Yazar: 18:16 Kitap İncelemesi

Vahşetin Tohumu: Şeytan Ağacı

“Bazen gelecek biz bilmeden içimizde yaşar ve düşündüğümüzde kaçınılmaz bir gerçeğin kehaneti gibi sözler çıkar ağzımızdan.” [1]

Marcel Proust

Başkarakterimiz Jonathan Whalen, şirket ve birkaç bankanın sahibi olan zengin bir ailenin çocuğudur. Amerika’nın New York şehrinde yaşayan Jonathan çocukluktan beri psikolojik olarak sağlam bir yapıda değildir ve kişilik bozukluğu ve sonrasında babasının da boğularak ölmesi, akıl sağlığını kötü etkilemiştir. Bu olay karşısında annesini de bırakıp evi terk etmiştir. Roman, düzenli bir olay örgüsüyle ilerlemiyor. Hatta 1. ve 3. tekil şahıs arasında sürekli değişimler söz konusu. Bu yüzden romanın ilerleyiş şekli de kişilik bozukluğu yaşayan bir insan beyni gibi Jonathan’ın yaşadığı bazı olayları karmaşık sahneler halinde gösteriyor. Jonathan, çocukluğunda yakın arkadaş olduğu Karen adında bir kızdan daha çok cinsel anlamda hoşlanıyor. Ve o zamanlardan beri cinsel oyunlarla birlikte büyüyorlar. Jonathan, evi terk ettiği sıralarda farklı ülkeler geziyor ve uyuşturucu bağımlısı oluyor. Karen ise Jonathan’la yaptıkları şeylerle cinselliğe bağımlı hale gelerek hayatını farklı farklı erkeklerle geçirerek sürdürüyor. Bir süre sonra erotik dergilerde yer alıyor.

Jonathan, hayatındaki belli başlı insanların itiraflarını dinler ve bunlar arasında kuşatılmış gibi hisseder. İnsanların birbirlerini hiç anlamaya çalışmadığına kendisinin de anlaşılmak için çok karmaşık bir kişiliği olduğuna inanmıştır. “İç boğuşmam öylesine yoğundu ki alnımı ter basıyordu. Sanki varlığımın iki yarısı arasında fiziksel bir kavga oluyordu.”[2] Annesinin evinde hap içerek intihar etme girişiminde bulunması artık kişilik olarak tepkisiz bir yapıda olduğunu gösterir. Annesinin öldüğünü ise onun sevgilisinden öğrenmektedir. Annesinin sevgilisinin itiraflarını dinlerken, bunlar içinde annesiyle olan cinsel birlikteliği de vardır, hiç tepki vermez. Yazar Kosinski’nin bu romanında kendi hayatından da belli başlı kesitler olduğunu anımsamak gerekir çünkü kendisi de bu tarz aykırı bir zihne sahiptir ve edebiyatta rahatsız edici yazarlar arasındadır. Yahudi bir ailede doğmuştur. Küçük bir çocukken ikinci dünya savaşı sırasında Nazi’lerden kaçarak soyadlarını Lewinkopf’dan Kosinski’ye çevirmek zorunda kalmış, bununla beraber Katolik Hıristiyanlık dinini benimseyip Nazi vahşetinden kendilerini korumaya çalışmışlardır. Ailenin bu denli hızlı kimlik değişimi, Jerzy Kosinski’nin kişilik olarak dinlere karşı tutumunu ve insana bakış açısını etkileyen önemli faktörlerdir. Ve bunlar vahşetin getirdiği korkuyla gerçekleşmiş olup kitaplarında insan zulmüne karşı eleştirel bir Kosinski yaratmıştır.

Çocukluk aşkı Karen’in bir toplu ruhsal tedavi grubuna katıldığını öğrenince Jonathan da buraya katılır. Bu toplulukta hiç anlaşılmadığını kısa sürede anlar, hatta kitaptaki şu cümle Jonathan’ın ruhsal durumunu ve yazarın insanlara bakış açısını da özetler: “İşte, diye düşündüm, boş bir odaya kapatılmış, birlikte çocuksu oyunlar oynayan bir koca çocuklar topluluğu. Kimse öbürünü anlamıyor. Herkes kendi kandiline yapışmış, hepimiz aydınlanmayı bekleyerek karanlık mağaralarda dolaşıyoruz.”[3] Bu toplulukta kişilerin yaşadığı travmatik olaylar tiyatrolaştırılarak bir tedavi yöntemi geliştirilir. Karen’e göre ruhsal bozuklukların düzeltilmesi kırılan bir kemiğin yanlış biçimde kaynayarak sertleşmesidir ve onu tekrar kırıp yerine yerleştirmeden düzelmez. Orada bulunan başka bir kişinin sözleriyle de yazar, psikanalize bakış açısını yansıtır: “Bütün ruhsal tedaviler, kişisel psikanalizden toplu tedaviye dek ruhsal dengesizlik çekenlerin kendi kişisel duygusal gerçeklerini keşfedip bunlara uygun bir biçimde yaşamaları yerine onları toplum ölçülerine uygun kılmaya yöneliktir.”[4]

Yazar, Jonathan’ın annesi ve babasının ölümüyle aidiyetsizlik durumunu iki kalamarın çiftleşmesiyle metaforlaştırır. Erkek kalamar; meni taşıyan kolunu dişi kalamarın oyuğuna sokarken, aynı zamanda bu oyuk dişi kalamarın solunum borusudur, dişi boğulacak gibi olur ve kaçmaya çalışır. Bu sırada çoğu kez içeri sıkışmış olan erkek kalamarın kolu kırılır. Sakat kalamar kaçar, kopan kol da dişinin içinde yaşamaya devam eder. Kısa bir süre sonra kol yerinden çıkıp uzaklaşır ve bir deniz yılanına dönüşür. Bu deniz yılanı hiçbir şekilde çiftleşemez. Cinselliğin ta kendisi olarak nitelendirilen bu deniz yılanı Jonathan’ı tanımlayan bir canlıdır. Karen’le ilişkileri gariptir. Karen, Jonathan’a birlikte olduğu erkekleri anlatarak onun daha fazla dengesizleşmesine neden olur. Bir zaman sonra tozlar içindeki evine geri dönen Jonathan, şirketin başında aktif olarak çalışmaya başlar. Evine gelen mektuplar ve gazetelerdeki yazılarda annesi ve babasının nasıl öldüğünü ve onların bu zenginliğe nasıl ulaştıklarını görürüz. Sanayi devriminin gücünü de anlatan kitapta bitmek bilmeyen insan ilişkileriyle, onların yapmacık, basit hayat tarzlarıyla Jonathan’ın; babası gibi boğulduğuna şahit oluruz. Şeytan ağacı ismi de baobab ağacıyla ilgili bir inanıştan gelmektedir: “Yerliler baobab’a şeytan ağacı derler, çünkü inanışlarına göre, dallarının tutsağı olan şeytan, ağacı, tersine çevirerek cezalandırmıştır. Yerlilere göre, ağacın kökleri dalları olmuştur, dalları da kökleri.”[5]

Şeytan Ağacı, okuduğum ilk Jerzy Kosinski romanıydı. Psikoloji ağırlıklı yapısıyla, oldukça etkilendiğim farklı şeyler üstünde bilgilendiğim bir eser oldu. Muhtemelen diğer kitaplarını da okuyacağım. En çok bilinen, yankı uyandıran romanı Boyalı Kuş, Vaclav Marhoul tarafından sinemaya uyarlanmıştı. Filmin baş rolünün bir çocuk olması ve evinin olmaması, insanların zulmünden kaçarak rahat yaşamasını sağlayacak iyi bir insanı araması, Kosinski’nin hayati travmalarının izleriydi. Şeytan Ağacı’nda da bu sancıları görmek mümkün. “İnsanoğlunun maruz kaldığı sıradan şiddetle, vahşet arasındaki farkın ölçülebilir olduğuna inanmıyorum. sözleriyle şiddetin hep aynı boyutta insanda belireceğini vurgularken aslında fiziksel acıda olduğu kadar psikolojik acının da insan ruhuna yayıldığını söyler. Aynı şekilde insanoğlunun içinde büyüttüğü ve uyguladığı şiddetin de bir sınırı olmadığını anlatır. Vahşeti ve kötülüğü olduğu gibi yapıtlarında gösterir. Bunları gösterirken insani değerleri alt üst etmekten hiç çekinmez. Kosinski rahatsız eder. Rahatsız ettiği derecede kendisi de rahatsızdır. İntihar etmeden önce yazmış olduğu sözünde de bunu görürüz:

“Her zamankinden daha uzun bir süre uyuyacağım. Buna sonsuzluk deyin.”


[1] Şeytan Ağacı, E Yayınları, İstanbul, 1977, s. 11.

[2] Jerzy, Kosinski, a.g.e., s. 50.

[3] Jerzy, Kosinski, a.g.e., s. 130.

[4] Jerzy, Kosinski, a.g.e., s. 84.

[5] Jerzy, Kosinski, a.g.e., s. 245.

Editör: Melike Kara

Furkan Erşahin
Latest posts by Furkan Erşahin (see all)
Visited 15 times, 1 visit(s) today
Close