Yazar: 19:30 Deneme

Bir Çanak Suda Bir Damla Zeytinyağı*

Orada bir köy var uzakta olmayan. Yazları serin, kışları ılık. Biraz bozkır ya da belki yemyeşil.  Günümüz metropol hayatı bazen öyle bezdirir ki insanı,  çoğumuz üç beş kuruş birikimle küçük, sakin  bir köyde  yaşama hayalleri kurarız.  Bahçemizde domates, maydanoz, fasülye yetiştirir; akşama onlarla mütevazı bir sofra kurup kendimizi huzurun kollarına bırakırız o hayallerde.  Sıcak ve samimi ilişkiler kurup imecenin tadına varır, büyük şehrin bıkkın, donuk ifadeli insanlarından kurtuluruz. Hayali bile ne güzel, değil mi? Bu yazı bir köy güzellemesi olsaydı daha pek çok güzel şey sıralayabilirdim ancak gerçekler tam da öyle değil. O köyde iyi günde kötü günde yaşamaya var mısın? Peki ya hayatta kalmaya?

Geçtiğimiz aylarda sinemada izlediğim Kurak Günler beni bazı düşüncelere salmıştı. Etkisinden tam kurtulamamışken yakın bir zamanda izlediğim Karanlık Gece’yle ise o düşüncelere başka düşünceler eklendi, kafamın içinde yankılanmaya başladı. Hâl böyle olunca, kalemle kâğıt buluştu ve bu yazı peyda oldu. Emin Alper’in yönettiği Kurak Günler ve Özcan Alper’in yönettiği Karanlık Gece, başta Antalya Altın Portakal Film Festivali olmak üzere başka festivallerden de bolca ödül aldı.  Her iki yönetmenin de taşrada geçen bir gerçeklik üzerinden mesajlarını vermesi, benim de uzun sayılabilecek bir taşra deneyimimden olsa gerek üzerimde epey etki bıraktı. Kötülüğün toplumun hücrelerine kadar işlemesi ve sıradanlaşıp imece haline gelmesi beni ürküttü. Bu anlamda karakterlerin sıkışmışlığını ve çaresizliğini deyim yerindeyse iliklerime kadar hissettim.

İki filmde de kasabaya devlet görevlisi olarak atanan, genç, idealist karakterleri; Savcı Emre’yi ve Orman Mühendisi Ali’yi görürüz. İkisi de metropol yaşamını iyi bilen ancak hiç taşra deneyimi olmadığı çok belli entelektüel insanlardır. Hatta bana kalırsa biraz saflardır. Bu saflık elbette iyi niyetli olmaktan ve taşra insanıyla belki de hiç temas etmemekten kaynaklanır. Ali pek insan sevmediği için bu mesleği seçtiğini ve doğayla iç içe bir yaşam tercih ettiğini dile getirir. Üniversite yıllarından beri neslinin tükendiğine inanılan karakulağı bulmaktır onun tutkusu. Emre’nin taşraya gelişi ise bir tercihten ziyade görev mecburiyeti olsa da görevini hakkıyla yapmanın peşindedir. Şimdi filmlerin diğer ortaklıklarına bakalım.

Her iki filmin de açılış sahnesinde bizi avdan neşeli bir şekilde (!) dönen erkekler karşılar. Kurak Günler’de Emre’nin kasabaya girerken karşılaştığı kanlı manzara, Karanlık Gece’de kansız da olsa havaya ateş açma, tezahürat vb. şekilde yine karşımızdadır. Filmlerin sonunda da yine av göndermesini görürüz. İki yönetmenin de av ve avcılığa yer vermesi beni düşündürdü ve biraz araştırma yaptım. Karşıma çıkanlar; filmlerin vermek istediği mesaja, karakterlerin içine düştüğü duruma çok uygundu. Avcılığın başlangıç tarihinin insanlık tarihiyle eş zamanlı olduğu biliniyor. Bir milyon yıl önce atalarımız karınlarını doyurmak için avlanırken günümüzde avcılığın spor veya sosyal aktivite haline gelmesi nesli tükenmekte olan canlılar için ayrı bir sorun teşkil eder. Buna rağmen avcılık hala yasaklanmış değil.

İnsanların neden avlandığına dair yapılan bazı psikolojik çalışmalar avcılığın başarılı ve cesur görünme güdüsünün bir yansıması olduğunu kabul ediyor.1 Ataerkil toplumlarda avcılık önemli bir yer tutuyor. Av, bir iktidar göstergesidir ve gücü sembolize eder. Güç, her iki filmde karşımıza çıkan önemli bir olgu. Yönetmenlerin avcılık üzerinden güç olgusuna gönderme yapması bilinçli bir tercih. Öyle ki, bu tarz toplumlarda herkes güçlü olmak için çırpınır ve daima güçlünün yanında yer alır. Güçsüz olan ise, haklı bile olsa hep yalnız bırakılır. Emre de Ali de adaletin tecelli etmesi için çırpınsalar da hiçbir pisliğe bulaşmaktan çekinmeyen güçlülerle kasaba halkının iş birliği karşısında kapana kısılacaklardır.

Avcılıkla ilgili bir diğer konu iş birliği yapma zorunluluğudur çünkü bir avı birkaç kişi yakalamak, tek kişi yakalamaktan daha kolaydır. İki filmde de avı yakalarken ortaya konan kolektif çaba, Emre’nin Ali’nin ve hatta taşranın insanı olan İshak’ın makus talihini hazırlarken de sahnededir. Kolektif suçun ardından kolektif bir sessizlik gelir. Çünkü bir kişinin bile konuşması hepsinin yıkımı demektir ve bu anlaşmayı bozmayı kimse göze alamaz.  Bu sessizliği yıllar sonra annesinin hastalığı sebebiyle kasabaya geri dönen İshak bozmaya kalkar. İshak’ın yıllar önce bir nebze faili olduğu ve Ali’nin sonunu getiren olayın üstü çoktan örtülmüşse de İshak vicdanının ağırlığını taşıyamaz ve bu durumla yüzleşmeye karar verir. Ancak eski arkadaşları başta olmak üzere annesi bile o karanlık geceyi unutup olayı kapatmasını söyler. Hatta muhtar ona aklını başına toplamasını ve buradan gitmesini salık verir. İshak verilen tavsiyelere uymayıp köyde kalmaya karar verince uyarılar sertleşir ve bu kez imece kötülük İshak’ın kötü sonu için devreye girer.

Aynı durum Kurak Günler’de Emre’nin de başına gelir. Emre’nin Yanıklar kasabasına savcı olarak atanmasıyla olaylar kronolojik olarak ilerler. Seyirci, filmin başında kendini tekinsiz bir atmosferin içinde bulur; başına bir şey geleceğini hisseder. Kasabanın obruk sorununu soruşturan Emre kendini birdenbire istenmeyen durumlar içinde bulur. Obruk sorununun arka planında, gelecek seçimlerde yeniden seçilmek isteyen belediye başkanı vardır. Emre bu konuyla uğraştığı için başına iş açar ve bu durumdan kurtulmaya çalıştıkça işler daha çok sarpa sarar.  Nefesler tutulur, ortam gittikçe gerilir. Emre, günümüz trajedyasının Kral Lear’ı gibidir. Yazgısını, başına gelecek talihsizliklerden habersiz olarak yaşayacak; seyirci de onun bu çöküşüne tanıklık edecektir.  Toplumun hücrelerine nüfuz eden kötülük, kanunları uygulamaya çalışan Emre’nin de sonunu getirecektir.

Karanlık Gece’nin Ali’si ise yalnızlığıyla mutlu, edebiyatla, müzikle ilgili, sevdiği işi yapan bir gençtir. Orman ve vahşi yaşam onu mutlu eder. Av koruma kanunlarına göre ormana bırakılan kapanları toplaması, köylüyle ilk kez karşı karşıya gelmesine neden olacaktır. Kanunları uygulayıp köylüleri amirine getirdiğinde ise acı gerçekle yüzleşir. Amiri Osman, “Kanunlar yirmi yıldır var ama bu insanlar yüz yıldır burada,” diyerek Ali’ye köylüyle takışmamasını öğütler. Ali ise “Bu hayvanlar da bin yıldır bu ormandalar,” diye karşı çıkar. Ayrıca köyde diğer gençlerden biraz daha farklı kafa yapısında olan İshak’la arkadaşlıkları oradakiler tarafından yanlış anlaşılacak; dedikodular ve yaftalamalar başlayacaktır. Sonrasında aynı kötü son Ali’yi de bulur.  

İki yönetmen de aynı temayı farklı karakterler ve farklı öykülerle anlatsa da hikâyenin sonu maalesef pek değişmiyor. Taşraya dışarıdan gelen aydın kesimi temsil eden Emre ve Ali, devlet tarafından atanmış olsa da orada bir ayrık otundan, ‘yaban’dan farksızdır. Eğitimliler, doğrucu davutlar taşrada hiçbir zaman sevilmez, kabul görmez. Kabul görenleri ise ya Ali’nin amiri Osman gibi onların düzenine ayak uydurmuştur ya da bir şekilde sindirilmiştir. Hatta kendi insanı olan İshak’ı bile cezalandırmaları, onlarla birlik olmadığı içindir.

Kanunları uygulamak, haklının yanında güçlünün karşısında durmak öyle kolay bir iş değildir.   Bunca yıllık düzeni değiştirmeye kalkmak herkesin harcı değildir, bedeli ağır olabilir. Düzenin tekerine çomak sokmaya hazırsan her türlü musibet ile karşılaşmaya, yaftalanmaya, öteki olmaya ve hatta linçlenmeye hazır olmalısın. Doğruları savunduğun için hiçbir zaman onlardan olamayacaksın. Tıpkı Ahmet Celal’in “Tamamıyla onlara karışacaktım. Lakin işte görüyorum ki bir çanak suda bir damla zeytinyağı gibiyim. Ne karışıyorum ne de dibe çöküyorum. Bize, bunun için toplumun kaynağı diyorlar galiba.”2 dediği gibi. Köşende huzurla da oturamayacaksın. Taşranın gözünde yabansın, delisin hatta teröristsin. Her türlü pisliğe bulaşıp düzenini yürütenler güçlülüğüyle haklı olurken sen haklı da olsan haksız çıkacaksın. Onlar yanlarına azgın çoğunluğu alıp üzerine yürürken, sen bir avuç insan bulamayacaksın. Seni sindirmek için birlik olup kötülüklerini üzerine boca edecekler. Sonunda hiçbir hesap vermeden öylece yaşamaya devam edecekler.  Çünkü sen bir çanak sudaki bir damla zeytinyağısın.

Emre, Ali, Ahmet Celal ve tüm yabanlara…

 

*Yaban, Yakup Kadri Karaosmanoğlu.

 1Besyo.gelisim.edu.tr/ Avcılık Sporuna Psikolojik Temelli Yaklaşım/ 19.02.2022.

2Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, İletişim Yayınları, Sf. 67.

Editör: Çisem Arslan

Işıl Şenol
Latest posts by Işıl Şenol (see all)
Visited 19 times, 1 visit(s) today
Close