Yazar: 14:28 İnceleme

İran Edebiyatı’nda Sadık Hidâyet’in Yeri

“Yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan.

“Elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım.

“Fakat ben gölgem için yazıyorum, gaz lambasının duvara yansıttığı gölgem için. Kendimi ona tanıtmalıyım.

Çağdaş İran edebiyatının kurucularından, “Doğu’nun Kafkası” olarak anılan Sadık Hidayet ne doğup büyüdüğü kültüre ne de hayatının farklı dönemlerinde yaşamak zorunda kaldığı batı kültürüne ait olamamış, içinde bulunduğu “ait olamama” ve “ötekileşme” duygusunun yarattığı ağır karamsarlık onu bu dünyadan vaktinden önce koparmıştır.

Kendi sonunu, eserlerinde sıkça rastlanan intihar temasıyla hazırlamış ve bunu da başarmıştır Sadık Hidayet. Cansız bedeni 1957 yılında Paris’teki dairesinin mutfağında havagazından zehirlenmiş olarak bulunmuştur. İlginçtir ki Kör Baykuş romanın ilk sayfasında “zehir’’ damgasını her zaman bağrında taşıyacağından bahseder. Yazdıkları mı onu zehirlemiştir yoksa onu zehirleyenleri mi yazmıştır? Hayatına son vermesinin sebebi, dostu Bozorg Alevi’nin şu anlatımında adeta vücut bulur: “Ölümünden az önce bir hikâye taslağı kaleme almıştı, şuydu konu: Annesi, ‘Salgı salamaz ol!’ diye beddua eder yavru örümceğe, küçük örümcek ağ yapamayınca ölüme kurban gider.” İşte tam da bu sözler ölümü isteme nedenine dair zihnimizde hiçbir kuşkuya yer bırakmıyor sanırım.

Ait olmadığı bir toplumda kendini tanıyamaz, ait olduğu topluma da uyum sağlayamazsa kendini tanıyamadan yarın ölebilir insan. Sadık Hidayet, belli ki Kör Baykuş’un ilk sayfalarında açıklama ihtiyacı duyduğu üzere varoluşsal bir dürtüyle hayatı boyunca gölgesine yazmış, gölgesine yazdıklarıyla da adeta devleşmiş. Kısa ömrüne sığdırdığı roman ve öyküleri İran edebiyatında halen yasaklı. Oysa çağdaş İran edebiyatı, İran toplumundaki yenileşme ve kültürel gelişme hareketlerinin üzerinde filizlenmeye başladığında o da Füruğ Ferruhzad, Sadık Cubek, Bozorg Alevi, Celal Al-i Ahmed gibi yazarlarla birlikte eserler vermiştir.  Gerçi ilk romanı Kör Baykuş (Büf-i Kür) 1936 yılında Hindistan’da yayımlandığında nüshaların üzerine “İran’da satışı yasaktır,” ibaresini koydurarak, döneminde ülkesini mizahi bir dilde eleştirebilen ender yazarlardan olmuştur. Bu zamana kadar eserlerinin yasaklı olmasının sebebi bu mudur yahut ülkesindeki okurlar, yazdıklarının edebiyat dünyasında yarattığı etkinin farkındalar mı bilinmez ama eserlerinde doğunun etkileri yanında batının sade dilini kullanarak samimi bir anlatı ve güçlü bir realizm yarattığı kesin. 16. yüzyılda durgunluğa girmiş İran şiirinin ağdalı, süslü ve oyun düşkünü dilini kırarak İran edebiyatının ihtiyacı olan sade, halk tarafından anlaşılır bir anlatımı, toplumsal gerçekleri gözler önüne sermek için kullanmıştır. Ama yine de eserlerindeki karamsar, hayalle gerçek arasında gidip gelen karakterler, okurları bir rüyada ya da bir düş içerisinde oldukları sanrısından kurtaramaz.

Sadık Hidayetin iki önemli eseri ele alındığında karşımıza çıkanlar: 

Se Katre Hûn: Üç Damla Kan

Var olmanın dayanılmaz ağırlığı içerisinde karamsarlık, intihar, ölüm ve kanla bezenmiş öyküler içeren Türkçe adıyla Üç Damla Kan, İran’da siyasi rejimin dayattığı gerici toplumsal hayatın ağır bir eleştirisi gibidir. Öykülerinde toplumdan uzaklaşma daha çok kendinden kaçış teması ağırlıklı olarak yer almaktadır. Fakir insanlar batıl inançlara, hurafelere boğularak uyuşturulmuş, benlikleri yok sayılmıştır. Kadınlar mal muamelesi görmektedir, toplumun her kademesinde iki yüzlülük, çürüme, baskı kol gezmektedir. Sadık Hidayet, işte bu kendi olamama hallerini ele alarak dönemin toplum panoramasını ustaca çizmiş ve eleştirmiştir.

Bûf-i Kûr: Kör Baykuş

Şarap ve afyonla kendisini uyuşturarak dört duvar bir odada, yaşamını kalemdânlar üzerine resim yaparak geçiren bir adamın zaman ve mekân algısından bağımsız, hayalle gerçek arasında yaşadığı sanrılarla dolu aşkını anlatıyor. Hikâye, adamın evindeki küçük bir pencereden gördükleriyle başlayıp düşsel bir yolculuğa doğru uzanıyor. Hikayedeki tüm erkek karakterler hikâye kahramanının psikolojik açılımlarıdır. Nihayetinde kahramanın kendisidir. Tüm kadın karakterler genç ve bayaderdir. Kahramanın karısı da aynı kişidir. Bir kadın cinayetiyle çürüme, kan, kokuşmuşluk, ümit, özlem, öfke, şiddet sarmalında sürüklenip gider. Umutsuz bir kurtulma çırpınışı ve pişmanlık izleri taşır. Tüm bunlar, Sadık Hidayetin düşsel öğeleri kullanarak, geçmiş ve gelecek arasında yaşanan gelgitlerle realist bir gerçeklikte yazdığını önümüze serer.

Sadık Hidayet; İran edebiyatına her ne kadar Avrupa modernizminin etkilerini taşımış olsa da batı edebiyatı üzerinde yarattığı etki de yadsınamaz. Batıdan bakıldığında doğu halen esrarengizliğini korumakta, hayal ve gerçeğin birleştiği büyülü bir dünya sunmaktadır. Oysa doğuda fakirlik, doğuda geleneklerle akıtılan kan, doğuda karamsarlık, doğuda kendin olamama hali hâkim. Doğuda hayat, o gözleri kamaştıran, akıllara durgunluk veren Binbir Gece Masallarındaki gibi değil. Ne erkek ne de kadın için… İşte Sadık Hidayet, yazdığı öykü ve romanlarıyla doğunun içinde boğulduğu şiddetli kanamayı tüm karamsarlığıyla anlatıyor.

*Yazıda, Kör Baykuş romanının Behçet Necatigil tarafından yapılan çevirisinin ön sözündeki bilgilerden yararlanılmıştır.

Demet Özdemir

Editör: Elif Türkoğlu

Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close