Yazar: 19:00 İnceleme, Kitap İncelemesi, Murat Gülsoy Dosyası

Karanlığın Aynasında Görünenler

Karanlığın Aynasında, Murat Gülsoy’un 2010’da Can yayınlarından çıkan romanı. Kitabın, gerçeklikle kurmacanın, delilikle akıllılığın iç içe geçtiği, zaman mefhumunun mantığımızı zorladığı çok katmanlı bir hikâyesi var. Hikâye, Doktor Orhan’ın acil serviste Ece’yi görmesi ve ona âşık olmasıyla başlarken Orhan’ın deli kuzeni Sarp’la hayata dair konuşmaları ve Ece’nin çocukluk anıları ve aşk acılarıyla derinleşiyor. Hikâyede, karakterler oldukça gerçek olmakla birlikte, karakterlerin aralarında geçen diyaloglar o esnada konuşan karaktere has olarak işlenmiş. Asıl kahramanımız olan Doktor Orhan örneğin. Tıbbi terimlerin abartılmadan ve yerinde kullanılması, Orhan’ın gündelik hayatını da bir doktor gibi algılayışı, bize Murat Gülsoy’un karakterlerini oluştururken arka planda nasıl çalıştığını gösteriyor. Çünkü kitapta her karakterin dili özgünce işlendiğinden hiçbir kelime fazlalık gibi durmuyor. Her bir karakterin dili kullanışı, benzetmeleri, diline sızan argo söylemleri kişilik özellikleriyle örtüşüyor. Kitap boyunca “Orhan da nasıl doktor canım?” demiyorsunuz ve doktorluğundan şüphelenmiyorsunuz. Öyle ki Yenge’nin yaşlılığını ve hastalıklarını da “İnsan yaşlandıkça bütün organlarının yerini öğreniyor”[1] sözüyle içselleştirebiliyorsunuz.
Ayrıca Orhan’ın zihinsel süreçlerinin tüm tutarsızlığı ve giderek kuzeni Sarp’a benzemesi kitapta çok iyi işlenmiş. Okur olarak kenarda oturup düşüncelerin akışına kapılıyorsunuz. Karakterlerin acıları kadar anıları, varoluşları da kurguda oldukça gerçekçi örülmüş. Ece Karabey’in çocukluğunu, ilk aşkını, babasını okurken sanki akrep dövmesini sol memesine biz işlemişiz gibi dövmenin varlığından veya Ece’nin anlattıklarından ve varlığından şüphelenmiyoruz. 

Dikkatimi çeken bir diğer nokta ise bu örgüdeki ilmeklerin oldukça zekice ve tebessüm ettiren bir dille atıldığı. Deli denilen Sarp’ın aslında oldukça akıllı laflar etmesi de sanırım metnin bize bir cilvesi. Modern yaşamda normal insan, akıllı insan olarak tanımladığımız kişidir yani deli insanın zıttı. Burada ise kelimelerin üzerinden atlayıp ilerledikçe, normallik ile delilik kavramları arasındaki o çizgi incelip kopuyor. Sarp, bir göz kırpma hareketinin anlamına dair günlerce düşünüp tartışabiliyor çünkü. Hatta okuma esnasında siz de fark ediyorsunuz; o küçük, ince detaylara önem veren, üstüne kafa yoran biri olarak, aradaki farkın gitgide nasıl kaybolduğunu. Normal yaşamın ne kadar delice olduğunu bir kere daha görmüş oluyoruz. “Ama ne kadar havalandırsam da geçmeyen bu koku aslında bana sürekli olarak dünya üzerindeki bu köşeyi çürüttüğümü hatırlatıyor.”[2]

Ayrıca hep aynı yerde duran bir karakter Sarp. Bir binanın içindeki bir odada. Ve dahası bir romanın içinde durduğunu söylüyor sürekli. Ve yazar Sarp’ı böyle konuşturarak merakımızı durmadan perçinliyor.“Biz bir romanın içindeyiz Orhan!”[3]Örgüdeki ilmeklerden bir tanesi de metindeki objeler ve hiçbir objenin boş yere orada durmaması.
Bir diğer doktor karakterimiz Turhan Hoca, bir konferans için gittiği yurtdışında hediyelik eşya dükkânından bir çakmak satın alıyor. Bu çakmak iki bin adetlik çakmak koleksiyonunun ilki oluyor. Hikâyenin ilerleyen kısmında Orhan, rüyasında bu koleksiyonu görüyor ve hepsi yanıyor. Bu da bize, hiçbir objenin boşuna orada olmadığını gösteriyor. Bir çakmak koleksiyonu varsa, elbet hepsi birer birer yanar elimizde. 

Murat Gülsoy’un karakterler üzerinden işlediği, tartıştığı kavramları oldukça önemli buluyorum. Delilik ve akıllılığa, sayfalar ilerledikçe unutma ve hatırlama kavramlarını da ekliyor yazar. Ve düşündürüyor: “Unutmak mı hastalıktır yoksa hatırlamak mı?” Ve yeni bir kavram daha: Aidiyet ve ait olamama. “Dünyaya fırlatılmış bir şeydim ben, bir insan değil tuhaf bir yaratık. Yalnız, kimsesiz, zararlı…”[4]Murat Gülsoy, metinde baştan sona kadar beş duyu organımıza hitap ediyor. Ve duyular arasında gidip gelerek çok farklı metaforlar ortaya çıkarıyor. Örneğin; Orhan’ın, Ece’nin evine gitmesinden sonraki sözleri.  “Dalgalar sahilime vuruyor / Hayatımı değiştiriyor dalgalar…” olan şarkı, zaman zaman hikâyenin fon müziği olup kulağımıza çalınırken, hikâye ilerledikçe kalbin elektriksel dalgaları ve hayatımızı değiştiren dalgalar olarak bize geri dönüyor. Murat Gülsoy adeta duyular ve duygular arasında metcezir yaşatıyor. Dolayısıyla metin, baharatların harika dengesiyle hazırlanmış bir ziyafet olarak başlayıp bitiyor. Metinde dikkat çekici bir diğer şey de zaman mefhumu ve bilincin birlikteliği. Çünkü bu metinde zaman, bir doğru üzerindeymiş gibi ileriye ya da geriye gidişlerle ele alınmıyor. Bilinç de keza öyle. Değişen bilinç ve benlik farklı ihtimalleriyle ele alınıyor. Olay örgüsü içinde karakter, kendine sadece içerden bakarken, zaman mefhumunun değişmesiyle kendi benliğine hem içerden hem de dışardan bakabildiği farklı bir katmanda yer alıyor. Dolayısıyla okur olarak sürekli zikzaklar çizerek farklı zamanların gerçekliğinde kendimizi buluyoruz. Kurgunun çok katmanlı olması, çokça kavrama dair cümle kurmaya itiyor beni. Teknik olarak tek bir kalıba sokamadığımız bu metin, sevgili Gülsoy’un yeni şeyler denemeyi sevdiğini hatırlatıyor yine bize. Metnin olumsuz yanlarına gelirsek şunları söyleyebiliriz: Yeni şeyler denemek, öyküde mantıksal açıdan ufak boşluklar yaratabilir, anlaşılmayan yerler olabilir. 

Eğer okur olarak, bir anda kavranabilir, düz bir çizgide ilerleyen metinleri seviyorsanız bu eser sizi tatmin edemez sevgili okur. Ama bir kitap bittikten sonra dahi onun hakkında düşünmek istiyorsanız ve soru işaretleriyle kalmayı seviyorsanız yürekten öneririm.


[1] Murat, Gülsoy, Karanlığın Aynasında, Can Yayınları, s. 23.

[2] Murat, Gülsoy, a.g.e, s. 38-39.

[3] Murat, Gülsoy, a.g.e, s. 39.

[4] Murat, Gülsoy, a.g.e, s. 132.

Editör: Hatice Akalın

Aslıhan Öztürk
Latest posts by Aslıhan Öztürk (see all)
Visited 9 times, 1 visit(s) today
Close