Yazar: 11:30 Anlatı

Satılmış

Saniye, kuyudan çektiği suyu bakraçlara doldurdu. Eğilip kalkmaktan ağrıyan belini dinlendirmek için durdu. Hafif gerindi. Terden entarisi üzerine yapışmıştı. Yüzüne dökülen saçlarını iki yana savurdu ve topladı. Etrafına bakındı. Konağın ikinci katının penceresinde Kemal’i görür gibi oldu. Kalbi iyice hızlandı. Büyükhanıma karşı gelebilen tek torundu o. Zöhre Hanım onu aşağılarken, “Sana hizmet edenlere karşı daha nazik olmalısın, onlar da insan,” dediği gün fark etmişti Kemal’i.

“İşime karışma sen. Bunları bilmezsin, boşlamaya gelmezler. Hemen salarlar kendilerini,” diyen yaşlı kadının karşısında, dimdik durup savunmuştu onu Kemal.

“Nasıl konuşuyorsun babanne?”

“Bana hesap mı soruyorsun?”

“Estağfurullah. Sadece yanlış davrandığını söylüyorum.”

“Hıı. Şuna bak. Dünkü çocuktan öğreneceğim doğruyu yanlışı.”

“O da insan.”

“Parası neyse ailesine verdim, iş görsün diye aldım. Satılmış’ı korumak sana mı kaldı? Hem ben bilirim bunların nasıl insanlar olduklarını.”

Saniye odadan çıkarken gözyaşlarını tutamayınca, “Yok, anlaşamayacağız seninle,” deyip arkasından gitmişti genç kadının.

“Sen ona bakma. Yaşlı işte. Ne dediğini bilmiyor,” diye hayıflanırken, Saniye’nin korkudan titreyen ellerini sıcak ellerinin arasına almıştı.  Kemal’in ellerinden yüreğine yayılan sıcaklık günlerce gecelerce aklından çıkmamıştı.

Zöhre Hanım bu konuşmadan sonra Saniye’yi defalarca sıkıştırmış, ağzından laf almaya çalışmıştı. Kemal onu neden korumuştu? Aralarında ne vardı? Hiç heveslenmesindi. Ağa torununa onun gibisini mi alırlardı? Yeminler ettiyse de inandıramadı. Bir gün Kemal’e anlattı olanları.

 “Gül geç Saniye. Sen bilmiyor musun Zöhre Sultanı,” deyip yanağını okşadı genç adam.

O günü hatırlayınca yüzüne bir gülümseme yayıldı. Biraz daha soluklanıp yeniden su çekmeye başladı. Büyükhanım kalkmadan gümüş ibriğe suyu doldurmalı, leğeni hazır etmeliydi. Azar işitmek istemiyordu. Su ağacına geçirdiği bakraçları omzuna aldı.  Merdivenlerde Kemal’in onu beklediğini fark etti, adımlarını hızlandırdı. Karşı karşıya gelince başını öne eğdi. Su ağacını almak için hamle yapan genç adama, “Şimdi bir gören olacak beyim. Gözünü seveyim,” dediyse de durduramadı. İçeriden Zöhre Hanım’ın sesi duyuldu.

 “Saniyeee. Neredesin Allah’ın cezası?”

Acele ederken sendeledi. Kemal, düşmekte olan Saniye’yi dirseğinden yakaladı. N’olur karışma, dercesine baktı. Büyükhanım görecek diye aklı çıktı.

“Geldim büyükhanımcım,” diye seslendi.

“Geldim büyükhanımcımmış. Seni ahmak. Sabah ezanıyla kalkıp bir iş beceremiyorsun.”

“Su çekiyordum. Kahvaltıyı hazır ettim.”

“Sana kahvaltı mı sordum? Getir şu leğeni.”

Saniye hızlıca yatağın önüne diz çöktü. Hanımı elini yüzünü yıkarken söylenmeye devam etti. “Yok yok, olmuyor seninle. Yavaşsın sen. Geri göndereceğim bu gidişle. Verdiğim parayı da isteyeceğim üvey babandan.”

“Ama hanımım. Elimden geleni yapıyorum.”

“Demeden yaptığın bir iş yok.  Kalk da giydir beni,” dedi yardım etmeye davranan Saniye’yi iteklerken. Neden sonra vazgeçti.

“Çekil çekil, vazgeçtim. Kendim değişirim üstümü.” Ayağa kalkmaya çalışırken, yerde duran ibriği devirmeyi de ihmal etmedi.

“Aptal Saniye, dikkat etsene! Su döküldü.”

“Şimdi silerim.”

“Önce beni aşağı indir. Salonda edeceğim kahvaltımı.”

Zöhre Hanım’ın koluna girip merdivenlerden inmesine yardım ederken, bir gün şu merdivenlerden yuvarlanmıyor yaşlı cadı, diye geçirdi içinden. Ne iyi olurdu. Zöhre Hanım’ı masaya oturtup tekrar yukarı çıktı. Yeri sildi iç sıkıntısıyla. Neden böyle yapıyordu? Ne istiyordu ondan? Suyu döktüğünü görmüştü. Her işini yokuşa sürüyordu. Gerçekten geri gönderir miydi onu?

Yeniden çağrıldığını duydu. “Saniye, öldüm açlıktan. İlaçlarımı içmedim daha. Kime diyorum ben.”  

Koşarak mutfağa girdi. Kahvaltı sinisini aldı. Kemal, kapıda durmuş onu izliyordu. Fark edince irkildi.

“Korkma, benim.”

“Fark etmedim, ondan oldu.”

“Sana yine iyi davranmıyor değil mi?”

Cevap gelmedi.

“Hala benimle ilgili sıkıştırıyor mu?”

“Artık yapmıyor. Aramızda bir şey olamayacağını anladı sanırım.”

“Olamaz mı dersin?”

Zöhre Hanım’ın sesi duyuldu Kemal’in arkasından. Onun geldiğini ikisi de fark etmemişti. Torunun kolundan tutup kendisine çevirdi.

“Ne olmaz mıymış? Bana desene hele.”

“Ya babaanne, sen bizi mi gözetliyorsun?”

“Şuna bak. Siz kimsiniz ki sizi gözetleyeceğim? Açlıktan şekerim düştü. Kahvaltımı beklerken bir hal oldum. Şuna bakmaya geldim.”

“Saniye onun adı. Sa-ni-ye.”

“Boş ver onun adını da, ne oluyor burada onu açıklayın bana.”

Saniye korkudan titreyen sesine hâkim olmaya çalışarak, “Kahvaltınızı almaya inmiştim de. Kemal Bey’de bura…”

“Kenarın dilberine bak sen. Kızım, ben sana günlerce sormadım mı Kemal’le aranızda bir şey var mı diye? “Yok hanımcım, hiç öyle şey olur mu hanımcım?” demedin mi? Eee, bayağı bir şey olmuş bak.”

“Babaanne!”

“Kemal, sana demedim mi ben bunların ciğerini bilirim diye. Sonun Orhan amcan gibi mi olsun istiyorsun? Bir kadın uğruna terk etti anasını atasını. Sürünüyormuş şimdi. Beter olsun, beter.”

“Hanımım ne olur…”

“Sen sus. Topla pılını pırtını kaybol ayağımın altından. Üvey baban gelip seni alana kadar görünme gözüme.”

Yaşlı kadın torununu önüne katıp söylene söylene salona yürüdü. Saniye, Kemal’le göz göze gelmeye fırsat bile bulamadı. Elindeki tepsiyi düşürmemek için tezgâha bıraktı. Açık mutfak penceresinden içeri giren sabah yeli içini ürpertti.

Editör: Çisem Arslan

Nilüfer Çeken Özbay
Latest posts by Nilüfer Çeken Özbay (see all)
Visited 10 times, 1 visit(s) today
Close