*Bu yazı filmin sürpriz gelişmelerini ele vermektedir.
Joachim Trier’in filmi Oslo, 31 August. 31. İstanbul Film Festivali Uluslararası bölümünde yer almış olup aynı zamanda 1931 yılında, Pierre Drieu La Rochelle tarafından yazılan, ‘Will O’ The Wisp’ adlı kitabın da modern bir uyarlamasıdır.
Film analizinin yanında film hakkında yazılanlara da bir eleştiri getirmeye çalışacağım. Filmle ilgili düşüncelerimi paylaşmadan önce şunu belirtmek isterim: filmi izledikten sonra uzun süre filmin etkisinden çıkamamıştım. Film hakkında araştırma yapmaya karar verdiğimde; yazılıp çizilenlere inanamadım, “Ben mi yanlış filmi izledim yoksa?” diye düşündüm. Film hakkında birçok yazı olmasına rağmen hemen hepsi birbirinin kopyası. Hepsi tek kalemden çıkmış gibi. Denilebilir ki herkes anladığını yazar ve bu farklı olabilir. Evet olabilir, fakat herkes aynı şeyi anlayamaz, hal böyle olunca bu yazıyı kaleme aldım.
Film, bir günlük zaman diliminde geçmektedir. Fakat bu ‘bir gün’ün nerede başlayıp nerede biteceğini filmin başkarakteri olan Anders de kestirememiştir. Filmin kahramanı Anders’i bir klinikte görüyoruz. Madde bağımlılığı üzerine destek almaktadır. Yaklaşık on ay kadar orada kalır ve sonra bu saklandığı yerden tekrar Oslo sokaklarına karışır. Anders’in anılarından da anlaşılacağı üzere Oslo artık eskisi gibi değildir. Ama bu sokaklara karışmadan önce herkesin intihar zannettiği bir sahne var ki Anders aslında o suya ruhen temizlenmek, yeni bir başlangıç yapmak, yeniden denemek için girer. Kaldı ki Anders’in geçmişine baktığımızda entelektüel bir geçmişi olan, zeki bir insan olduğunu görürüz. Hal böyle olunca o suda boğulamayacağı anlaşılabilecek bir durum. Ama maalesef bazı film eleştirmenlerimiz bunu anlamlandıramamışlardır. Şimdi bu söylediklerimi temellendirmek isterim.
JUNG’un ifadesiyle: “parlak üst dünyayı terkedince tekrar kendi derinliklerine, çıktığı asıl kaynağa batar ve bedene ilk girdiği yarık noktasına, göbeğe geri döner. Bu yarık noktasına anne denir çünkü yaşam dalgası bize ondan ulaşır” Campbell’ın bu süreç için kullandığı başlık ise balinanın karnıdır. Bu sembol Yunus peygamberin bir balinanın geçirdiği ve yeniden doğduğu kıssayı imlemektedir. Bu kıssada balinanın karnı anne rahminin bir sembolüdür. Bu bütün dünyada böyle kabul görmüştür. Filmde ise ‘anne karnı’ nı Anders’in suya girdiği sahne karşılamaktadır. Konuyu fazla dağıtmadan devam edelim. Anders daha önce çıkıp vazgeçtiği ama geri de dönemediği yola, klinikten çıkıp bir iş görüşmesini bahane ederek tekrar çıkmak istemiştir. Çünkü Anders bir kere bu yola girmiştir, geri dönmek istese de dönemez, çok yol kat etmiştir. Yolun sonunda da aradığını bulmaktan emin olamadığı için zaten madde bağımlısı olmuştur. Tekrar denemek ister ve klinikten ayrılıp bu iş görüşmesine gider. İş görüşmesinden önce eski bir arkadaşına uğrar. Arkadaşı evli ve iki çocuk sahibidir. Görünürde mutlu bir evliliği vardır. Görünürde diyorum çünkü arkadaşıyla konuştuğunda öyle olmadığını anlıyoruz. Partilerde ‘’herkesin mutluymuş gibi yaptıklarını ‘’ anlatır. Anders de böyle bir hayat istemediğini evlilik çoluk çocuk düşünmediğini anlatır. Bu sahnenin amacı Andrs’i izleyiciye daha iyi tanıtmaktır ki amacına da ulaşmıştır. Çünkü bu sahneyle kahramanın normal, sıradan bir hayat istemediğini bunlara herhangi bir anlam yükleyemediğini ve çok zeki biri olduğunu yönetmen izleyicilere sezdirir. İş görüşmesi için yola koyulur fakat bir ümidi yoktur. Artık bir karar vermek zorunda olduğunu hisseder ya bu ‘anlamlandıramadığı’ dünyaya geri dönüp kendi anlamını yitirecek veya anlamsızlığın anlamını bulacak ya da ‘anlamsızlık dünyasında kaybolacaktır.
Okuduğum analizler, kahramanın işe alınmadığı için intihar ettiği yönündeydi. Halbuki Anders o sudan çıktığında- anne karnı– intihar edeceğine karar vermişti. Yani işe alınsaydı (o zamana kadar istediği her şeyi elde eden biri isteseydi o işi de alırdı) eski sevgilisi ona dönseydi de yine sonuç değişmeyecekti. İş görüşmesi olumsuz sonuçlanınca bir kafeye gider ve oradaki insanların sohbetlerine kulak kesilir. Eleştirilerde bu sahne için Anders’in oradaki mutlu insanların mutluluklarına dayanamayıp intihar ettiği söylense de bilakis Anders onlara acımaktadır. Bir masadaki sohbette bir kadın, kahkaha atarak tabancayla intihar eden bir tanıdığından söz eder. İşte Anders o an tabancayla intihar etmekten vazgeçer. Denilir ki intihar edenler geride kalanlara bir mesaj vermek ister. Anders, insanların buna değmeyeceklerini düşünür ve kafeden ayrılır. Kafeye ilk geldiğinde diğer bir masada da başka bir kadın hayallerinden söz eder: evlenmek, bir ev ve çocuk sahibi olmak, kocasının onu çok sevmesi, farklı diller öğrenmek, merak ettiği ülkeleri gezmek…
Anders kafeden ayrıldıktan sonra da bu istek listesi devam eder. İşte Anders’in ruh halini bu liste anlatır. Bunlar için ne bir ömür yeter ne de bunların hepsi bir arada olur. Olsa bile Anders mutlu olamayacaktır, çünkü bunları istemez. Onlar gibi yiyip içse, giyinse ve onlar gibi görünse bu mümkün, fakat onlar gibi düşünemezdi. Ve kahraman 30 Ağustos günü çıktığı bu yolculuğun akşamında ‘felekten bir gece çalar’ yine uyuşturucu kullanır, seks yapar (eskiden olduğu gibi) 31 Ağustos sabahı eski torbacısından aldığı yüklü doz uyuşturucuyla intihar eder. Fakat insanlar bunun bir intihar olduğunu bilemeyecektir. Hiçbir intihar bu kadar şuurlu, bu kadar iradeli, bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır. Daha otuzlu yaşlarındayken her şeyin bittiğini, işin tamam olduğunu, aşkın, arzunun, ümitle ihtirasın artık bir daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendine itiraf edebilmiştir.
- Kurak Günler: Türk Entelijansiyasının Taşra Kurgusu - 2 Haziran 2023
- Uykusuz Aydın’ın Yolculuğu: Kış Uykusu - 27 Aralık 2022
- İskandinav Sineması – Oslo, 31 Ağustos İncelemesi - 7 Mart 2022