Yazar: 19:00 Öykü

Durmuş Enişte’nin Topukluları

Tehlikeli sayılmam artık. Kalbimi kalın bir kitabın arasında kuruttum.
Didem Madak

                                                                                             

Nalan, belediyenin bankında yerini kapmış gene. Sabahı zor etmiş. Ağzında sakız. Caggıdı cuggudu. Güneşten kamaşmış, kapanmış gözleriyle yukarı bakarak, “Haydi, Kezban Abla! Çerçi Muammer sümsüğüyle Kokar Sütçü Memet bile gün içine dağıldılar.   Nerede kaldın. Gel de iki lafın belini kıralım,” diyor. Kapının eşiğinden kaldırmadığın minderinde yerini aldın yine. Tabii başında herif yok!  “Durmuş, kahveden gece yarısı geldi. Gitsin hele inerim.”  Ah Nalan! Ne zaman uyandın kız sen? Bir yaşındaki emzikli çocuğuna sütünü verdin de iki süpürge vurdun halıya. Hangi ara attın kendini sokağa? Herifi bir savsam. Atacam ben de minderle kendimi kaldırıma. Bulgurun taşını ayıklayıp paspasları silkeleyinceye kadar uyanmış Durmuş. Gidiyor.   “Kahvaltı yapmadan mı gideceksin?” diyorum. Ses vermiyor. Bakmıyor bile. Yine kahveye gidiyor belli. “Gidip de dönmeyesice herif,” diye diye dilime yapışıyor beddua. İşe yaramadı hiç domuza. Keyif çayı mesela. Sayıyorum da sayıyorum Durmuş’a. Tık yok. “Nereye Durmuş?” Tık yok. “Cehenneme kadar yolun. Nalan kız, geliyorum ben. Gitti geberesice herif,” diyorum.  “Aman abla tövbe et. Allah korusun,” diyor. Yetim çocuğuyla geçimini sağlaması için kahveden yardım topluyor diye kıyamıyor Durmuş’a.

İki tığ dürtüp laflarız, diye iniyorum.  Ev, karabasan gibi geliyor üstüme üstüme.  Evlendik evleneli Durmuş böyle. Ben söylenirim duymaz. Hiç değişmedi. Niye değişsin? Dünya şeyinde değil herifin. Daha oturur oturmaz Nalan, kurtlanmış, “Akşam bir düğün olsa da gitsek abla,” diyor. Gözümü ayırmıyorum işlediğim oyadan. “Hı hı,” diye geçiştiriyorum,  “Abla canın mı sıkkın, Durmuş Abi’ye mi kızdın?” sorusuna bile cevap vermek gelmiyor içimden. Öyle kızgınım Durmuş’a. Başlıyor art arda liste yapmaya. İllâki düğüne gidecek. “Sen git düğüne Nalan, benim keyfim yok,” diyorum. Israr ediyor. “Olmaz abla ben izin alırım Durmuş Abi’den. Stres atarız, fena mı olur?” Sen kimsin de yirmi yıllık kocam, bana izin vermeyip sana verecek? Yok, dul avrat çenesi açıldı bunun, susmayacak. “Bu aralar hiç hısım akrabadan da evlenen falan yok abla,” diyor. “Hı hı,” desem de turşu dedirtmiyor. Konuşuyor da konuşuyor. “Nasıl olsa belediye düğün salonunda her akşam düğün olur. Oturuversek bir köşeye.  Kız evi, oğlan evinden gelmişler sanır. Oğlan evi, kız evinden gelmişler sanır,” deyince krize giriyorum. Az önce ciğerleri şişen kadın ben değilmişim gibi basıyoruz kahkahayı. “Sarı kola içeriz, on katlı kremalı yaş pasta yeriz,” diyor. Şeytan tüyü var bu kadında. Tavlanan dilimin suyu akıyor, “İçeriz. Yeriz be Nalan,” diyorum. “Hah şöyle abla, kim tutar bizi,” diyor.

 Çipil çipil gözlerinin mahmurluğuyla yeni uyanıp gelen Nalan’ın oğlu Osman, kucağıma oturarak, “Anne anne, mamma,” diyor. Yadırgamıyorum bana “anne anne” demesini. Alıştım. Gülerek, uzatıyorum Nalan’ın kollarına, “Ayol mama da meme de ananda,” diye. Bana doğduğundan beri “anne anne,” diyor. Bizden çıkmayan bu tombik, sarı çocuk Durmuş’a da “baba” diyor. Allah var, yetim olduğu için Durmuş bu çocukla çok ilgileniyor. Bizim çocuğumuz olmadığı için ben de seviyorum bu altıntopu. Nalan, bluzunun yakasından çıkarıyor koca koca memelerini, dayıyor Osman’ın ağzına. Sokak ortasında gören olur diye çekinmiyor. Düğün planları kurmaya devam ediyor. “Düğünden sonra çelenklerdeki kırmızı karanfilleri de toplar geliriz. Suya koyarız, mis gibi kokar,” diyor. İçimi kemiriyor yine sustuklarım. Ertelenmiş hayalleriyle çürüyecek çiçekler, diyorum. “Kokar ya, mis gibi kokar,”

Nalan, kanaviçesine mor menekşeleri işlerken bana soruyordu. “Abla, bak hele nasıl olmuş?” Her şeyi de senden öğrendim, küstüm yastıklara pek güzel gider, dedin; bak mor menekşe gerçek gibi duruyor. Ne tertipli, düzenlisin be abla. Sendeki marifet şu mahallede kimde var? Amma güldürmedi seni Durmuş abi.” diyerek içimdeki ateşi fitilliyor. Değiştiriyorum konuyu.

“Nalan. Senin düğün de pek güzeldi, davullu zurnalı kapının önünde halay çektik mahallenin bir ucundan bir ucuna kadar. Çeyizlerini ellerimle düzdüm,” diyorum. İçini kıyan bir sesle, “Valla abla ne güzel günlerdi. Benim adam öldü öleli laf olur diye giyinip kuşanıp bir gezemedim,” diyor. Kendi derdimi, kaldırım taşlarında açan çiçeklerin umuduna bırakarak, “Haydi, kız Nalan! Bozduk mu niyeti? Akşam düğüne gider miyiz? Eski günlerde olduğu gibi,” diyorum. Keyfimiz yerine geliyor.

“Durmuş abi içip içip dayanmasın düğün salonuna,” diyerek alaysı alaysı gülüyor. “Merak etme, o gelmez. Gelse de geç gelir. Beni gördüğü yok hödüğün,” diyorum. Tekinsiz soruyor. ”Sahi abla, Durmuş Abi’yle beraber yatmıyor musunuz siz?” diyor. “Sus kız, sus. Nerden çıkardın? Bizi mi dinliyorsun?” diyerek, yılanın dilini sündürdüğü gibi ısırıyorum Nalan’ı. “Duymayayım bir daha böyle edepsiz laflar,” diyorum. Diyorum da bu cinli karı nereden biliyor? Evde olanı gideni Osman mı söylüyor? Yok anam, kurt gibi bu karı milleti. Her şeyi anlıyor. Nalan’la sözleşip ayrılıyoruz.  Kız evi sorarsa oğlan evinden, oğlan evi sorarsa kız evindeyiz diyeceğiz. Bir de Durmuş basmazsa. Değmeyin keyfimize.

Düğün salonunun spot ışıklarından gözlerim kamaşıyor. Akşam, orkestra ekibi çoktan başlamış saza söze… Repertuvarında, Erik Dalı Gevrektir. Omuzlarımı, kalçalarımı kıvıra kıvıra oynayarak Nalan’ı aramaya koyuluyorum.

“Amanın basmaya gelmez, Haydi basmaya gelmez, El gızı naziktir, Aman küsmeye gelmez.”

Gelinle damadın masasının dibinden yer kapmış. Bakınıyor etrafa. El kol sallayıp yanına gidiyorum. Osman’ı kucağına basmış, emdiriyor utanmadan yine. “Kezban Abla, nerede kaldın? Gelmeyeceksin sandım. Vallahi darılacaktım?” diyor. “Kız anca başımdan savdım Durmuş’u. Durası tuttu. Çıkmadı bir evden,” diyorum. “Danasını emen buzağı gibi olur olmaz her yerde sündürme şu hıyarlarını,” diyorum da alamıyorum Nalan’ın üzerinden gözlerimi. “Aman böyle de pek güzel olmuşsun Nalaaan. Bu kıyafetler yeni mi? Hiç görmediydim üstünde. Vay, topuklu ayakkabılar da giyermiş. Çıkar da bir deneyeyim,” diyorum. Gönlü kırık kamış gibi sızlanarak, “Aman abla. Sana olmaz, kırk numara bu. Elbiseler görümcemin. Topukluları da Durmuş aldı,” diyor. Ağzını düzeltip “Aman işte, Eniştem Durmuş,” diyor. “Dolaptan buldum buluşturdum ben de, almaz benim cimri herif,” “Durmuş’ları hep cimri sanırdım. İyi etmiş sağ olsun Durmuş Enişten.”

Eniştesinden hiç söz etmezdi. Görümcesiyle de küs değil miydi bu? Kocam öleli bir yeğenine bile üst baş almadı, diye ağlamadı mı? Neyse herkesin kendi evinin içi, barışmışlar belli. Keyfi yerine gelsin diye, “Bol bol fotoğraf çektiririz topuklu ayakkabılarınla. Atalım göbekleri de eritelim şu yağları kız,” diyorum.

Kıkırdaşıyorken bir el omzuma dokunuyor arkamdan. “Siz kimlerdensiniz hanımlar?” diyor sesi kalınca, kendi sıska altmışlık moruk. Nalan, “Bize sesleniyor bu abla,” diye kulağıma fısıldıyor. “Dur sen. Ben onu nasıl madara edeceğim,” diyorum. “Kimsiniz, tanıyamadım kuzum?” diyorum. Sinirleniyorum. Çattık be. Ben rahatsız olmadım seni tanımadığım için. Sana ne oldu be kadın! Nalan, sakinleştiriyor. Kavgaya değil üfunet dağıtmaya geldiğimizi söylüyor. Muşmula suratlı karıyı omuz silkeleyip atıyoruz başımızdan.

Gelinin üzerindeki gelinlik takılıyor gözüme. Pek güzelmiş. Ben giyemedim gelinlik. İçimde kaldı. Ama yaşı pek geçkin. Kız kurusunun surata bak, bebek gibi oğlanı kapmış mahlata. Fesatlık damarlarım azıyor. Nalan içimdekileri okuyormuş gibi. “Abla, durmuş durmuş turnayı gözünden vurmuş vallahi. Vurmuş da vurmuş,” diyor. Sen şu iti anma çomağı da hazırlama, derken Durmuş’la göz göze geliyoruz. Kahkaha atarak yükleniyor asabi kanıma, “Âlemsin Kezban Abla! Hadi kalk oynayalım, ufuneti atalım üzerimizden. Kezban Abla, dinlemiyor musun beni?” diyor. Dinlemiyorum Nalan’ı. Tuvalete gideceğini söylüyor.  Gözlerim, karşımda ızbandut gibi duran Durmuş’u arıyor. Ayağa kalkıyorum. Yok. Kayboluyor. Tabanları yağlayıp kaçmam lazım. Zihnimin köşelerinde uçuşuyor Durmuş’un küfürleri. Nalan’ı bekliyorum. Gelmeden gidersem küser şimdi. Takı töreni başlıyor. Kargaşadan fırsatını bulup sıvışayım. Bu kız tuvaletin deliğine mi düştü? Gidip bakayım, o eğlenmeye devam etsin. Arıyorum yok. Tuvaletlerde de yok. Ya pasta yiyor ya çelenklerdeki çiçeklerin topluyor. Ortalıkta görünmeden ara sokaklardan eve gidiyorum. Nalan’ın ışıklar kapalı. Düğünden dönememiş demek.

Eve giriyorum. Durmuş’un odasından sesler geliyor. Aralıyorum kıynaşık kapıyı. Nalan!   Durmuş bizim Nalan’la mercimeği fırına vermiş. Konduramıyorum. Öyle şok falan da yaşamıyorum. Beynim, aklım yerinde. Sessizce mutfağa geçiyorum. Tekinsiz. Sakinim. Kızıyorum Nalan’a. Maya gibi avratsın. Çerçi Muammer’e sümsük, Sütçü Memet’e kokar der beğenmezsin de benim ellilik saçı kabak, kıçı ötürek Durmuş’a mı zamkinos oldun avanak.  Yemek yerken tiksinirim. Al tepe tepe kullan. Ah, Durmuş ah! Ben günlerce bulgur pilavına talim edeyim, Nalan’a topuklu ayakkabı almışsın. Nalan’a üzülüp Durmuş’a kızıyorum. Aldatılmanın neticesi. Çekirdeği çit çit çitlerken, vaktinden sonra açan şok olma seanslarım çakıyor beynimde. Beynim meynim kalmıyor. Şok şok şok. Bu Nalan’nın sıpası Osman’ın, bana “anne anne” Durmuş’a da “baba,” dediği geliyor aklıma. Asıl avanak karı sensin, diyorum. Yüksek yüksek tepelere değil evimin içine ev kurmuşlar. Bekliyorum odadan çıkmalarını. Çit… Çit…  Çitliyorum enayiliğime. Uzadı bu merasim. Dilim buruştu çitlemekten. Bunlar kaçıncı seansa geçti? Çıkmıyorlar bir türlü. Haydi! Durmuş, bir saat on beş dakika oldu. Ulan adamla odaları ayıralı on yıl oldu. Kendini bilmez yatar ayyaş köpek. On beş dakikalık iş, çıktı bir saat on beş dakkaya? Yok çıkmayacaklar. Uyudular mı geberdiler mi bakayım bari. E, neredeler? Kimse yok ortada. Nasıl yani? Gözlerimle gördüm ikisini. Kaşla göz arasında çitilerken kaçırdım. Keklikle benim öküze, dümbelek çalacaktım daha. Kurtları tam dökecektik Nalan’la. Elbet denk gelecekler.

Sabah olunca, aşağıya gücün atıyorum kendimi. Eve girerken fark etmediğim Nalan’ın topuklularını giyiyorum. Kırk numara bol geliyor ayağıma. Kapısının önünde de terliklerimi görüyorum. Kafası duman olmuş, karıştırmış belli. Çalıyorum zili. Harpten çıkmış kuduruk beygir gibi çemkirerek, “Aman Abla pek yorgunum, ben çıkmayacağım sokağa,” diyor. Kapıyı üstüme kapatırken topuklu ayakkabıları silkeliyorum üstüne.

“Durmuş Enişte’nin topuklularını unutmuşsun benim kapıda,” diyerek, terliklerimi giyip çıkıyorum yukarı.  

Editör: Hatice Akalın

Visited 13 times, 1 visit(s) today
Close