Yazar: 18:00 Öykü

Yitik Kadının Notları

1. GÜN 

Yitip gittiğim andan beri pek bir ses çıkmadı. Sanırım artık beni bulamayacaklarını düşünmüş olmalılar. Bu durumda nasıl olur da buradan çıkmayı bekleyebilirim? Demek ki ışık pek uzakta, belki de yok. 

Bir kimse yitip gittiğinde ötekiler o denli yorulurlar ki onu aramaktan, tüm umutlarının kesilmesini umutla bekler olurlar. Bunu pek iyi biliyorum. Yalnız, bu arayış içerisinde bulunan hemen hemen herkes gizler bunu. Usançtan ötürü en kötüsüne yönelttikleri umutlarını her zaman için en iyisi adına duyduklarını göstermeye çalışırlar. Oysa her seslenen, her yolunuzu gözleyen artık yok olduğunuzun kesinleşmesini düşlemeye başlar bir süre içinde. Yorgunluk her türlü acıdan daha sıkıntı vericidir bizler için. 

Tüm bunları birer gerçek olarak mı öne sürüyorum yoksa yalnızca yitip gitmiş o zavallının ta kendisi olmamdan ötürü mü kapıldım bu düşüncelere, inanın ben bile ayrımında değilim bunun. Böyleyken sizlere bunun benim kişisel ve bir o denli yanılgılı düşüncem olduğunu söyleyip de sizi yatıştıramam. Üzgünüm! Yine de umuyorum ki, sizler bir gün tanıdığınız herkesin ölmenizi düşlediğine ilişkin şu azap verici duyguya kapılacak olmazsınız! Umuyorum gelmez başınıza böylesi! 

Her şey nasıl oldu? Hiçbir şey hatırlamıyorum. Belki zaman içinde hatırlarım. Hatırladıkça da yazarım tabii. Neden yazmayayım? Korkuyorum. Yok olmaktan ötürü duymuyorum bu korkuyu. Tümüyle yok olmak korkusu benimki. “Ne ayrımı var bu ikisinin?” diye sorabilirsiniz. Pek ince bir ayrım söz konusudur burada. Yok olan, yok olur. Geride bir iz bırakmasına engel değildir bu. Tümüyle yok olanın ise tümüyle yok olmuş olmasının başlıca nedeni geride hiçbir iz bırakmamış olmasıdır. Böylesi daha çok duyar ölüm korkusunu. Yazdıkça, bu notları ele almaya devam ettikçe yatışıyor içim. Ölüm korkum azalıyor. Tümüyle yok olmak, yalnızca yok olmaya dönüşüyor, duyumsuyorum. Ne de güzel böyle ölmek! Şu notları biri okusa, ölümümden sonra bana acımakla soluverse hiç bilmediğim bir insan yüzü! Ah, ne de güzel olurdu böylesi! 

Yağmur yağıyor. Yarın devam etmeliyim. Bu nasıl oluştuğu belirsiz mağarama su sızıyor. Bakarsınız sabah olduğunda ışık da sızar, kim bilir! Ya zaten sabahsa? Korkunç! Pek korkunç! 

2. GÜN 

Neyse ki ışık sızdı içeri! Hiç olmazsa gündüzleri uğraşmayacağım böceklerle. Ölüden ayrı yanım olmayacak geceleri, belli. En azından bedenimi kullanabiliyorum. Bu da bir şeydir. Işık ne güzel şey! 

Şöyle biraz düşününce, adımın ne olduğunu hatırlamadığımı gördüm. Oysa pek çok ayrıntı var belleğimde geçmişe ilişkin. Olabilir mi böylesi? Bilemiyorum. Hatırlayacağım yolunda bir umut var içimde. O yüzü hatırlıyorsam, suratıma adice sırıtan o yüzü şu an bile hatırlıyorsam, adımı hatırlamamın bir yolu var demektir. 

İnsanları pek severim. Onlarla yan yana olmak arzusuyla dolu olmuştur içim. Arzu etmek yetmiyor çoğu kez, bunu bilirsiniz. Pek uzak kaldım onlardan. Öyle ki, bir süre sonra yetişemedim hiçbirine. Yaşama tutunmak için türlü yollara başvurmama neden oldu bu. Yine de bir sevgi var içimde onlara karşı. Bu yeterli gelmez mi? Gelir ya, bir insanın sırıtışında bir adilik görüyorsam, bir nedeni vardır kesinlikle bunun. Hiç nedensiz, şöyle yalnızca canım isteyiverdiği için adilik bulacak değilim ya herhangi bir kişide. Kim bilir ne adilikler etti bana? Hatırlayacağım, kesinlikle hatırlayacağım. 

Bahar! Kuşkusuz, adım Bahar. Böyle olmasaydı yankılanır mıydı şu anda kafamın içinde türlü sesler; “Bahar aşağı, Bahar yukarı!” Biri beni azarlıyor gibi. Birileri de durumuma acıyor, iç geçiriyor besbelli. Ne acı! Adımı böyle mi öğrenecektim? Örneğin tertemiz bir çocukluk anısı gelip otursaydı belleğime, anıyı bırakın, şöyle büsbütün kurmacaya dayanan bir düş uğrasaydı hiç yoksa; bir ana ya da baba sesleniverseydi az öteden, belki yeşillik bir alanın tam ortasından, işitsem, ulaşmak istesem de gözümün önündekinin bir serap olduğunu görmekle tüm dünyam başıma yıkılsa, daha güzel olmaz mıydı böyle hatırlamak adımı? Oysa bir ses soruyor, “Sen kimsin?” diye. Yanıt bulamıyorum. Türlü şarkılardan, türlü yapıtlardan sözlerle karşılamaya çalışıyorum bu soruyu. Bitmiyor sorgu. Yanıtı isteyen her kimse doymuyor, kapanmıyor iştahı. “Bahar, Bahar, Bahar!” Sonunda yükseliyor bu sesler, ölüm kokan bir alandan yükselir gibi. Belki de bu koku gerçekliğin içinden geliyordur. Sahi, yardım gelmedi hâlâ. Böylesi bir durumda ölüm kokmaz da ne kokar mağaram? 

Evet, evet, hatırlıyorum. Daha çoğunu görüyor gözlerim. Işık sızması belleğimi açmış diye düşüneceğim neredeyse! Öyle olmalı. Ayrı bir açıklamaya yeltenemeyecek denli yorgun aklım. Bir adam vardı. Kimdi, neydi? Bunları da sonra hatırlayacağım, görüyorum bunu. Beni buraya tıkan o. Bilerek mi yapmıştı bunu? Ne evet ne hayır. Otomobilin kapısını ansızın açıp uçurmuştu beni buradan aşağıya. Kim bulacak ki ölümü? Yoluna devam etmiş olmalı bunun verdiği güvenle. Neden yapmıştı bunu? Nasıl olmuştu da bu kayaların arasına tek bir sıyrık almadan yerleşivermiştim? İnanın bunu çözebilecek, bunu hatırlayabilecek denli canlanamaz bilincim. O anın karmaşası içerisinde öyle bir hızla savruldum ki aşağıya, buna mantıklı bir açıklama getirebilmem oldukça güç görünüyor. Ne önemi var hem bunun? Bir beden kuyuya atıldıysa, niçin atıldığının bir önemi kalır mı? Dahası, kuyudan çıkmanın da bir önemi olmaz. Ne olsa, bir umarsız beden ve bir de derin kuyu vardır ortada. Üzerinde durulması gerekli olan budur. 

Kimim ben? Neler yapacaktım bu mağaraya kapanmadan önce? Mağaraya kapanmak pek iyidir, pek iyi gelir insana. Felsefe doğmuş buralardan, inanılacak gibi görünmese de din doğmuş, insanlığı etkileyen düşünceler doğmuş. Benim bu mağaraya atılmış bedenim ne doğuracak ya? Bir çocuk doğurmaktan bile esirgendi bedenim. Doğmasın da bu andan sonra öyle bir çocuk bu dünyaya. Ne olsa dünyaya değil, içi ölüm kokan bu mağaraya doğacak. Doğmasın! Aman doğmasın! Çocuk bir yana, bir düşünce bile sızmaz bu mağaradan dışarı. Hiç doğurmamak gerek burada. Hiç doğmamış olmak tek çıkış yoluyken, oturup insanlığı yüceltecek bir düşünceye vakit ayırmak olur mu? Benim bu mağaraya düşmemde hiçbir olağanüstülük yok, hiçbir yarar sağlanamaz burada olmamdan. Yine de önemi var bunun. Bir beden; en bayağı, en içi boş bir beden bile düşse kuyuya, bir ölçüde önemlidir bu. Hiç yoksa içinizdeki acıma duygusu sarsacak sizleri. Ölümümden suçluluk duyacaksınız. Sonra beni buraya atan adamı bulmak, bulup da cezalandırmak isteğiyle dolacak içiniz. Yazık ki onlarca yıl geçecek aradan. Bu yazdıklarım bile belki zor okunur, belki hiç okunmaz olacak. 

O adamın kim olduğunu hatırlamıyor olmamın nedenini de hatırladım. Tanımıyorum çünkü onu. Bana neler yaptığını hatırlayacak denli tanıyorum yalnızca. Bir düşman olarak tanıdım bu adamı. Ansızın çıktı karşıma, evet. Bir soru sordu. Son sırıtışı gibi adice bir soruydu bu. Yanıtlamayınca çekiştirdi kolumdan. Bir kolumdan da öteki arkadaşı. Hatırlıyorum. Sonra o otomobilde açtım gözlerimi. Aşağıya yuvarlanırken gördüm o pis sırıtışı. “Defol git!” diyordu gülerken. Suçlu olanın masum olanı suçlamak ve dolayısıyla aşağılamak için kendinde yüz bulabildiği bir çağ bu. Korkunç! Pek korkunç! 

Ondan önce kimdim? Ne iş yapardım? Birini sever miydim? Hatırlıyorum. Hatırlamaz olur muyum? Öncelikle işimi söylemek gerek. Oyuncuydum, evet. Büyük bir yıldız değildim, buna kuşku yok. Yine de iyiydim işimde. Ara ara geçimimi sağlamak için oyuncu kadrosuna katıldığım saçmalıkları saymazsak, pek fena işler de çıkarmazdım hani! Son işim neydi? Yazık! Ne ile hatırlanacağım öyle? Hiç yoksa şöyle bağımsız bir iş ile noktalasaydım yaşamımı! Eh! Ne önemi var bunların? 

Bir sevgilim vardı, bunu da hatırlıyorum. Pek hoş bir adamcağızdı. Temiz yüzlü ve düşünceli bir kimseydi. Ne de çok severdim onu! Şimdi arıyordur beni, ağlıyordur ardımdan. Buradan çıkmanın bir yolu olsaydı, bu adamcağız olurdu. Apaçık ortada bu. Nasıl bulacak peki beni? İz sürmeyle, soru sormayla buraya dek gelecek olsa, nasıl olacak da bu mağarada bulunduğumun ayrımına varacak? Tam buradan geçerken seslenmeli, o durumda yanıt verebilirim. Işık geçen bu mağaradan ses de geçer, ne olsa! 

Kendimi kandırıyorum. Bulamayacak. Hiç kimse bulamayacak beni. Ben bile kuşkuluyum burada bulunduğumdan. Geçip gidecek tüm insanlar yanı başımdan, burada çürümekte olduğumu görmeksizin. 

Bugünlük yoruldum. Bunlar yeterli. Yarın devam edeceğim. 

3. GÜN 

Artık kendimi tanıtma işiyle uğraşacak değilim. Anlatmam gerekenleri unutturuyor, beni açıkça içimi dökmekten alıkoyuyor bu. Buradan çıkacağım yok. Bunu iyice anladım. Böyleyken onlarca yıl sonra yaşayacak olan insanlar için birtakım belirgin bilgiler verecek değilim. 

Yanımda bir kalem var. Bulabildiğim her kâğıdı kullanıyorum. Bunlar bitince paralara yazacağım. Parasal gücümden ötürü pek bir eksik kalacak sözlerim. Ne ilginç! Hiçbir şey yapamıyor olmak canımı sıkıyor. Şurada aç susuz kalacak, bu nedenle ölecek olmak bile o denli düşündürmüyor beni. Canımı sıkan, neredeyse yerimde durabilmeme bile engel olan o büyük iç sıkıntısı, buradan çıkmanın olanaksızlığından ileri geliyor. Örneğin bir olanak bulunsa, buradan çıkmak ellerimde olduğu halde çıkmasam, bu durumda ölmenin hiçbir kötü yanı olmaz, inanın bana! Kurtulamayacağım. Çaresiz olduğumu düşünmekten ötürü ıstırabım. 

Çaresizlikten ötürü insan eti yemek zorunda kalmış olanlar geliyor aklıma. Talihin bu denli yüz ekşitici olanını bile esirgedi yaşam benden. Günlerdir açım. Ne yapmalı? Ölmeyi beklemek öldürülmeyi beklemekten zormuş, bunu görebiliyorum. Ensesinde namlu hisseden bir kimsenin düştüğü o korkunç durumun şimdi bir özlem, bir arzu biçiminde yüreğimde yer ettiğini duyumsuyorum. Ne korkunç! 

Ölmenin en talihsiz yanının sonrasını görememek olduğunu düşünüyorum. Kuşkusuz, ölümün hemen sonrasını görmeye olanak bulunsaydı, tüm bu insanlar canlarına kıymakta pek hevesli olurlardı. Şimdilik azınlık konumunda kalıyorlar canlarına kıyanlar. Bu sayıca az olanların da ölmekle neyi amaçladıklarını, kendilerini yok etmeden önce ne gibi düşler kurduklarını görebiliyorum. Tümüyle anlaşıldıklarını, ölümün olağanüstü etkisiyle birlikte pek çok yüreğin kendilerine beklenmedik bir kolaylıkla açıldığını düşlüyor ve bu düşlerine dayanak olarak da halihazırda canlarına kıymış olanların ardından dökülen gözyaşlarını öne sürüyorlar. Pek de haksız sayılmazlar. Ya ben? Burada ölecek olmayı gerçekten istiyor muyum? Ardımdan dökülecek bir gözyaşı, yok olmuş olmama karşın benim için açılmış olan genişçe bir yürek umurumda mı? Hayır! Anlaşılmanın canı cehenneme! Yaşamak istiyorum, yalnızca yaşamak! 

4. GÜN 

Buradan çıkamayacağım kesinleşmişe benziyor. Bir yardım eli görmekten geçtim, bir cılız ses bile işitmiyor kulaklarım. Ne yapalım? Öldüğüm tarihi bile bilmeyeceğim, böylece ayrılacağım bu yaşamdan. Yitip gittiğim günü hatırlamıyor olmak ne kötü! Kaçıncı günümde olduğumu biliyorum oysa. Yine de dört güne dek dayandığımın anlaşılması açısından oldukça önemli bu. Okuyanlar bilsinler! Dört gün dayandım. 

Aç karnına yazmanın ne zor olduğunu söylemeliyim. Yoksulluk ortasında başyapıtlar çıkarmış olanlara daha çok saygı duymak zorundayım şimdi. Susuzluğuma gelince, pek zor oluyor artık buna dayanmak. Kaldı ki beni açlığımdan önce öldürecek olan da bu. İlk günün yağmurunda içtiklerim yetmemişe benziyor. İnsan bedeninin kusursuz yaratıldığı ile ilgili anlatılagelen söylencelerin tümü çürüyor şimdi. Neyin kusursuzluğu bu? Kusursuz olanın gereksinmesi olur mu hiç? Ah! Felsefe değil, su gerekli. Su istiyor canım. Doğrusu, bir çırpıda ölmek gerek. Bunun dışında kalan her türlü ölme, diri diri toprağa gömülmekle eştir. “Diri diri öldürülmek” demek pek yanlış olmasa gerek. Nasıl öleceğinin ayrımında olan, ölmekteyken ölümün bir an önce kendisini bulmasını dileyen herkes diri diri ölmüş demektir. Geri kalanlar, nereden geldiği belirsiz kör bir kurşunla kendilerini ölüm acısından kurtarmış olanlardır yalnızca. 

Artık yazmaya katlanamıyorum. Yaşadığım sürece birkaç çizik atmaya çalışacağım kağıtlara. 

5. GÜN 

Yine ışık sızdı mağarama. Ölmediğimin bir kanıtı bunu görüyor olmam. Karanlığın sürüp gitmesiyle algılayamıyordum bir gün daha yaşayabildiğimi. 

İyice bitkin düştüm. Hiç de görkemli değil böyle ölmek. Yerlerde sürünüyorum. Hiç değilse yağmur yağsa! Biraz su içmek iyi gelirdi kuşkusuz. 

Tek sorun bu değil. Pislik içinde mağaram. Sinekler doluşmaya başladılar yavaş yavaş. Pek sıkıntı veriyorlar bana bu durumda. Bir tanesi yüzüme konacak olsa kovamaz durumdayım. Bir an önce ölmeliyim. 

6. GÜN 

Ölmek gerek. Yerimden kalkabildiğim ilk anda kafamı taşlara vuracağım. Buna dayanabileceğimi sanıyorum. 

Yerimden kalktım. Beni benden başka kurtaracak bir kimse yok şu yeryüzünde. Hepsinin canı cehenneme! 

7. GÜN 

Bayılmış olmalıyım. Ölümsüz olma olasılığından ilk kez korkuyorum. 

Varol Mengüverdi
Latest posts by Varol Mengüverdi (see all)
Visited 17 times, 1 visit(s) today
Close