekiz diye başlamıştı yine.

Ama saymalar bugün bitmiyordu. Ne kadar zorlasa da merdivenlerin sonu gelmiyordu. Adımları hep geri düşüyordu sanki. Devamı yoktu. Aynı taşa baş koyduğu buruk gecelerin, neşesiz sabahların, göz çukurlarına sinen durgun karşılaşmaların tekrarı gibiydi bu saymalar.

Uzaklardan gelen bir ses bir zamanlar, “Tekdüzelik, yavaş yavaş öldürür ruhu,” demiş; “yeni olan her dalga, her çırpıntı yaşamın başlangıç öyküsüdür.” diye devam etmişti. Değiştirmek için sadece biraz cesaret gerekir. Bu anımsamalar, günden kalan sancılardandı ama bu sözleri duyduğu o günlerden beri beyninin içinde dönüp duruyordu. Günlerin telaşı ve gecelerin sorguları sürekli yer değiştiriyordu.

Birden unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi elini ağzına kapadı. Birazdan çıkacak sessiz çığlığını bastırmak ister gibiydi. Birkaç basamak sonra gireceği yer, eviydi. Yıllar yılı hiç şaşmayan adımlarla ve gözü kapalı bulacağı kapı kolunun onu bekleyen yıpranmış, rengi açılmış yerlerine gözleri takıldı. Ne zamandır burada yaşadığını, kaç yıl, kaç poşetlik bir ömür geçirdiğini anımsamaya çalışır gibi gözlerini kısarak evine bakmaya devam etti.

Koridor ışığının sönüp yeniden yanmasıyla uykudan uyanır gibi kırpıştırdı gözlerini. Basamakların sonundan gelen sesle irkiliverdi. Ona seslenen sanki bir yabancıydı. Ya da zaten hayatının tek yabancısıydı. Hadisene, niye durdun, derken elindeki poşetler yeniden geldi aklına. Daha onları yerleştirecek, yemek yapacak, dağılan ortalığı yeniden toparlayacaktı. Hayati bir görev olarak gördüğü ve yıllardır hiç aksatmadan sürdürdüğü evin sükûnet temsilciliği rolünü oynayacaktı.

Oysa yıllardır içinde ne fırtınalar kopmuştu. Ne heyecanları, ne özlemleri biriktirerek doldurmuştu küçücük avuç içlerine. Yıllar eskitmemişti bunları, eskitememişti. Kim anlamıştı, kime anlatabilmişti ki bunca zaman? El ayak çekilip de küçücük dünyası tenhalaştığında kirpikleri birbirini bulur, rüyalara dalardı.

Yukarıdan aşağıya düşen ses, artık sabırsızlandığını hissettirmeye başlamıştı. Çok yoruldum, ilaçlarımı almam gerekiyor, diyordu. Bir an, kulaklarında başlayan vınlamaları omuzlarında hissetmeye başladı. Ve ses aşağıya düştükçe sanki kalbine baskı yapıyordu. Başı mı dönmeye başlamıştı, ayaklarının altından basamaklar mı kayıyordu? Olan neydi, neden adım atamıyordu? Poşetleri yere fırlatıp merdivenleri gerisin geri inerken de bunun sebebini bilemedi. Köşeyi dönüp ara sokaktan caddeye çıkarken de akşamın loş karanlığında koşarken de bilmedi.  

Ne zaman ki adımları yavaşladı ve ışıklar gözüne vurmaya başladı, o son beş basamağı neden çıkmadığını da onu neyin durdurduğunu da fark etti. Ve bildiği başka şeyler de vardı. Göğsü ilk defa sakinlemiş gibiydi. Arkasında bıraktığı kişiye hayat arkadaşım derken, yirmi yıl boyunca aslında hep yalnızdı. Kimdi o? Ya ben kimim? Ne çok düşünmüştü bu soruların cevaplarını. Yıllardır tüm yükü omuzladığı halde kimdi kalbinin ağrısını hissetmeyen?

Ne çok şey geçip gitmişti zamanın ortasında. Poşetlerden yadigâr omuzlarındaki ağrı, hâlâ yanındaydı fakat basamakları değil şimdi sadece kalbinin sessiz ritmini sayıyordu.

Editör: Hatice Akalın  

Rabia Coşgun
Latest posts by Rabia Coşgun (see all)
Visited 2 times, 1 visit(s) today
Close