Yazar: 18:55 Öykü

Dört Yapraklı Esma

“2012 yılında yaklaşık 20.000 aile, 16 yaşından küçük kızlarının evlenmesi için izin talebinde bulundu [1]. 2010 ve 2013 arasında, reşit olmayan kızlarının (15 yaşından küçük) evlenmesi için izin başvurusunda bulunan ailelerin sayısında % 94 artış oldu [2]. Türk hükûmeti tarafından desteklenen 2013 Hacettepe Üniversitesi raporuna göre, 15-19 yaşları arasındaki tüm kızların % 7,1’i evlendi [3].”

“Esma! Gitti yine aklın! Getir şu odunları da ateşi harlayalım. Aklı yarım kız…”

Esma, huzurlu bir gülümsemeyle eğilmiş, yoncaları izliyordu. Birkaç saat önce yağan yağmurun damlalarını taşıyan yonca yaprakları, yeşili taze kalabalık bir cüceler topluluğu gibi yüzünü Esma’ya dikmiş bakıyordu. Ne kadar da çoktu bu yoncalardan. Acaba saymalı mı? Bir, iki, üç, dört…

“Esma dedim!”

“Tamam ana, geldim…”

“Odunlar nerede?”

“Yaş hepsi. Yakmayalım, yanmazlar zaten.”

“Esma, git! Git gözüm görmesin…”

Nihayet azat edilmişti. Artık, meraklı gözlerle kendisini bekleyen yonca kalabalığına dönebilirdi. Tekrar eğilip inceledi. Kaç tane saymıştı? Dört. Neyse, sayma işi şimdi çok vakit alırdı. En iyisi hâl hatır sormak, dertleşmekti yoncalarla. Derken, yapraktan yaprağa zıplayan bir böceğe takıldı bakışları. Gülümsemesi artarak, fısıldar gibi sordu:

“Nereye gidiyorsun?”

Ne kadar da çok bilmediği ot çeşidi vardı. Hoş; insanlardan da çok vardı bu dünyada ama onların da çeşitlerini bilmiyordu ki. Toprak, ne de güzel kokardı yağmurdan sonra. Şimdilik bunu bilmesi yeterliydi. Mutlu olmak için küçük şeyler bilmek kafiydi. Elleriyle nemli toprağı okşadı. Uzun uzun kokladı gözlerini kapatarak. Ne büyük mutluluktu şu an hissettiği.

“Fadime, bu kızın hâli nicedir böyle?”

“Oluşundan beri böyle. Kimse de istemiyor leyla diye. Bizimle eskiyip gidecek diye aklım çıkıyor. Habire böyle saf saf çiçeklerle, otlarla oyalanıyor işte.”

“Odunları ben getireyim mi?”

“Yok komşum, yetişir bunlar. Eli iş tutsun da evlendiğinde evi çekip çevirsin diye iş veriyorum ama nafile. Baksana, iki odunu getirmekten aciz!”

İki yaşı geçkin dertli kadın yanan ateşin başında ekmeklerini pişirirken, Esma hala toprağın büyüsünde, kendisinin hakkında konuşulduğundan bihaber, mutluluğunu tazeliyordu. Eğildikçe saç örgüleri yanağına değiyor, sanki Esma’nın merak ettiklerini onlar da merak eder gibi dikkatle toprağa bakıyordu. Derken bir kelebek gördü, “Allah’ım,” dedi, “keşke konsa bir yaprağın üstüne de uzunca izlesem.” Derken, kelebek uçuşundan yorulup, Esma’nın dileğini duymuş gibi döne döne kondu küçük bir çiçeğin üzerine.

“Adın ne senin?”

Usulca ve titrekçe uzattığı parmakları, kelebeğin kanadına değdi. Kelebek de bundan memnunmuş gibi, kıpırtısızca durmaya devam etti. Ne büyük ve büyülü bir manzaraydı bu böyle! Esma için bugün, cennet gibi bir gündü.

“Yaşı da geldi. Evermeyecek misiniz?”

“Kim alır bu yarım akıllıyı? Kör topal da olsa, ilk kapıyı çalana vereceğim artık. Böyle kız kurusu olup kalmasın başımıza. Hele bir el kapısı görsün de gelir aklı başına elbet. Bizi de adet bile görmeden vermediler mi baba yaşındaki heriflere? Dünyanın düzeni böyle. O da mecbur alışacak. Mektepmiş, kitapmış neyine?”

Esma, kaderini şekillendirmeye çalışan bu iki zehirli sarmaşıktan habersiz, toprağın dansını izliyordu. Ne de çok ne de renkli çiçekler vardı böyle! Eğilip, hepsini teker teker öptü. Başlarını okşamayı da ihmal etmiyordu.

“Üşümediniz değil mi? Bu mevsim, hep yağmur mevsimidir. Ama korkmayın, çok üşütmez bizim buraların yağmuru.”

Küçücük bir kız çocuğuyken, giydirdikleri çiçekli elbiseler geldi aklına. Hoş, hâlâ çocuktu ama zorla büyütülmeye çalışıyorlardı onu. Yine gülümsedi. Gülümsemesi, gördüğü tüm çiçeklerin rengiydi. Başını göğe kaldırıp, belli belirsiz dua etti. Biliyordu; Tanrı, oralarda bir yerlerdeydi. Sonra, yeniden eğilip bu yeşillik cümbüşüne, yeni yetme genç kızlığını katık etti. Gözleri, dört yapraklı bir yoncaya ilişti. Acıtmaktan imtina ederek, usulca çekip kopardı onu gövdesinden. Göğe kaldırıp, uzun uzun baktı:

“Sen şansmışsın, doğru mu diyorlar? Alıp götürsem seni, okumamı yasakladıkları o kitabın arasına koysam, uğurum olur musun benim? Beni bundan sonra hiçbir şeyden mahrum bırakmazlar mı seni saklasam? Göstermeyeyim anneme, kızar kesin yine. Ben, izin verselerdi eğer, adım Çiçek olsun isterdim. Benim adım Çiçek olsun mu bundan sonra? E, olsun madem, tamam.”

Alıp o dört yapraklı yoncayı, annesinin yanına gitti. Göstermeyecekti; saç örgülerinin en görünmez kestanesine sakladı o şansı. Yine buluşmak için o çiçeklerle ve otlarla, annesinin yarın yine ekmek yapmasını diledi. Bir iki damla gözyaşının okşadığı yanaklarını hiç ellemeyerek, göğe kaldırdı başını.

“Ben inşallah yarın yine geleceğim Allah’ım. Bu güzel çiçekler, ben gelene kadar üşümesin, yoncaların hepsi de dört yapraklı olsun. Bilmediğim evlerin, bilmediğim o insanlarına emanet etme beni. Ben çok yer kaplamam yarattığın bu dünyada, ama sen de beni duy ve kabul et. Olur mu?”

Esma’nın bu dünyadaki on beşinci baharıydı bu. On beş kez merhaba dedi dünyaya; on altıncı baharında, hiç bilmediği bir adamın karısı olduğunda da o dört yapraklı yonca, saçlarının arasındaydı hâlâ.

Her baharda, çamur olmuş o toprak arazide dört yapraklı yonca aradı Esma, bulduğunda da “Allah’ım, hiçbir kız çocuğu koparılıp da çocukluğundan, karısı olmasın birilerinin,” diye dua etti Tanrıya, ardından da eve seğirtti; doğacak kızına çiçekli entariler dikmek için, dikiş makinesinin başına…

Esma, hiçbir baharda, merhaba demeyi eksik etmedi dünyaya. Kızını doğurtup kucağına iliştiren ebe, odadan çıkana dek bekledi. Sonra, hiçbir çiçekte almadığı kokuyu duyup bu küçük kızda, gülümseyerek konuştu onunla:

“Çiçek olacak senin adın. Benim de aslında adım Çiçek, biliyor musun? Kimse bilmiyor, sen daha düşmemişken rahmime, ben koydum kendi adımı kendime. Ama şimdi, herkes senin adını bilecek. Senin adının Çiçek oluşu, benimki gibi giz kalmayacak. Büyüyüp de anladığında bu dünyayı, eğer sevmezsen sana verdiğim adı, değiştirirsin sen de. Kimseye de söylemene gerek yok. O güne kadar benim Çiçek’imsin, o günden sonra da sen ne istersen o. Büyü de kırlara çıkalım seninle. Daha çocukluğun bitmeden pis gözlerini üzerine dikecek olan, bir çiçek bile koklamamış o insanlardan uzaklara gidelim. Kırların ardında belki başka ülkeler vardır. Bir büyü hele…”

 

  1. “Üç kadından biri 18 yaşından önce evleniyor”. Cumhuriyet. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/uc-kadindan-biri-18-yasindan-once-evleniyor-3781

2. “New focus on child brides in Turkey”. Al-Monitor. https://www.al-monitor.com/originals/2014/01/turkey-marriage-child-brides-poverty-education-religion.html

3.  “Nüfus ve Sağlık Araştırması 2013” (PDF). Hacettepe University. https://web.archive.org/web/20190912014257/http://nsnbc.me/2013/10/14/one-three-child-marriage-turkey/

Editör: Çisem Arslan

Seda Nida Demir
Latest posts by Seda Nida Demir (see all)
Visited 65 times, 1 visit(s) today
Close