Yazar: 19:19 Anlatı

Us

Bugün dört kadına birden “seni seviyorum” dedim. Birincisiyle kavga ettim, ikincisiyle susuştum, üçüncüsüyle gülüştüm ve sonuncusuyla yıkıldım. Çünkü bana, bir ağacın gölgelediği bir bankın orta düzleminde “Neden seviyorsun?” diye sormuştu. Güzel falan değildi, çirkindi. Benden zayıfcaydı, saçlarında mavi çıkrıklar dolaşırdı. “Neden seviyorsun ki beni?” diyerek tekrarladı kendisini. Gözlerimin içine bakarak kendinden emin, titremeden, teklemeden konuşmaya başladı. Ve ben hayatımda ilk defa bir kadına cevap veremedim Ceren. “Yürüyelim mi?” demekten başka tek bir kelime kullanamadım. Verebileceğim tek yanıt bu soruymuş gibi geldi. Doğru olandan kendimi sakınmanın yollarından birisiydi, mevzunun bütün yoğunluğunu alaşağı etmek. Bir anda Beşiktaş’tan muhabbet açmak. Bozuntuya vermedi. Yürüdüm. Yürüdü. Yürüdük. Hava soğuktu. Ankara zaten hep soğuk olurdu, ısınmazdı. Aldırmadım. Aldırmadı. Aldırmadık. Arada bir savrulup yüzüme çarpan kokusuz saçlarına çeki düzen vermesi için üstgeçidin girişinde beklemeye karar verdik. O saçlarını toplayadururken ben büfeden sigara almaya gittim. Döndüğümde ayakkabısının bağcığıyla uğraşıyordu. Beni yanlış anlamasın diye bakmamak için abuk subuk hareketler yaptığım çıplak bacaklarında üç tane iz gördüm. Diz kapaklarının üstünde simetrik bir biçimde birbirinden bağımsız üç adet ben. Kalktı ayağa.

 “Kahve içelim mi şurada?” dedi.

Bir eliyle yolun karşısındaki alışveriş merkezini gösteriyordu. “Aslında sarılsak iyi olurdu,” dedim. Dalga geçti. Ama sarılmak için boynuma da atıldı. Saçları kokmayan bu kadının, omuzları kokuyordu. Hem de sakız sardunya kokuyordu Ceren. Sımsıkı sarıldım kendimden düşmemek için.

“Yavaş ol,” dedi. İnsanlar geçiyordu.

“Tamam” dedim, “insanlar gidince de sarıl bana.”

“Olur,” demedi. Bir şeyler konuşmadan çıktık merdivenleri. Yan yana, bu kadar yakınken, birbirine çarpıp duran ellerimizi saklama gereği duymadık. Asansörün kapısına kadar yaklaştık. Anlaşılan, karşıya merdivenlerden inmek istemiyorduk. Yorulmuştum. Yorulmuştu. Yorulmuştuk. Kapandı kapı. Arkasındaydım. Önündeki aynaya bakıyordu. Ben aynadaki kadına bakıyordum. Tam göz göze gelmiştik ki Ceren, açılıverdi kapı. İnmedim. İnmedi. İnmedik. Döndü arkasına. Yaklaştı. Burnum burnuna değdi. Beni birkaç kere arka arkaya öptü. Dudakları bir avuç dolusu kuştu. Nasıl öpüşülür, unutmuştum. Karşılık veremedim. Bakışmak kelimesi kadar bakıştık. Sonra küfredip kaçtı asansörden. Gidemedim. Gelemedi. Göremedik. İnsanlar neden bitmezdi, imparatorluklar neden yıkılırdı, sabunlar neden köpürürdü; bilemedik. Asansör yukarı çıkana kadar seyrettim bir süre. Çantasından çıkardığı gözlüğü takmıştı. Parmaklarını dudağına götürdü. Saçlarını tekrardan açtı. Ve birdenbire özleyiverdim onu. Fakat benim özlemem yetmezdi. İndim demin çıktığım merdivenleri. Sola çevirdim kafamı; karşıya, onun alışveriş merkezinin önündeki durgunluğuna. Derken takıldı koluna birisi, sevgilisi olsa gerek, onu da öptü arka arkaya. Allah’tan çocuk öpüşmesini iyi biliyordu Ceren. Ben içimden de olsa “seni seviyorum” derken, onlar kahve içmeye gidiyordu. Durdurdum kendimi. Dünyayı seyrettim. Dünya; reklam panoları, yol tabelaları, durak isimleri, seyyar satıcıları ve çizgileri uyumsuz mermerlerden başka hiçbir şey değildi. Önümde sonu mutlaka okula bağlanacak upuzun bir kaldırım, yan tarafımda her çeşit arabanın renk sattığı deli dehşet trafik vardı. Yürümeye başladım. Ve yaşamak istemediğimi ilk defa yürürken anladım. Sordum kendime. Neyi istediğimi sordum. Sordum hakikaten. Ne yürümek istiyordum ne de yürümemek. Ne ışıkları seviyordum ne de karanlıkları. Ne duvarları görüyordum ne de ağaçları. Anladım Ceren. Anladım ve dedim ki: İstememek ölmektir.

Tükendi uygarlığım. İçimdeki medeniyet kendisini aştı çoktan. Ehlîleşmemiş bir ben kalmıştım bu yaşamakta, bir de benden irice bir köpek. Arkama dönmedim. Arkasına dönmedi. Arkamıza dönmedik.

Ceren!

Karnım aç kafam dolu. Ben usa aykırıyım, us bana aykırı.

Editör: Elif Türkoğlu

Berşan Koca
Latest posts by Berşan Koca (see all)
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close