Yazar: 18:00 Öykü

Yabani Otlar

Ortancaların arasında yabani otlar büyümüş. Bir ara vakit bulup ayıklamak gerekiyor. Bu otlar bırakmıyor güzellikler açsın, büyüsün. Geçenlerde kimden duymuştum, bir arkadaşımın babası ölmüş. Kök salınca ayıklanması zor oluyor bu otların. Çoktan köklerini kazımalıydı. İnsan öyle her şeye de tek başına yetişemiyor ki. O arkadaşım kimdi, bir türlü hatırlayamıyorum. Babası ölmüş. Böyle sabahtan, tam kahve vakti bu sorunun aklıma düşmesi de bir alâmet. Unutkanlığım bazen iyi de, şimdi çok rahatsız ediyor. Kahvemi içip fincanı ters çevireceğim. Uzun zamandır yapmıyordum. Otlar, böcekler derken insan alışkanlıklarını da unutuyor. Şöyle kuşlar, kelebekler, hele de deve çıksa fincandan. Ne çıkarsa o, yarını söyleyecek; gösterecek. Ya da geçmişin ayrıntılarını mı demeliydim? Ayrıntılar, unuttuklarımdan kalan izler. Sahi kimdi o arkadaşım?

Annem dikilmiş kapıda, ört kızım, diyor. Masanın örtüsünü de ört. Hiçbir çıplaklık kalmasın. Biri görse ayıp olur. Annem hep o birilerinden korkuyor. Birileri görse, kapıdan gelen olsa, pencereden birileri baksa… Her şeyin üzerini örttük. Ayıplarımız açık yaka, kısa kol, açıkta kalan saç uçları. Ah o etek boylarını nasıl örteceğim? Belinden kıvırıp neredeyse yukarı kadar sıyırırdım. Her gün okul kapısından girerken aynı jenerik tekrar ederdi. Şehir büyük, ben küçücüktüm. İki sene mi ne okula gitmiştim. Olsun, etek boylarını kısaltmanın taktiğini öğrenmiştim. O arkadaşım yapardı. Ben de ondan. Kısacık bacaklarımızdan eteklerimiz ayaklarımıza dolanırdı. Sonra bir gün komşunun oğlu görmüştü de, anında babama fişlemişti. Akşam kıyamet kopmadan, bir celsede olup bitmişti aile mahkemesi. Babam söylemişti, oturacaktım evimde, neyim eksikti. Okuyup da o filmlerdeki çıplak yosmalardan mı olacaktım. Açıktan, evde oturup onunla evde oynadığım oyunlara devam etsin de diyemiyordu. Hacı’nın torununa laf mı getirecektim? Koskoca Hacı’nın yattığı yer incinmez, mezarında ters dönmez miydi?

Ters dönmedi Hacı. Yatıyor güzel güzel. Tüm çıplak yerler örtüldü. Evde oturdum işte. Masaları bir güzel örttüm. Sedirleri, karyolayı, sonra kendimi örtmeyi öğrendim. Yeni nakışlar işledim örtülere. Desenler çizdim. Kuş resimleri, çiçekler, böcekler. Pencereden gördüğüm her şeyi örtülere işledim.

Ta ki o güne kadar. Uzaklardan gelmiş, uzaktan duymuşlar. Görmeden de olsa kendilerine uygun bulmuşlar. Ayağı şöyle eşikten çıkmamış, dışarıyla bağı olmayan, ev kızıymış istedikleri. Mahalle eşrafından sormuş, soruşturmuşlar. Aile töreleri de birmiş, birbirini tutuyormuş. Elime kahve tepsisi tutuşturulduğu o gün aldığım bu kahve kokusunu hiç unutamadım. Kahve fincanları hep ters çevrildi o günden beri. Önceleri gizliden yapılırdı, ortalıkta kimse kalmayınca açıktan çevrilir oldular. Yüzümü yudular bir güzel. Allı güllü fistanla süslediler bedenimi. Renkler gözlerime uymuş. Rengârenk elbiseler küçücük bedenimi örtmüş, büyük göstermiş. Bekleyemezlermiş. Hemen düğün, nişan bir arada olup bitivermişti.

Bez bebeğimi gizlice koymuştum çantama. Buldular ama gece alamadılar elimden. Üstümden o ağırlık geçip bedenimi ezerken de bebeği korumuştum. Ezileceğinden korkmuştum. Sıkı sıkı sarılmıştım. Bir gecede büyümüştüm. Bir gecede yaşımı da bedenimi de büyütmüşlerdi. Evdeyken de saklardım bebeğimi. Bazen sakladığım yerden çıkarıp gizli gizli evcilik oynardım. Oyunda annem beni sarar sarmalar, sever korurdu. “Ben kızımı vermem kimselere, hoyrat ellere bırakmam, okuyacak kızım,” derdi. Oyunun senaryosu hiç değişmezdi. Annem bazı geceler zorla açılmaya çalışılan kapıları örtmeye çabalardı. Kapılar gitgide daha çok zorlanır, annem hep çıplak omuzlarımı, eteklerimi örterdi. Bilirdi, kapı eninde sonunda açılacak, kendisi dışarı itilecek, küçük kızı içeride kalacak. Evde hep aynı oyun oynanırdı. “Ben senin baban oldum ama şimdi oyun arkadaşınım,” diyordu. Henüz birkaç ay olmuştu, baba olmak için geleli. Geldiği ilk zamanlar bu oyunu bilmezdim. Sonra yavaş yavaş oyun başladı. Onunla oynamaya başlayana kadar hep kapı eşiğinde arkadaşımla oynardım. “Başlayalım oyuna,” derdi yeni babam; “şimdi aç omuzlarını, eteklerini yine kaldır, okula gidermiş gibi yap. Sonra ben seninle okulda masada ders yaparım. Masa şu yatak olsun. Hadi geldik okula. Şimdi oyunda aç ama başka zaman ört tüm çıplak yerlerini.” Oyun devam eder dururdu. Sesim dayanılmaz olup da kapı dışarıdan zorlanana kadar. Kapı bir şekilde açılır, dışarıdan biri çeker alırdı bedenimi. Gözlerim kapalı olurdu o zamanlar. Sımsıkı kapatırdım gözlerimi. Banyoda soğuk suyla ürperirdi bedenim. Ah bedenimin şaşmaz tanıkları gözlerim! Ne olduğunu anlamaya başladığımda gözlerim açılmaya başlamıştı. Gözlerim artık kocaman elleri, sakallı yüzleri, gidip gelen ışığın renklerini izliyordu. Değişen yüzler, değişen eller…

O gece de oyun oynadığımızı düşünmüştüm. Ama bu, artık hiç bitmeyen bir oyundu. Bu sefer her gece oynuyorduk. Oysa babayla arada bir oynardık. Bu evdeyse her gece oyun vardı. O güne kadar! Fare zehrinin kahve kutusuna karıştığını kim bilebilirdi ki! Ben de bilmiyordum. Şimdi gözlerim, kahvenin telvesinde kuşları, çiçekleri, böcekleri bulmaya çalışıyor. En çok da güvercinlerin çıkmasını istiyorum. Haber getiriyorlar. Geçenlerde bir güvercin söylemişti arkadaşımın babasının öldüğünü.

Hatırladım babasını. O ilk oyunlarımızı da hatırlıyorum. Eşikte oynadığım arkadaşımın babasıydı o. Bez bebeği bana o hediye etmişti. Onunla da evcilik oynardık. Babası baba, ben anne, o da çocuk olurdu oyunda. Oyunun senaryosu hep aynı olurdu. Gece olmuş, perdeler çekilmiş, çocuk ayrı uyur, büyümüş artık. Anne babalar hep aynı yatakta yatar. Oyun böyleydi. Arkadaşımın babası ilk oyun arkadaşımdı.

Açtım falımı; kuşlar, böcekler bir de güvercin gagası çıkmış fincanın kenarlarında. Tabağında ise bir yılan, kıvrıla kıvrıla dönüyor her tarafta. Annemin sesi geliyor uzaklardan. Ört kızım örtüleri. Bir ara şu yabani otları da temizlemeli. Fincanını yıkamayı da unutma ki falın yitmesin. Suya değsin dileklerin.

Editör: Hatice Akalın

Rabia Coşgun
Latest posts by Rabia Coşgun (see all)
Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close