Yazar: 20:51 Öykü

Estağfirullah Seyfullah

Kan işemiş. Tek anladığım bu. Ne dediği anlaşılmıyor, karnından konuşuyor gibiydi. Lafın sonunu getiremedi. Kesik kesik, çatallı bir sesle yardım diledi. “İnşallah,” bile dedi. Hadi hadi, hemen yetişmek lâzım. İyi değil Seyfullah.

“Lan Mutlu, dinle bak. Ben Halil, Maydanoz Halil. Seyfullah kan işemiş. Tez yanına gitmemiz şart. Ben iniyom aşağı, getir senin düldülü. Bırak lan kerkenez, alırız. Benzinmiş. Çabuk diyom. Tamam lan yoksa yok, anladım, ne bok yemeye arabam var diye kasılıyon pezevenk. Atla taksiye de gel, çabuk, kapat telefonu. İndim ben, hadi çeneni eşşekler s…, e mi. Kapattım. İniyom ben aşağı.”

İşe yaramaz. Anası bunu aralığın otuz ikisinde doğurmuş, yok hükmünde şerefsiz. Seyfullah olmasa ne işi olurdu puştun, ne eşi. Babasının yapmadığını yaptı. Nerede bu anahtar? Hırkamı alayım, üşümeyeyim. Nemli bugün hava, Boğaz’dan kesiyor adamı rüzgâr. On, yirmi, otuz, bir, iki, üç… Birkaç kuruş da Mutlu’da varsa hastaneye götürebiliriz. Ulan Seyfullah, doktor sana içme dedi ya lan, bok var, kesin bira içtin değil mi dün akşam? Zıkkım iç. Bu ayakkabı da geçen vurdu ayağımı ama başka da yok. Çayın altını kapattım değil mi? Camı? Aman Seyfullah akıl bırakmadın ya lan! Şu eski apartmanların merdiven boşlukları kâbus gibi şerefsizim. Ulan el kadar döner basamağın bir tarafına kocaman deve dikenini koymak nedir yahu. Elim ayağıma dolaştı yeminlen. İlk kez birinden yardım istiyor. Dünyayı yığdı herkesin eline avucuna. Seyfullah, bekle geliyoruz!

“Fıstıkağacı. Acil, en kısa mesafeden, hızlı,” dedi Mutlu, şoför yanına kurulurken.

“Hayırdır abi, hasta mı var?”

“Evet, mide kanaması galiba,” diye bir sigara yaktı Halil, gergin ve düşünceliydi.

“Vah, benim baldız da geçirdi geçen rahmetli,” diyerek yaraya tuz biber ekince şoför.

“Abicim sağdan devam et, orası daha kestirme,” diye laf karıştırdı Mutlu.

“Tövbe, estağfurullah. Baban mı yaptırdı lan o yolu?”

“Estağfirullah,” dedi Mutlu dişlerinin arasından.

“Anlamadım.”

“U ile değil i ile, olacak diyorum. ‘Estağfirullah’.”

“Yapma ya abicim, benim mürekkep yalamama izin vermedi kader, doğrudur.”

“Estağfirullah.”

“Tamam tamam bundan kelli doğru diyecem, i ile. Geçmiş olsun. Allah yardımcısı olsun hastanın!”

“Üzeri kalsın. Sağ ol eksik olma.”

Ondan önce inip bekleyen Halil gözlerinden alev fışkırarak bakıyordu Mutlu’ya.

“Üstü mü kalsın? Hem dilbilgisi dersi ver hem de fazla para herife. Bizim de hastamız var herhalde burada.”

“Seyfullah Abi’m duymasın. Ağzını eline verir senin ha Halil Abi. O emekçi dostudur. Hangi birimizi yedirmedi? De hadi, bir kul yoktur onu tanıyıp aç kalan, çıplak kalan.”

“Otomat açık, uzatma da gir lan Mutlu, senin kadar mı biliyom ben Seyfullah’ı? Ettiğin lafa bak.”

“Allah Allah, harbiden han kapısı gibi, ne bu böyle?”

“Bugün pek fazla andık Allah’ı hadi bakalım, hayırlısı.”

“Ağzını hayra aç Halil Abi’m diyecem ama dairenin de kapısı mı açık, ne?”

Kapıyı korka korka ittiler. İçeride bulunanlar daireye dolan ışığa istemsizce gözlerini çevirdi. İnsanı sağır eden sessizlik bütün evi dolaştı da bulaşıklıktaki tencereye çarptı. Olmayacak bir gürültüyle düştü tencere mutfağın kara taşına. Onu takip eden kapağı da yerde yuvarlana yuvarlana çınlayarak dönüp gürültünün altını çizmişti kendi üslubuyla. Sesler evi terk edince biri, “Allah taksiratını affetsin!” dedi, dün akşam bir küçük devirmiş gibi çatallı çıkan bir ses tonuyla. “Karşı komşu, hemşire hanım, işe erken gider. O bulmuş. Cümle kapısında yerde yatıyormuş. Bizi çağırdı. Allah rahmet eylesin.”

“Allah mı? Affetsin? Allah?” diye bağırdı Maydanoz Halil.

“Başınız sağ olsun,” dedi aynı ses, soluğu odayı dolduruyordu. Her taraf anason kokuyordu.

“Ancak onun cenazesi anason kokar be, oynadı güldü de koku bile yerini buldu,” diye ağlamaya başlayınca Mutlu.

“Dövecem şimdi seni ha, apır sapır konuşuyon yine. Baksana Seyfullah Abi’n nerede?”

“Arka odada yatağa yatırdık. Belediyeye haber verdik, doktor gelir şimdi.”

“Teşekkür ederiz.”

“Evet abim, daha sıcak da maalesef, Allah rahmet eylesin.”

“Oldu,” dedi donuk bir yüz ifadesiyle Halil. Ne yapacağını bilemez bir hali vardı. Bir yere gitmiyordu, hareketsiz yalnızca konuşuyordu.

“Sabah daha çok erken vakitti ya, gün yeni doğuyordu sayılır, ‘Mesai başlayınca ilk iş size gelirler,’ dedi belediyedeki görevli.”

“Cenaze işleri çarçabuk halledilir bizim memlekette,” dedi Mutlu, otuz iki dişini de gösterir müteşekkir bir gülümsemeyle komşuya.

“Ben sizi yalnız bırakayım. Kendisi mi haber verdi rahmetli? Bu arada sifonu da çekmedik, baya kan var, neyse doktor belki görmek ister siz de çekmeyin bana sorarsanız,” diyerek kapıya yöneldi bilmiş komşu, “tekrar başınız sağ olsun.”

Ne yani biz taksiye atlayıp da yardıma gelene kadar kodun gittin beni, şu Mutlu olacak sığırla bir başıma. Olacak iş mi? Sana içme dedi o kasıla kasıla konuşan doktor. Ağzını şaplata şaplata onu taklit edeceğine azıcık kulak assaydın ya dediklerine. Son sözün de “İnşallah,” oldu be Seyfullah. Onun adıyla terk ettin bu dünyayı kurban olduğum.

Salona geçti Halil. Mutlu da peşi sıra. Birer sigara yaktılar. Üçlüye oturdular. Ortalarına da çıplak kadın figürlü döküm kültablasını koyup sessizce sigaralarını içtiler. Sigaralarını kadının vücudunda söndürünce ellerini nereye koyacaklarını ya da ne yapacaklarını bilmiyormuş gibi şaşkın ve anlamsız vücut hareketleri yaptılar. Bir ara bacaklarını kaşıdığını farkına varınca Maydanoz Halil sessizliği burnundan soluyarak bozdu.

“Sifon çekmezdi hiç.”

“Evet biliyom. Annesi çekmiş ömrü boyunca arkasından tuvalete girip.”

“Ulan Güler Teyze, ne tuhaf kadındın.”

“Seyfullah on dört yaşındaymış, babasını toprağa verdiğinde. Annesi ne kadar imanlı ise Seyfullah o kadar inanmazdı. ‘Ben annelere inanıyorum, kurt cinsi onlar, seni ister yerler ister yem ederler,’ derdi Güler Teyze’den bahsederken. İyilik yapmadığı bir kul yoktu Seyfullah’ın.”

“Peygamber gibi adamdı. Onu tanıyıp da iyiliğine denk gelmemiş insan yoktu çevresinde. Çocuğu yoktu ama hepimize baba olduydu. Onun dini ‘iyilik’ti be abi. Hatırlıyor musun ona, ‘Dinsizsin sen, senin aşın ekmeğin yenmez,” diye çemkiren kadına her bayram elleri dolu ziyarete giderdi. En son teyzenin kırk mevlüdünü okutup, cami çıkışı ekmek dağıttıydık, bildin mi?”

“Bilmem mi? Ne mendebur kadındı, toprağı bol olsun.”

“Ne demek Halil Abi o laf? Toprağı bol olunca ne oluyor ki?”

“Ne bileyim Mutlu ben? Ben güç bela anlatıyorum derdimi.”

“Türkçesi de pek güzeldi Seyfullah Abi’min. ‘Estağfirullah’a da fena takmıştı. ‘İnsanımız bu kadar sık kullandığı bir kelimeyi nasıl yanlış yazar ve okur, anlamıyorum.’ derdi hep.”

“Bal gibi anlıyordu da, işte…”

“Ben ondan başka hiç kimsenin Cumhuriyet’in bulmacasını bitirdiğini, bırak bitirmeyi, yaptığını bile görmedin be Halil Abi. Bana hapiste baktı, evlendirdi. ‘Adına sahip çık, yeter.’ derdi hep.”

“Son sözü…” diyerek gözlerine götürdü ellerini hızlı bir bilek hareketiyle sildi, iç çekti, nefes aldı derinden “Ne olacak şimdi Mutlu,” derken verdi büyük bir gürültüyle nefesini.

“Bunca insan ölünce ne olduysa o olacak abi.”

“Neymiş o lan? Tövbe estağfirullah.”

“Unutulacak.”


Editör: Mete Karagöl

Melike Pehlivan İşler
Latest posts by Melike Pehlivan İşler (see all)
Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close