Yazar: 19:28 Öykü

Şıp Şıp Şıp

Anneee, anneee, ahhh düşüyorum. Bağırarak uyandım; yatağın kenarlarını sıkıca kavradım, yine rüyamda uçurumdan yuvarlanıyordum. Son zamanlarda hep uçurumdan yuvarlanıyor ve çırpınarak uyanıyordum. Sağımı solumu yokladım, gözlerim dehşetle açılmıştı. Sabahları her şey çok anlamsızdı, öğlenleri de. Akşama doğru yavaş yavaş açılıyor, sonra yine anlamsızlıklar içerisinde kayboluyordum.  

Hiç kalkmak istemiyorum, ama hareketsizlikten de tüm vücudum ağrıyor. Beş dakika daha, beş dakika daha uyuyayım. 

 Musluk mütemadiyen damlatıyor: şıp, şıp, şıp… 

Karşı apartmanın mutfağından sesler geliyor. Kızıla boyalı saçları yarısına kadar beyazlamış kadın, ağzında sigarası, belinde mutfak önlüğü, masada oturan adama bağırıyor, “Allah seni kahretsin, Allah benim canımı alsın da sizden kurtulayım. Bütün gün boş boş oturuyorsun, bir de yemek beğenmiyorsun öyle mi? Bulduğunuzu yersiniz, bu tencere nasıl kaynıyor sanıyorsun?” Adamın önünde gazetenin kuponla verdiği kırmızı, minik çiçek desenli  tabaklar var. Tabağa bakıp karısına hiç vermeyeceği çiçeklerden bir buket yapıyor.  

Beş-on yaşlarındayım, annem apartmanın merdivenlerini siliyor, “ıhh ıhh” diye ritimli bir ses tutturmuş, arada bize bağırıyor, babama olan öfkesini bizden mi çıkarıyor, “Gebermeyesiceler, ermeyesiceler.” Babam yine yok ortalarda, “Bu çoluk çocuk taş mı yesin? Üç beş kuruş kazanıyorsa da biz görmüyoruz.  Zampara adam parası yok, iştahı çok.” 

  

Musluk hâlâ damlatıyor: şıp, şıp, şıp… 

Üst kattaki oğlanın, gür sesi duyuluyor. Anasını paylıyor, “Anneee eşofmanım nerdeee, yıkama dedim di mi sana? Kurumamış işte, Allah kahretsin. Şimdi ne giyicem yaaaa.” Kadın çırpınıyor, “Ben şimdi ütüyle kuruturum yavrucum, sen üzülme.” Dana gibi büyümüş, sesi çatlamaya yüz tutmuş ergen oğlan hiç umursamıyor.  

Musluk hiç durmuyor: şıp, şıp, şıp… 

Mahalledeki arkadaşlarımı çok  kıskanıyorum, hepsinin kot pantolonu var, benim de olsa keşke. Onu bir giysem, bütün kızlar bana bakacak, boyum daha uzun görünecek. Yalvarıyorum, “Lütfen kot pantolon alalım, lütfen annecim n’olur.” Çatlamış ellerini kovadaki kapkara sudan çıkarıp gösteriyor, “Aferin oğlum, aferin. Ben bütün gün merdiven sileyim, el alemin pisliğini temizleyeyim, senin derdin de bu olsun. Aferin. Nerde hayırsız, zampara baban, gelse de bir işin ucundan tutsa, bıktım vallahi. Her şeyimiz tastamam, bir kot pantolonumuz eksik,” diyor. 

Musluk kendi ritmini bulmuş, kimseleri dinlemeden öylece damlıyor: şıp, şıp, şıp… 

Alt katlardan bir gıcırtı geliyor bir de çığlık sesi, sanki acı çekiyor. Yeni birileri taşınmış diyordu kapıcı, kız yirmilerinde, adam   elli yaşında var. Güya evlilermiş belki kız karısı falan değildir. Geçen gün kapıda karşılaşmıştım; beyaz gömleğinin yakasını açmış, kalın altın zincir takmış, göbeği de kemerinin üstüne taşmıştı. Hele o ağır parfümü! Geçen gün komşular kapının önünde konuşuyorlardı, “Adam kadını fena beceriyor, kız çığlık atıyor; fakat adamın korkusundan kimse sesini çıkaramıyor,” diye. 

Musluk, hiç yorulmuyor; bu sefer bir ağıt gibi ağırdan : şıp, şıp, şıp… 

Annemin, incecik duvarlardan keman yayı gibi gelen sesi kulaklarımı tırmalıyor , “Bıktım senden. Yazık değil mi bana, gül gibi kadındım, soldurdun beni. Yapma, yapma diyorum, çocuk duyacak. Elleme, ağzın da kokuyor leş gibi, orospularına git sen, istemiyorum. Yapma, yapmaa ahhh.” Komşunun, kınalı kuzunun boynuna bıçağı vurduğunda çıkan ses gibi, babamın hırıltılı sesi geliyor. Kafamı yorganın içine gömüyorum, “Ya babam öldüyse!” 

Musluk hızlı hızlı damlıyor: şıp, şıp, şıp… 

Karşı komşu, tombalak oğluyladaha az şişman abisini seviyor, “Paşa bunlar paşa, anasının yakışıklıları. Çok çalıştınız yavrum, hadi biraz bahçede oynayın arkadaşlarınızla, Akşama ne pişirsem size, babanıza söyleyeyim de pirzola alsın, ister misiniz?” 

  

Musluk iştahla damlıyor, kızarmış pirzola kokuları ucunda: şıp, şıp şıp… 

Apartmanın arkasında küçük bir bahçe var. Pazı ekmiş annem, sabahtan onları topluyor, iki de yumurta kıracak içine. Akşam da erişte yeriz, köyden teyzem getirmiş; az erişte, az tarhana. Babam yine yok, annem teyzeme ağlıyor, “Çocuklar ara sıra biraz et yiyebilse keşke, küçük nasıl zayıfladı, bak maymuna döndü. Yok ki ortalarda, yarım kilo kıyma bile alıp gelmez, uçkuru düşük pezevenk.” 

Musluk yılmıyor, ucunda köfte makarna: şıp şıp şıp… 

Asfalta ayın ışığı düşmüş, kar yağmış zannediyorum; koşuyorum dışarıya, hava çok sıcak, yaz günü kar mı yağar akıllım. Küçüğüm tabii bunları düşünemiyorum ki. Abim harçlıklarıma el koyuyor, “Hadi bunlarla misket alalım,” diyor. Ben misket istemiyorum ama yine de sesim çıkmıyor.   Annem arkamdan geliyor, beni döve döve eve sokuyor, “Ne güzel oynuyordum daha bitmemişti ki anne. Neden içeriye sokmak istiyorsun? Bak arkadaşlarım ne güzel oynuyorlar, kalmak istiyorum, doyamadım ki.” 

Aşağıda bir patırtı var, memurlar gelmiş dayanmış kapıya, “Haciz mi edeceksiniz?” diye gülüyor apartman görevlisinin karısı Hayriye, “Neyi haczedeceksiniz acaba, canımı mı?” Çocukları Hayriye’nin sırtına hafif hafif yumruklar atıyor. Hayırsız kocası onu üç çocukla bırakıp gitti; kumar oynarmış, varını yoğunu kaptırmış, musluktan akan suyu bile. Sırtı ağrıyor Hayriye’nin, bağırsaklarının büyük bir bölümünü kesip atıyorlar, otuz santim sana yeter. Buna da şükür diyor Hayriye, akmasa da damlar, hayattayım ya. 

   

Musluğun vazgeçmeye niyeti yok: şıp, şıp, şıp… 

Annem merdivenleri siliyor. Babam tozlu ayakkabıları ile yavaş yavaş çıkıyor silinen yerlerden. Ayakkabılarının çamurunu bulaştırıyor, sonra cebinden merdiven silme paralarını alıyor. Annem ağlıyor, çok ağlıyor, “Onlar çocuklarımın rızkı, boyun posun devrilsin heriiiff.” Koşuyorum annemin boynuna sarılmak istiyorum, “Babam nereye gidiyor?” O bağırırken, “Cehennemin dibine,” diye daldığım rüyadan uyanıyorum. 

Beş dakika diye diye, yine işe geç kalmıştım. Akşam dönerken bir tamirci çağırayım da şu musluğu bir büksün ya da boş ver ya vazgeçtim, damlasın dursun sevinçlerimin, kederlerimin üzerine, ahenkli ahenksiz: şıp, şıp, şıp… 

Mahinur Çenetoğlu
Latest posts by Mahinur Çenetoğlu (see all)
Visited 4 times, 1 visit(s) today
Close