Yazar: 12:31 Öykü

Şakir

Kar nasıl da bastırdı. Kaşın kirpiğin ve burundan akan sümüğün bile donduğu vakitlerdi.  Önce havaya düştü cemre, sonra toprağa.  Düştüğüne düşeceğine pişman oldu, zavallı cemre. Ağaçların gövdelerine doğru yola çıkan sular yarı yolda donup kaldı. Börtü böcek, dallar ve bizatihi insanlar da bu duruma şaşakaldı.   Bari doğalgaz paramız biraz azalsaydı, hadi be gel artık bahar diye toplu yakarışa bile çıktılar, ama nafile.

Önünde iki satır yazılmış yazısıyla açık duran bilgisayarı, dumanı tüten bir büyük cam bardakta tavşankanı çayı,  

Düşünceler nasıl da uçuşuyor aklımda, tıpkı hüzünlü hüzünlü düşen şu kar taneleri gibi. Sol alyans parmağındaki yüzüğü çevirmeye başladı. Yeni fark etmişti bu hareketini, kafası takık olduğunda sürekli yüzüğünü çeviriyordu, acaba oradan Alâeddin’in Cin’i mi çıkacaktı? Dile benden ne dilersen diye.

Dileyeceklerimi bile öncelik sırasına koyamıyorum vah bana vah! dedi. Camı açtı, hüzünlü hüzünlü süzülen karlara doğru elini uzattı,

Kar yağıyor kar yağıyor diye bağırdı Kâmil, sonra da dışarıya fırladı. Esra terlikleri ayağında dışarıya koşarken ayaklarının üşüyeceğini hiç düşünmemişti. Zaten asfalt bembeyaz, kupkuru ve sıcaktı.  Esra kafasını gökyüzüne çevirdi, ay o kadar büyük ve parlaktı ki ışığı asfalta düşmüştü. Kâmil’in çilli gülüşüne bakıyordu.

“Abiii, hani kar?”

“Kandırdım kandırdım. Kızım, bu mevsimde kar olur mu hiç? Küçüksün işte hemen de inandın. Sana mevsimleri öğreteyim mi?”

“Evetttttt!”

“Kumbaranda bir sürü para var değil mi?  Bana verirsen öğretirim.”

“Anneeee!”

Esra ağlayarak eve koştuğunda Kâmil’in onun neden ağladığına dair en ufak bir fikri bile yoktu. 

“Salak bu bebe yaaa!” dedi.

Fatma Hanım, tek maaşla geçindirdiği evinde bu akşam sofraya ne koysam diye kara kara düşünürken, kurbağa yeşili gözleriyle kapıdan bakıyordu Kâmil.

“Ne ağlattın bu kızı yine, sen hiç adam olmayacak mısın oğlum? Abi değil misin sen?”

“Aman salak o! Her boka da ağlar zaten.”

“Kardeşine düzgün davranacaksın,” derken, annesinin kafasına nişan aldığı terlikten son anda kurtulan Kâmil sırıtarak koynundan çıkardığı Şakir’i annesine doğru salladı.

“Bak vallahi atarım üstüne! Atayım mı haa atayım mı?”

Fatma, Kâmil’in elinde sallanan, evin insanı gibi isim takılan kurbağayı görünce çığlık çığlığa içeriye kaçarken bir yandan da, “Sıçtığımın bebesi seni geberteceğim, yine mi soktun o pis şeyi koynuna, siğil olacak elin yüzün!” diyerek düzgün davranma konusunda evladına ikinci dersini de vermişti.

Kâmil, eğitimini tamamlamış on üç yaşında bir birey olarak “Ayy şu güzelim Şakir’den de korkuyorlar yaaa!” dedi ve kurbağasının burnunu küçük bir öpücük kondurdu.

Kar taneleri eline koluna hızlı hızlı düşüyor, düştüğü yerde su damlacıkları halini alıyordu.   Camı kapatırken parmağındaki siğiller gözüne ilişti.  Küçükken babaannem okuyup üflemişti de geçmişti, tekrar neden çıktı acaba?  Tam elini ağzına götürecekti ki aklına geldi, babaannem siğilleri okurken nasıl da tükürmüştü parmaklarıma.  Yüzünde kocaman bir gülümseme ile mutfağa doğru yöneldi, sıcak bir çay daha alıp öyküsüne kaldığı yerden devam edecekti.

Yerleri siyah mozaik taşla kaplı olan küçücük mutfağında, elindeki bir parça unu hamur yapmak için itinayla yoğuruyordu Fatma. İspirto ocağının hışırtısını kendine müzik yapmış kafasını sallıyordu, ocağın üstündeki tencere de üç patates haşlanıp ezilip emrine amade olacak, yoğurduğu hamur ile karışıp patatesli çörek formunda sofradaki yerini alacaktı. Hem de tek ve eşsiz bir yemek olarak, yanına da şöyle paşalara layık bir çay, en sadesinden. Ohhh! Daha ne miss.

“Anneee! Anneee!”

Kâmil, Şakir’i bahçeye bırakmış. Bir ayağı kapının dışında, kendisini garanti altına almış,  mutfakta elleri hamurun içinde olan annesine sesleniyordu.

“Şaka yaptım beee atar mıyım ben Şakir’i.”

“Sana da Şakir’e de. Dua et ellerim hamurlu.”

Fatma sinirli sinirli bakıyordu, tüm şirinliği ile kapının ağzından kendisine yanaşmaya çalışan oğluna. 

“Gel yanıma, şu kolumu bir sıyır hele, hamur bulaşmasın.”

Kâmil sevinçle koştu annesinin yanına, kolunu sıyırırken Fatma oğlunun yanağına bir öpücük konduruverdi. 

 “Eşek sıpası seni, hadi git kardeşinle oyna biraz, yemek yarım saate hazır olur.”

Bilgisayarını kapattı, Mutfaktan aldığı çayı da öylece bırakıp paltosunu giydi, sokağı fırladı kar ağzına yüzüne dolarken, aşağıdaki börekçinin kapısına varmıştı bile.

Mis gibi hamur kokusu içime mutluluk kattı. Anneminki gibi. “Usta bana bir patatesli çörek yanında da açık çay.”

Mahinur Çenetoğlu
Latest posts by Mahinur Çenetoğlu (see all)
Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close