Yazar: 13:46 Röportaj

Bir Yazar – Beş Soru | Ali Onur Şahinoğlu

Sayın Ali Onur Şahinoğlu, “Bir Yazar Beş Kısa Soru” isimli yazı dizimize katıldığınız için teşekkür ederiz. Yazı dizimiz önceden belirlenmiş ve isim ayırt etmeksizin yazarlara yönelttiğimiz beş kısa ve net sorudan oluşuyor. 

Ali Onur Şahinoğlu kimdir?

Uydu bileşenlerinin tasarımları üzerine çalışan bir makine mühendisiyim. Ulusal ve uluslararası projelerde görev alırken biyotasarım üzerine yüksek lisans yaptım. Ankara’da yaşıyorum. Amatör fotoğraf sanatçısıyım.

Mahlas kullanarak yazdığım şiirler felsefi içerikli makalelerim ve eleştiri kategorisindeki denemelerim birçok dergide yayımlandı. Bütün şiirlerimin “güzele” aynı mesafede olduklarını düşünmüyorum; bazıları yakınına bazıları uzağına düşüyor. Bir mektubunda, “Şiirin ne olduğunu biliyorum ve yapamadım,” yazarak insanın ötesini isteyen Ahmet Hamdi Tanpınar’ı daha iyi anlıyorum. Uzun yıllar bir bölge gazetesinde yaptığım köşe yazarlığına, son iki senedir ulusal bir gazetede devam ediyorum.

Öykücülük benim için ayrı bir yerde. Benimle beraber olgunlaşan, edebiyat anlayışım ne denli gelişirse o denli geliştirdiğim bir uğraş. Bu durum beni, hayat boyu sürecek bir dersin hem öğretmeni hem öğrencisi yapıyor.

Sen Saklandın Gece Buldu isimli öykü kitabını neden yayımladınız?

Romantik kaçabilir ancak: Zamanı geldiğinde ağaçlar neden yapraklanırsa, yavru kuş neden yuvadan uçarsa, yanardağ neden patlarsa sanırım ben de kitabı bu yüzden yayımladım. Bu dünyada her şey vaktini bekliyor. Saate bakıp ölçebildiğimiz vakitten bahsetmiyorum. Bence muhtelif işlerimizin akıbeti için doğasını kavrayamadığımız farklı vakitler var. Helvacı, helvaya ne zaman şeker katacağını biliyor.

Düşünür, asıl sanat eserinin, sanatçının kendisi olduğunu, okuduğumuz kitapların, seyrettiğimiz filmlerin, izlediğimiz tabloların bu sanat eserinden taşan kısım olduğunu söyler.  Bilsek de bilmesek de bütün çabamız sanatçıyı tanımaktır, sanat eseri bizi ilgilendirmiyordur. Picasso’nun sanırım, “Sanatçının ne yaptığı önemli değil. Ama sanatçı kimliğini taşıyan insanın ne olduğu önemli. Bizi çeken, Cézanne’ın kaygısı, Van Gogh’un ızdırabıdır,” gibi bir sözü vardı.

Bu nedenle, “Neden yayımladınız?” sorusunu, “Neden yaşadınız?” sorusuna çevirebiliriz. Böylelikle, sadece kitabını yayımlayan bütün yazarlarla değil, piste çıkan atletle, sahneye çıkan ses sanatçısıyla, makalesi kabul edilen bir akademisyenle de aynı düzlemde buluşuruz. Biraz önce yukarıda bahsettiğim sanat eseriyle bize estetik bir haz veren, bizi heyecanlandıran, duygulandıran, verdiği bilgiyle düşünmeye sevk eden ya da yaptığı buluşla hayatımızı kolaylaştıran insanın oluşumundaki dönüm noktalarının izini sürebiliriz.

Benimki dahil olmak üzere bu yaşam öyküsü kalabalığında iki ortak dönüm noktasının öne çıkacağını düşünüyorum:

-Hayatın iniş ve çıkıştan oluşan bir döngü olduğunun fark edilmesi,

-Kişinin kendisine karşı dürüst olması.

Dürüst insan kendini bilir. (Belki ünlü, “Kendini tanı!” düsturu, “Dürüst ol!” demektir.) 1995 yapımı The Addiction filminde, felsefe doktorası yapan kadın kahramanı, gece evine dönerken vampir ısırır. Filme ismini veren “kana karşı susuzluğu” giderek artar. Sonlara doğru kahramanın ortadan kaybolması gerekir. Öldü diye biliniyordur ve içinde olmadığı bir mezarı vardır. Sonunda kendi mezarına çiçek bırakıp uzaklaşırken şunu duyarız: “…Kendini bilmek, kendini yok etmektir.”

Neden yayımladınız? / Neden yaşadınız? sorusunun cevabı, kaçışın mümkün olmadığı eş zamanlı bir yapım ve yıkımdır.

Neden okuyorsunuz?

Bir koyunu gördüğünüzde bütün koyunları görmüş olursunuz. Bir atı gördüğünüzde bütün atları görmüş olursunuz. Ama bir insanı gördüğünüzde bütün insanları görmüş olmazsınız. Bu, okumak eylemini tetikleyen ilk kısıt. İkinci kısıtsa, insan ömrünün ne zaman geleceğini bilmediğimiz bir sona doğru ilerleyişi. Bu meçhul sınır düşünüldüğünde en küçük mutluluk, heyecan hatta üzüntü bile büyük önem kazanıyor. İnsan tadamayacağını bildiği duygularla dolup taşmak istiyor. İşte bu bilmediğimiz insanlarla tanışmak, bu duygulanımları yaşamak için okuyoruz.

Bu genel anlayışın yanında, okuma eyleminin benim için farklı bir anlamı var. Yalnız kalmadan büyük işler başarılamayacağını düşünüyorum. Okuma eylemi içimde, dışımda gerek duyduğum yalnızlığı sağlıyor bana. Dışımdaki yalnızlık, bulunduğum çevreden kopabilmemle mümkün. Genelde kitap okurken, film izlerken hiçbir dağınıklık olmamasını isteyen insanlardanım. Bu süreçlerin başlangıçları ve bitişleri olması gerektiğine inanıyorum. İçimdeki yalnızlıksa, sanat eseri oluşturma sürecinin yan etkisi saydığım iç sesin susturulmasıyla mümkün oluyor. Gerçi, düşünen biri ya da bir sanatçı için bu ses sürekli hale gelmez mi? Kimisi için Sait Faik Abasıyanık’ın, “Yazmasam deli olacaktım,” cümlesi, “Okumasam deli olacaktım,” biçimindedir.

Neden yazıyorsunuz?

Borges, Kum Kitabı’nda, “…ve zamanın akışını yumuşatmak için yazıyorum,” diyor. Bunun gibi beylik bir yanıtım yok doğrusu. Evet, ben de çocukken şiir yazardım. Çevremdekiler iyi olduklarını düşünüyor, ama şimdi değerlendirdiğimde estetik bir değer taşımadıklarını görüyorum.  Bu beyhude çabanın tespit edilmesi, sorunun cevabını ararken bana yol gösteriyor ve o bilinmez sırrı açığa çıkarıyor: Fıtrat. Ne yazık ki insanın “kendi” olması uzun zaman alıyor. Bu, farkında olmadığımız sebep.

Farkında olduğumuz sebepse, arayış tutkumuz. Simülasyon çağında yaşıyoruz. Her şey filmde söylendiği gibi: “…kopyanın kopyasının kopyası.” Bu durumda bize gerçeklik duygusunu veren tek çaba arayışlarımız. Bakınız, buluş demiyorum. Kimbilir kaç kere, bulduklarımız bizi yanılttı da kısıtlı bilgimizle doğrunun yanlış, yanlışın doğru olabileceğini öğrendik. Bulduklarımızın yanılsama olup olmadığından emin olamayız. Ama arayışımızın, yazarak çıktığımız yolculuğun gerçekliğinden emin olabiliriz; Kibrit-i Ahmer’in peşinde Endülüs’ten Anadolu’ya dek seyahat eden İbn Arabi, yatağından çıkmadan kesin bilgiyi arayan Descartes gibi.

Hayatın amacı sizce ne olmalı?

Edebi bir röportaj olduğu için inancımı konunun dışında tutarak cevap vereceğim. (Hoş, inancı nasıl konu dışında tutabiliriz? İnsan inandığıdır.)

Bir sufiye “Sufi kimdir?” diye sorarlar. O da “Sufi kimdir diye sormayandır,” der. Olanı kabul etmek gerektiğini çıkarıyorum buradan. Mutasavvıflardan Geylânî, Âlemlerin Anahtarı adlı eserinde, “…yaklaştıran yegâne şey kadere karşı gelmeyişimdir,” diyor.  Belki hem bedenini hem aklını sıradan insanın kaldıramayacağı biçimde zorluyordu. Ama olana razı şekilde yol aldığını belirtiyor.

Platon’un, gerçek güzelliğin, içinde bulunduğumuz duyular evreninde değil, idealar evreninde bulunduğuna ilişkin söylemiyle örtüşen biçimde, güzel evlerimizden, parlak kıyafetlerimizden, kısacası sahip olduğumuz nesnelerden değil, anlamını bilmediğimiz, hiç sönmeyen bir kordan besleniyor, rızanın da içinde bulunduğu ahlak denilen davranış kalıpları. Konunun büyüklüğünü, önemini anlamak. Benim kapasitemin kaldıramayacağı bir iş. En azından hayatın nasıl yaşanması gerektiği hakkında yol gösterici olabilir.

Tabii ki, öykülerdeki karakterler için nasıl bir olay örgüsü gerekiyorsa, bizim isteklerimiz için de çaba gerekiyor.  Hayat bir mücadeledir; en çok da kendimizle girdiğimiz bir mücadele. Ben, bu mücadelede kazanılan küçük başarılardan yanayım. Çayı iyi demlediyseniz, bir aleti tamir edebildiyseniz, sağlığınız yerindeyse iyi gidiyorsunuz demektir. Görev yükümüz bu küçük işlerle sınırlı. Büyük olayların kendi kaderleri var; olur veya olmaz. Yapabileceğimiz her şeyi yaptıktan sonra, olmadıysa üzerinde durmamak iyi bir tercih olabilir. Zaten başka ne yapabiliriz ki?

Editör: Onur Özkoparan

Tanıtım Bülteninden:

“Karanlıkta birer birer yiten uzuvların, yan yana dizilmiş boş otobüs duraklarının ölgün ışığıyla biçimlendiler. Aydınlığın izini sürdüğünde bütün duraklara yayılmış ortak reklamı gördün. Birinde yaşlı bir adam, ötekinde bir kadın; daha başkaları. Yüzlerinde aynı çılgın, sabırsız ifade. Elleriyle zorluyorlardı içine konuldukları panonun çerçevelerini. Çıkmak isti­yorlardı besbelli. Alt tarafta iri puntolarla aynı yazı: Büyük indirim yaklaşıyor!”

Sen Saklandın, Gece Buldu, çeşitli yazıları, yıllardır edebiyat dergilerinde okurla buluşan Ali Onur Şahinoğlu’nun ilk kitabı. Yazar, yeni biçim arayışlarını somutlaştırdığı metnini, gerçek ile düşü ayıran çizginin üzerine kuruyor.

Zaman ve mekân boyutlarının farklı biçimde kullanıldığı öyküleri takip eden okurun yolu, bazen kalabalık bir fuar alanına bazen bir marketin sıralı raflarına bazen de eski bir lunaparka düşüyor.

Edebiyat üzerine düşünen bir yazardan, gecenin içindeki insanı ve insanın içindeki geceyi anlatan masalsı öyküler…

Visited 31 times, 1 visit(s) today
Close