Yazar: 19:15 Film İncelemesi

Kurak Günler: Türk Entelijansiyasının Taşra Kurgusu

Emin Alper’in yönettiği ve başrollerinde Selahattin Paşalı ve Ekin Koç’un yer aldığı Kurak Günler, bir süredir kuraklık sorunuyla boğuşan Yanıklar kasabasına yeni atanan genç savcı Emre ile belediye başkanı Selim, yerel gazeteci Murat ve kasabanın eşrafı arasında yaşanan çekişmeleri konu alıyor. Kurak Günler filminin konusu şöyle: Emre, Yanıklar kasabasına yeni tayin olmuş genç bir savcıdır. Bekleyen işlere büyük bir ciddiyetle sarılan Emre, başta belediye başkanı Selim Bey olmak üzere kasaba eşrafı tarafından büyük bir saygıyla karşılanmıştır. Ancak bu hoş karşılamaya rağmen ilk günden itibaren bazı tuhaflık ve gerginlikler yaşanır. Belediye başkanlığı seçimleri yaklaştıkça kasabadaki gerginlik iyice artar.

Taşra imgesi etrafında örülen Kurak Günler filmi, Türk entelijansiyasının ruh halinin bir projeksiyonudur. Bu ruh hali, savcı Emre karakteri üzerinden taşraya üstenci, taşrayı ötekileştirici bir bakış açısıyla ele almıştır. Açılış sahnesinde savcı Emre’yi kocaman bir obruğun başında görüyoruz, bu sahne, Türk entelijansiyasının taşrayı bir çukur olarak gördüğü şeklinde yorumlanabilir.  Filmde kendini merkeze yerleştirmiş, iktidar konumundaki savcı Emre, daha filmin başında bir davete katılıp katılmama konusundaki tereddütü, makamında onu ziyarete giden insanları yargılayıp aşağılaması ile Türk entelijansiyasının taşraya dışarıdan bakışını, taşrayı kurgulayışını anlamamız için yeterli ipucunu vermektedir. Türk aydınının üstenci bakış açısını savcı Emre’nin hâkime hanımla diyaloğunda daha net görüyoruz. Hâkime hanımın “Buralardan sana birini bulalım, evlenirsin,” minvalindeki sözüne, Emre’nin “Burdan mı?” şeklindeki cevabı ve cevabı verirkenki yüz ifadesi, Türk entelijansıyasının ayrıcalıklı konumunu kaybetmeye verdiği sancısal bir tepkidir. Aynı zamanda buna entelektüel kibir de denilebilir.

Emin Alper’e başkalık vaadeden modernizmin aslında tek tipleştirici etkisi, onun taşraya büyük bir hınçla saldırmasına sebep olmuştur. Yönetmen, bir kefeye taşra bağnazlığı, mutaasıp yerliciliği koyarken; diğer kefeye elitist bir bakış açısını koymaya çalışsa da bu dengeli bir bakış açısı olmamıştır. Zira Türk aydını hiçbir zaman taşrayı anlamaya gönüllü olmamıştır. Savcı Emre’nin halka ruhsuz yaklaşımının bunun bir zihinsel defans mekanizmasından kaynakladığını çok net görüyoruz.

Türk entelijansıyasına göre taşra, tekrar hesaplaşılması ve mümkünse defterinin dürülmesi gereken bir yerdir. Bu sebeple film boyunca neredeyse tek bir olumlu gelişme yaşanmaz, kasabalılar bir kez bile gülümsemezler. Dahası, dürüst birinin sohbetine de tanık olamayız çünkü film vurgulu bir hiyerarşiyi, başkalık tınısını içeren gerilim yüklü bir ilişkiyi anlatır. Kasabada suyun olmaması, aslında merkez taşra diyalektiğinin ne kadar bozulduğunun da bir göstergesi gibidir. Yine kasabadaki halkın elinde su bidonlarıyla su kuyruğunda bekleme sahnesinin, Emin Alper’in taşrayı ve oradaki insanları kartondan karakterler olarak görmesini yansıttığını söyleyebiliriz. Savcı Emre, film boyunca sadece bir kerecik kasabanın içinde yürüyerek geçer, onun haricinde hep arabasındadır. Arabasından inip halka karışmaz. Aslında bu durum Türk entelijansiyasının taşraya içeriden bakamadığını, taşrayı anlayamadığını ve anlamak için de bir çaba içerisine girmediğini gösteriyor. Yine buradan yola çıkarak yönetmenin taşrayı içtenlikle ve içeriden ele almak gibi bir derdinin olmadığı, taşraya dışarıdan bakan ve kendini onları yargılayacak şekilde merkezde, taşrayı da muhalefette konumlandıran bir tavır içerisinde olduğu görülür.

Velhasıl filmin son sahnesinde kasabalılar savcı Emre’yi ve gazeteciyi kovalar ancak yakalayamaz. Obruğun bir tarafında kasabalılar, diğer tarafında savcı ve gazeteci vardır. Bu sahne ile yönetmen onları tedirgin bir uzlaşıya götürmediği gibi, aydın ile halk arasındaki uçurumu bu obruk ile daha da derinleştirir. Dolayısıyla merkez ile taşrayı birbirine karşı kışkırtan iki yüzlü bir süreç devreye girmiş olur.

Editör: Çisem Arslan

Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close