Yazar: 19:26 İnceleme, Kitap İncelemesi, Öykü

Bir Gün Mutlaka Delirecek Miyim?

İlk olarak KDY tarafından 2020 yılından yayımlanan, geçtiğimiz günlerde Mahal Edebiyat Yayınları’nın da ikinci baskısını yaptığı, Ruhşen Doğan Nar’ın ikinci öykü kitabı Bir Gün Mutlaka Delireceğim, içinde on beş öyküyü barındırıyor. Bazı kitaplar meselesini adından belli eder. Kapakta ismini gördüğünüzde eserle ilgili hüküm vermeye başlarsınız. Bir Gün Mutlaka Delireceğim de böyle yapıtlardan biri. Bir gün mutlaka delireceğini söyleyen yazar, yaşadıklarına ve gördüklerine dayanamayıp tepkisini, öfkesini öykülerine döküyordur. Bu kitabın daha ilk sayfalarına baktığımda, öngörümde yanılmadığımı anladım.

Eserin girişinde “Okura not” kısmını görüyoruz. Yazıda, okuruyla ilk olarak 2020 yılında buluşan öykülerde yer alan ücret-fiyat dengesinin son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon nedeniyle anlamını yitirdiğinden bahsediliyor. Aslında bir bilgilendirme yazısı olan bu metinden Ruhşen Doğan Nar’ın öykülerinde görebileceğimiz yazar tepkisiyle karşılaşıyoruz.

Kitabı okurken bu can sıkıcı durumu göz önüne almanızı sizlerden rica ederiz.” [1] 

İçindekiler kısmında öykü isimlerinin bazılarına baktığımızda yazarın kapaktan verdiği mesajı alıyoruz. “Adaletin Türkçe Karşılığı”, “Aynen Aynen Operasyonu”, “Ey Yurttaşlar!”, “Döner Sermaye” ve “Taşerona Hayır” gibi öykü adları aslında neyle karşılaşacağımızı, yazarın konu ettiği meseleleri bizlere az çok gösteriyor. Kitabı okumaya başladığımızdaysa bunda yanılmadığımızı görüyoruz. Eser, alışılageldiği gibi ismini içinde bulunan öykülerin birinden değil de “Üçgen-i Çember-i Dörgen-i Günah” adlı metinde geçen bir cümleden almış.

İnsanlar beni deli ediyor. Delireceğim. Bir gün mutlaka delireceğim.” [2] 

Öykü adlarından hareketle bahsettiğim yazarın toplumcu duruşunaysa eserdeki ilk öykü olan “Kın Kın Kın”ın başlangıcından şahit oluyoruz.

Nerede kalmıştık: Devlet, sokağa çıkma yasağı koymamıştı; ama halk kendine yasak koymak zorunda kalmıştı. Güzel bir sınavdan geçiyorlardı ne de olsa.”

(çıkarın şu arkadaşı, yeter yahu, provokatörlük yapıyor resmen, ağız tadıyla bir öykü anlattırmıyor, atın kapının önüne şunu, hadi, hadi gençler hızlı olun) [3]    

“Kın Kın Kın” öyküsünde yeni kurulan Kınama Bakanlığı’nı ve saha görevlisi Hasan Derdiçok’u görüyoruz. Karakterimiz, gecekonduda yaşayan kadına yaptığı bir hatadan dolayı uyarı kâğıdını verir. Bu ilk uyarıdır, hataya devam edilirse iş mahkemeye kadar uzanacaktır. Öykü, meselesini en yalın şekliyle şurada anlatmaktadır:

“Unutmayın hanımefendi: Devlet her şeyi, ama her şeyi bilir.[4]

“Adaletin Türkçe Karşılığı” adlı metindeyse mezarlık bekçisi Dursun’un başından geçenlere tanık oluyoruz. Bu metinde Dursun’la birlikte tinerciler ve polisler yer alıyor. Öykünün asıl derdineyse içinde geçen bir gazete haberinde denk geliyoruz.

Öldükten beş ay sonra hapis cezası verdiler!

Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’nun kurucularından olan Şafak Bey, kanser nedeniyle hayatını kaybetmesinin üzerinden beş ay geçtikten sonra, katıldığı bir basın açıklaması nedeniyle üç yıl hapis cezasına çarptırıldı.” [5]

“Aynen Aynen Operasyonu”nda, bu sefer yazarın başka bir meseleye değindiğini görüyoruz. Dilimizdeki tahribatı, tek bir kelimenin pek çok farklı cümlenin karşılığı olmasını, bu şekilde kullanılmasını anlatan bir öyküyü okuyoruz.

“… Öyle mi canım benim… Saçmalama lütfen. Aynen aynen… Önce sinemaya gidelim… O yönetmen baydı ya, başkasına gitsek… Aynen aynen… O da mı gelecek… Yuh diyorum, başka bir şey demiyorum sana… Aynen aynen… Ama son seansa kalmamak lazım… Son metroyla döneriz…[6]

Bu öyküde bir farklı yansa yazarın metnin zamansal akışını başlıklarla belirtmesidir. Geçmişten başlayarak düz bir çizgide akan öyküde, “Bir sene önce” olarak başlayan zamanın aktarımı, bölümler halinde öncelikle “Altı ay önce”, sonrasında “Üç ay önce” ve nihayetinde de “Bir ay önce” şeklinde finale ulaşıyor.

“Pentikost”ta ise öykünün İncil’le metinlerarası ilişkide olduğu görülmektedir. “O gün bize bir hâller oldu,” cümlesiyle açılan metin, Nihat, Dursun ve anlatıcının başından geçen bir mucizenin anlatımıdır. İncil’de yer alan “Elçinin İşleri” bölümüyle metinlerarasılığı öykünün finalinde görüyoruz. Yazarın ifadesiyle “yoksul ve soğuk öğrenci evi” ve ödenemeyen doğalgaz faturasıyla toplumcu anlatım bu öyküde de yer almaktadır. Mucize anlatımı ve isyan, gerçeklikle gerçekdışının bir araya geldiği “Aç Kapıyı, Kapitan!” öyküsünde de devam ediyor. Plastik tutamacın sözleriyle gerçekliğin dışına çıktığımız metinde, karakterin insanlığa seslenişiyle başkaldırının farklı bir biçimine denk geliyoruz.

Ey, insanlık! Acılar içinde kıvranan, bataklıkta debelenen, çıkar yol bulamayan, geçmişini ve geleceğini kaybetmiş yüce insanlık. Gözlerinizi açın, bana kulak verin. Şu andan itibaren sizlere gerçeği açıklıyorum: Ben seçilmiş kişiyim; Mehdi’yim, Mesih’im, Avatar’ım ve daha birçok…[7]  

Tansıklar kitapta devam eder. Sonraki öykünün adı “Gökten Gelen Mucize”dir. Havadan gelip inşaat işçisinin kafasına konan mucizenin adı Tiangong-1 adlı Çin tarafından fırlatılan uzay aracıdır. Maaşı altı aydır ödenmeyen, patrona ve düzene söven karakterimizin hayatı başına konan devlet -yani Çin- kuşuyla değişmiştir. Son olarak kitaba ismini veren cümlenin geçtiği “Üçgen-i Çember-i Dörtgen-i Günah” öyküsüne değinmek istiyorum. Burada da mucizeye inanmak isteyen, yalanın peşinden giden insanların hikâyesine konuk oluyoruz. Metnin başlangıcından hangi meselenin bize anlatılacağını görüyoruz.

Abi, sana ne diyorum, beni bir dakika dinle hele. Adam, Hızır aleyhisselam abiciğim. Adım gibi eminim bundan. İnanmıyorsan…[8]

Kitaba ismini veren anlatıcımızın isyanı olan cümlelerse tansıklardan medet umanlara, karakterin ifadesiyle, çok ve gereksiz konuşan insanlaradır. 

O da bir şey mi, çocuk beyin kanseriymiş, bir aylık ömrü var demiş doktorlar, üçgene kafasını sokunca kanser manser kalmamış, şimdi turp gibiymiş…[9]

Sonuç olarak Mahal Edebiyat Yayınları’nın ikinci baskısıyla yeniden gün yüzüne çıkan Bir Gün Mutlaka Delireceğim, yetmiş sayfa içinde yer alan on beş öyküsüyle kısa metinlerden oluşan, meselelerini apaçık şekilde belli eden bir kitap. Alıntılardan da görüleceği üzere kimi öyküler salt gerçeklikte yol alırken kimileri de gerçekliğin sınırlarında dolaşıyor. “Kın Kın Kın” ve “Aç Kapıyı, Kapitan!” gibi realitenin kıyısında duran, her an gerçeküstünün sahasına girecekmiş gibi yapan öykülerde yazarın spekülatif kurguya uygun zihnini de görebiliyoruz. Ruhşen Doğan Nar’ın yazarlığıyla ilgili söyleyebileceğim en önemli konuysa kendisinin öykülerindeki toplumcu duruş ve yer yer başkaldıran anlatımdır. Yaşananlara dayanamayan bir yazarın belleğinden akan öyküler yer alıyor, Bir Gün Mutlaka Delireceğim kitabında. İncelemenin başlığında belirttiğim “Bir gün mutlaka delirecek miyim?” ifadesinin cevabını da Ruhşen Doğan Nar öykülerinde çekinmeden veriyor: Kaçışı yok, bir gün mutlaka delireceksiniz.

Kaynakça

Nar, Ruhşen Doğan. Bir Gün Mutlaka Delireceğim. İstanbul: Mahal Edebiyat Yayınları, 2024.


[1] Ruhşen Doğan Nar, Bir Gün Mutlaka Delireceğim  (İstanbul: Mahal Edebiyat Yayınları, 2024), s.7.

[2] Nar, a.g.e., s.50.

[3] Nar, a.g.e., s.9.

[4] Nar, a.g.e., s.11.

[5] Nar, a.g.e., s.18.

[6] Nar, a.g.e., s.23.

[7] Nar, a.g.e., s.35.

[8] Nar, a.g.e., s.47.

[9] Nar, a.g.e., s.50.

Editör: Buse Karabulut

Visited 16 times, 1 visit(s) today
Close