Yazar: 19:37 İnceleme, Kitap İncelemesi, Öykü Kitabı

Ekmek ve Zeytin Kitap İncelemesi: “Ekmek ve Zeytin”i Bilenlere…

Bir acı bir parça ekmeğe, iki zeytine gizlenebilir mi? Acı, yaştan büyükse bunu basıştırmayı öğrenir küçük şeylere:  Bir resme, bir kelimeye, bir imgeye… Suskunluk çoğalır perde perde. Kalem çıkar kınından doğramaya başlar anıları. Süzer ve sürer ondan akan kanı yaşamın kalanına… Bir kadın okur bedende sağlam, yürekte hasta adamı. Bir anne sağaltır oğlunun yarasını ya da âmâ bir nene toplar ondan kalan kemikleri, bir başka kemikten ayrımsayarak…

Bildiriler, kelepçeler, kan ve açlık… Bir yalım yakıyor bir ömrü. İnsan kalabilmenin yükü ağırlaşır o vakit. Anılar batar da bir taş ağırlığında sessiz ve usul bilincin karanlığına, yüzde bıraktığı izi silinmez. Hiçbir gülüş, hiçbir varlık hali silemez o ömre sürülmüş karalığı, yüzde bıraktığı çiziği. Failler karışırken yaşamın meçhulüne ardında korkulu ve korkutan, acılı ve acıtan gözler bırakır. Zihin dolaşır akıllılık ve delilik sınırında. Hani o ince kılı çekse düşecek bir tarafa… Belki de daha o gün, orada çekti o kılı, seçti tarafını. Hiç durmadan konuştu durdu kendiyle çünkü ağırdı susmalar ve acının da bir dili vardı herkesçe okunamayan.

Ekmek ve Zeytin… Ahmet Büke’nin Can Yayınları tarafından çıkan 30 vurucu öykülük kitabı. Öncelikle esere şekilsel olarak bakacak olursak şunları söyleyebiliriz: Eser, 134 sayfa ve 30 öyküden oluşuyor. Öyküler ikişer, dörder sayfadan oluşuyor fakat sayfa sayısının nitelik göstergesi olmadığını bize en güzel şekilde gösteriyor. Öyküler, 2009-2010 yıllarının farklı zaman dilimlerinde yazılmış ve her öykünün sonuna bunun tarihi düşülmüş. Editörlüğünü Faruk Duman’ın üstlendiği eser, ilk baskısını 2011 yılında yapmış ve şu anda satışta bulunan baskısı öncekinden farklı kapak tasarımı ile yine Can Yayınlarından altıncı baskı olarak okurlara sunuluyor.

Eserin içeriği ile ilgili öncelikle şunu ifade etmeliyim ki eser, üzerine ne yazılırsa yazılsın tam hakkı ile ifade edilemeyecek bir eser. Anlatılabilirlik dışı bu eser, enine boyuna yaşanarak, üzerinde çarpılmanın etkisiyle dolaşılarak anlaşılabilecek türde bir eser. Büke; yalın, yoğun ve imgesel anlatımı ile sıradan bir kalem olmadığını daha ilk öyküsünde sezdirmeye başlıyor ve ortada sessiz bir çığlığın kulaktaki çınıltısını duyuyorsunuz. Öyküler ilerledikçe çınıltı acıya ve kanayan yaraya dönüşmeye başlıyor. Siz bir kır gezintisi düşlüyorsunuz belki ama o sizi fikir kırlarında gezdirirken kocaman arı kalemi küçük batılarla değip geçiyor zihin derinize. İşte sonrası başlıyor. Öyle imgelerle öyle duygular buluşuyor ki bize adeta “Buyur okur, al bununla baş et bakalım,” diyor.

“Anne sana diyorum: El bezine kustum bu sabah. Senden kalan son tığ işiydi. Hem babayı hem oğlunu aldık diyorum sana. Çocuk sarılmıştı babasının kemerine. Göz göze göz kurşuna geldik. Hepsi parmağımızın ucundaydı işte Hızlıca çektik tetiği. (…) Anne el bezini yıkadım. O babayla oğulun gözlerini sildim. Kurşun deliklerini tıkadım. Yoktular…”

Büke, öykülerinde bize günlük yaşamda aramızda olan hatta arasında olduğumuz bu denli derinliğin vukfuna eremediğimiz insanların kafalarının içinin resmini gösteriyor. Suskun ya da silinmiş bedenlerin hiç susmayan kafa sesleri satırlarda imge ve duygu buluşmaları ile sunuyor bize. Anneler, oğullar, aklı yitikler, işsizlik, açlık, asker, kan, kriminal gibi olayların, durumların  insanların zihnindeki ve ruhundaki parçalanmaları bağırmadan ama insanın içini oyan bir üslupla veriyor. Üslubun özgünlüğüne eş başlık seçimleri de henüz yazıya başlamadan sizi bir adım duraklatıyor. (Kemik Suyuna Köpek ve Hayalden Yaşadı Onlar/ Tok Uyku Utanır Gibi Oldum Senden/ Tanrı Zar Atmaz…)

“Bize ekmeği ve zeytini öğreten anneme” şeklinde başlayan ve yazarın annesine adadığı, aynı zamanda kitaba ismini de veren eserde “Ekmek ve Zeytin” başlıklı bir öykünün bulunmamasını yazarın bir parça ekmek ve zeytinin insan yaşamındaki kutsiyetiyle  öykülerindeki insan yaşamları arasında yaptığı ironi olarak değerlendirdim. Tabii ki bu benim bakış açım olmakla belki Büke’de çok farklı bir manası gizlidir. Her bir öyküsünü ayrı ayrı sevmekle birlikte özellikle “Nenem Buldu Beni” “Hidroloji Mühim Mevzu” “Tanrı Zar Atmaz” “Son Yemek” “Kemik Suyuna Köpek” ve “Hayalden Yaşadı Onlar” “Künt Ağrı” “Dua” “Tok Uyku Utanır Oldum Senden” adlı öykülerini biraz daha öncelikli sevdim. Benim gibi delilik sınırında öyküler ve sıradışı kafalardan, kalemlerden öyküler okumayı seviyorsanız Ahmet Büke’nin bu özgün, yoğun ve vurucu eseri tavsiye olunur.

Alıntılar

“İnanmak ölümü bile yavaşlatıyor.”

“Ey kullarım eşit yaratmadım her şeyi. Biriniz ısınırken öbürünüz üşüyecek. Ve bekleyecek mutluluk sürüsünün ona koşmasını.”

“Avucumu açtım, son simit lokmam duruyor. Henüz yemedim onu. İnsan hiç son umudunu yer mi?”

“Utanıyor herhalde, dedim. O belki böyle doğmadı. Sonradan gördü dünyanın kışını.”

“Tok yatınca yağmur da işlemez adama. Biraz utanır gibi oldum. Sonra hiç dinlemedim, kapadım gözümü.”

Editör: Enes Yılmaz

Visited 19 times, 1 visit(s) today
Close