Yazar: 19:25 Öykü

Garip Bir Kavmin İnsanı

Çiğdem, ofise gelir gelmez kahvesini alıp çalışma masasına geçti. Sinem henüz gelmemişti. Masasının üzerinde yığınla evrak duruyordu. Hem kendisi hem de Sinem için yoğun bir gün olacaktı. Akşama kadar ay sonu hakediş raporlarını yetiştirmeleri gerekiyordu. Hemen bilgisayarını açıp e-maillerine baktı. Yine onlarca mail gelmişti, içlerinden bir tanesi de Sinem’indi. Dün ondan bir evrak istediğini hatırladı. Ekte word belgesini görünce sinirlendi. “Kaç kez hatırlatacağım verileri excelden gönder diye. Şimdi söylesem sus pus karşımda duracak, surat asacak, konuşturana kadar da kırk takla attıracak bana,” diye söylendi. Sayfayı açınca veriler yerine uzunca bir mesaj gördü. Şaşırdı. Okudukça şaşkınlığı arttı.

“Aslında kimseye haber vermeden gidecektim ama tuhaflığımın üstüne bir de vefasızlığı eklemek istemedim. Seninle dört yıl aynı odayı paylaştık, bazen bunun sana zor geldiğinin farkındaydım ama yine de bana her zaman çok iyi davrandın. Bu anlayışı bana gösteren tek kişi sen olduğun için gittiğimi ilk senin bilmeni istedim. Aileme de haber verirsen sevinirim. Gittiğimi öğrendiklerinde çok şaşırmayacaklardır, üzüleceklerini de pek sanmıyorum. Doğduğumdan beri herkese karşı soğuk duruşum ve içime kapanıklığım onları da bezdirmişti. Okula giderse açılır, şu kursa yazılırsa açılır, çalışırsa açılır, diye diye hep bir umut kapısı araladılar ama ben her defasında onları hayal kırıklığına uğrattım. Yaşıtlarım ve hemcinslerim gibi olmak için çok çaba harcadım ama başaramadım. Kendimi okyanusun içinde etrafı şeffaf bir duvarla çevrilmiş bir su damlası gibi hissediyordum, dışardaki hayatı görüyor, içine girmek istiyor ama bir türlü o duvarı yıkıp okyanusa karışamıyordum. Ne zaman arkadaşlarımın arasına girmeye çalıştıysam beni aşağılayıp cesaretimi kırıyorlardı. İçten içe de tuhaf ve ürkütücü buluyorlardı. Benim onlar gibi her gün dışarı çıkıp biriyle görüşmek, aynanın karşısında saatlerce hazırlanıp makyaj yapmak, ojelerimin rengini elbisemin rengine uydurmak gibi telaşlarım olmadı. Sadece iki kıyafetim olurdu, biri kirlenince diğerini giyerdim ve yırtılmadığı sürece de yenisini almazdım. Haftada bir defa, o da saçlarımı tarayınca aynaya bakardım; öbür zamanlar bakmak aklımın ucuna bile gelmezdi. Pasaklılığımdan değil, gerekli bulmadığımdan. Ne bileyim, kendimi onlar gibi nasıl daha fazla görünür kılarım diye dikkat çekecek davranışlarım ya da diğerlerinden daha zeki, daha güzel, daha yetenekli olduğuma dair iddialarım olmadı. Arkadaşlarımın anneleri kızlarının marifetlerini, hamaratlıklarını, başka insanların onlara duyduğu hayranlıkları anlatırken annem onları sessizce dinler; göz ucuyla da bana bakardı. Haklıydı. Çünkü benim bu yeryüzünde, durgun suyun üzerinde bir taşı dört defa sektirmekten başka bir yeteneğim yoktu. Bazen Tanrı’nın beni sadece kalabalıkların arasındaki boşlukları doldurmak ya da yaşadığım ülkenin nüfusunu bir sayı daha artırmak için yarattığına inanıyordum.

Çocukken her şeyi çok merak ederdim, evdeki büyüklere durmadan sorular sorar, onları bıktırırdım. Beni başlarından savmak için, “Hadi sen de diğer çocuklar gibi dışarıya çık, oyna,” derlerdi. Oyun oynamayı çok sevmezdim. Genelde gider, çimlerin üzerine uzanır, gökteki bulutları izlerdim. Gökyüzüne baktıkça kanatlanırdım sanki; derin, uçsuz bir âleme dalardım ve oradaki evrenleri hayal ederdim. İlkokuldan tut, lise hayatım boyunca sınıfın en son sıralarında oturup öğretmen dersi bitirene kadar pencereden dışarıya bakar, o âlemin içinde gezinirdim. Uzayın herhangi bir gezegeninden buraya gönderildiğime dair inancım her geçen gün artardı. Bu hayal kurmalarım, bu sessiz kişiliğim bana efendi, hanım hanımcık bir kimlik kazandırdı. Bu kimlik ders notlarıma bayağı olumlu yansıdı. Bana verdiği tek kazanç da bu oldu.

Üniversiteye giderken değişmeye karar verdim, daha sosyal biri olacaktım. Ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Ben de sürekli etrafında birileri olan, çok tercih edilen insanları gözlemledim. Onların iletişim kurarken nelere dikkat ettiğini, nasıl konuştuğunu anlamaya çalıştım. Sonunda insanlara açılan kapının onları dinlemekten geçtiğini anlayınca, önüme gelen herkesi dinlemeye başladım. Kısa bir sürede tanıştığım insanlar için vazgeçilmez bir kulak oldum. Hayatımda ilk defa beni görmeyince merak eden arkadaşlarım oldu. Ama bu sosyal hayatım çok uzun sürmedi. Çünkü herkesin aynı hikâyeyi değişik mekân ve zamanda farklı karakterlerle yaşadıklarını anlayınca artık onları dinlemekten vazgeçtim. Yine yalnızlığıma geri döndüm. Bana sorarsan tüm insanlar görünmez bir fanusun içindeydi. Ve bu fanusta gezen ruhlar vardı (aşk ruhları, hastalık ruhları, zenginlik ruhları, mutluluk ruhları…) ve sanki bu ruhlar belirli aralıklarla bir bedenden çıkıp başka bir bedene giriyordu. Onlar insanlığın ortak hafızasını oluşturuyordu, bu yüzden herkes görünmeyen bağlarla birbirine bağlıydı. O ruhların hiçbiri uğramadı bana. Ne aşık oldum, ne zengin ne de başka bir şey. Benim payıma da görünürde onlara benzeyen ama içten içe onlardan farklı olan bir ruh düştü.

Sanırım ben kaderleri yalnızlıkla örülmüş, garip bir kavmin insanıydım. Eğer kavmim uzaydan başka bir gezegenden gelmemişse, bu yeryüzünde bizim de özümüzü ortaya çıkartacak, kabuklarımızı çatlatacak topraklarımız olmalıydı. İşte o toprakları ve bana benzeyen insanları bulmak için derin bir araştırmaya girdim. En sonunda bir internet sitesinde Ötekiler adıyla bir kulübün toplandığını öğrendim. “Yaptıklarımızı sustuklarımıza sayın!” diye bir mottoları var. Onlarla iletişime geçene kadar çok uğraştım, herkesi aralarına almıyorlardı. Bana güvenmeleri uzun bir zaman aldı. Kulüpleri zarar görmesin diye tüm üyelerini gizli tutuyorlar. O yüzden diğerlerinin kim olduklarını bilmiyorum. Kulübe yeni katılanları önce bir merkezde topluyorlar, sonra da onları başka ülkelere gönderiyorlarmış. Ben şimdi o toplanma merkezlerinden birine gidiyorum. Beni nelerin beklediğini bilmiyorum, tüm bunlar beni korkutuyor aslında, ama şunu çok iyi biliyorum, yüzyıllarca burada bu fanusun içinde yaşasam da bu toprağa kök salamayacağım.

Çiğdem Abla, tüm bunları sana otobüsteyken yazıyorum. Anlatacaklarımı silip silip tekrar yazdığım için bir word sayfasına geçirdim. Birazdan telefonumu ilk indiğim yerde imha edeceğim. Kimse bana ulaşamayacak. Onlar, herkesle ilişkimizi kesmemizi istiyorlar. En doğrusu da bu zaten, tüm geçmişimle bağımı koparmadığım sürece yeni bir hayata başlayamam.  Yıllardır memleket hasreti çekmiş bir gurbetçi gibi özlem yüklüyüm. Sonunda asıl vatanıma kavuşacağım için çok heyecanlıyım. Hoşça kalın.”

Mesaj burada bitiyordu. Çiğdem mesajı bir solukta okudu, “Nasıl olur ya?” dedi. Mesajın gönderildiği saatte baktı, sabahın üçünde atılmıştı. Çantasını aldığı gibi Sinem’in ailesine haber vermek için ofisten çıktı.

Editör: Hatice Akalın

Reşide Değirmi
Latest posts by Reşide Değirmi (see all)
Visited 12 times, 1 visit(s) today
Close