Yazar: 18:30 Kitap İncelemesi, Melisa Kesmez Dosyası

Nohut Oda Bakla Sofadan Tutunma Öyküleri

Melisa Kesmez’in üçüncü öykü kitabı Nohut Oda, ilk olarak 2018 yılında Sel Yayınları tarafından yayımlandı. Bu eser, 2019 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. Beş hacimli öyküden oluşan Nohut Oda, aldığı ödülün hakkını sonuna kadar veriyor. Bu kitaptaki öyküler, ev ve yakın ilişkiler üzerine. Bunun haricinde terk edilişleri ve ebeveyn kayıplarını da metinlerde görebiliyoruz. Aslında neyi anlatmak istediğini yazar bizlere, eserinin daha başında veriyor. “Kendini bildi bileli kabuğunu arayanlara…” Bir bakıma kabuğunu arayanların yeni yaşamını, evini bulma hikâyeleri yer alıyor Nohut Oda’da. Kitaptaki ilk öykü olan Kalanlar adlı metindeki şu alıntı, arayışta olanın sonunda bulma ve ona tutunma hikâyesini bizlere gösteriyor.

“Bir kedi insana bir sürü şey yapıyordu ama benim galiba en çok çekip gitme ihtimalimi almıştı elimden. Ev dediğimiz toplamlar toplamı, bir kedinin varlığıyla başka bir mertebeye erişiyor, gizlice bölünmez bütünlüğünü ilan ediyor, kendinin nüfuzundaki bu evcil ülke, sen mutfağa bir mama kabı koyar koymaz bayrağını göndere çekiyor ve o saatten sonra gitmek teklif dahi edilemiyordu. Artık bir evim vardı. İçinde beni bir kedinin beklediği bir ev.”[1]

Bu öykü hep gidenlerin ardında kalan bir karakteri anlatır okura. Yıllardır bir evi mesken edinememiş, yaşamını taşınmalar ve gidenin ardında kalışlarla geçirmiş biridir. Kurgunun başlangıcında çok uzaklara giden ev arkadaşını, onla olan dostluk ilişkisini ve uzaktaki dosta duyulan özlemi okuruz. Ama bir gün anlatıcımızın evine, kocamış kedi Latife tesadüfen konuk olur. Karakterimiz yeni arkadaşını bulmuştur. Yukarıdaki alıntıdan da görebileceğimiz gibi kabuğunu arayış bitmiş, kedi sayesinde hep geçici olarak gördüğü ev kavramı kalıcı hale dönüşmüştür. Belki bir gün Latife de gidecektir ama onun için hayat boydan boya değişmiştir.

Ev teması “Son Bir Çay” öyküsünde de devam eder. Burada annesini yeni kaybetmiş, zihni çocuklukta kalmış, büyüyememiş orta yaşlı bir adamın hikâyesine odaklanırız. Öykünün ana mekânı adamın büyüyüp yetiştiği aile evidir. Anlatıcımızsa bir kadın karakterdir. Geçmişte yaşadıkları başarısız ilişkiyi, oğlunu duygusal anlamda hiç büyütmeyen, ona kıskanç bir sevgiyle bağlı anneyi ve cenaze sonrasında adamı teselli için gittiği evde yaşananları okura anlatır.

“Beni hâlâ sevdiğini sanıyor. Oysa artık sadece bir yaslanma olasılığıyım onun için. Dengesini kaybettiğinde elini boşluğa uzatıp da tutunuverdiği ilk şey. Artık kimsenin düşeyazarken tutunuverdiği bir şey olmak istemiyorum.”[2]

Ölünceye kadar annesine tutunan adam, bu sefer de bir zamanlar sevdiği kadına tutunmak ister. Çünkü ayakta tek başına durmayı hiç başaramamıştır. Fakat bu sefer anlatıcımız sayesinde kabuğunu arayan birine dönüşür. Çıkış yolu bulunmuştur. Adamın yaşamının geri kalanında başarılı ya da mutlu olup olmayacağını okurun hayal gücüne bırakır Melisa Kesmez.

Öykülerin teknik yönüne baktığımızdaysa neredeyse hepsinde bulunan çifte final durumunu görürüz. Özellikle, “Son Bir Çay” öyküsünde bu yöntem çok belirgindir. Kadın karakterimiz her şeyi bitirmek adına evden çıkar ve taksiye binip kendi evine gider. Burada metnin sonlanacağını düşünürüz ama daha okuyacağımız beş sayfa vardır. Devamındaysa kadının aracılığıyla adamın yaşadığı dönüşümü okuruz. Bu kitaptaki öykülerin bir başka yönüyse anlatılan hikâyelerdeki karakterlerin metnin sonunda çözümü mutlaka bulmasıdır. Yani kitaptakiler final itibarıyla umutla biten öykülerdir. Anlatılanların önemli bir kısmında yaşanılan acılardan bahsedilse de öykü karakterleri sonunda hesaplaşmalarını bitirip yeni bir hayata yelken açar. Bu bazen “Kalanlar”da olduğu gibi karakterin artık aramayı bırakıp kök salmaya karar vermesiyle, bazen de “Son Bir Çay”daki gibi karakterin başka bir yaşama merhaba demesiyle olur.

Kitaptaki üçüncü öykü olan “Annemin Çadırı”na geldiğimizdeyse birinci şahıs anlatıcının tanıklığını görürüz. Eserde yer alan tüm öykülerde ben anlatıcının sesini duyarız. Anlatıcımız olan genç kız, on üç yaşındayken yaşamının birdenbire nasıl değiştiğini, deprem sonrasında evin duvarında meydana gelen bir çatlağın, ailesinin parçalanışına nasıl neden olduğunu bizlere aktarır.

“Koridorda, banyonun kapısıyla annemlerin odasının kapısı arasındaki duvarda, tavana yakın bir yerde incecik bir çizgi olarak beliren o çatlak, ki annemin şahin gözleri olmasa varlığından asla haberdar olamazdık, bir kara delik gibi bizi içine çekip geriye gri bir boşluk bırakmıştı.”[3]

İncecik bir çizgi olarak betimlenen çatlak, mutlu görünen bir aileyi yıkmayı başarmıştır. Buradaki çatlak metaforu, bizlere dışarıdan sorunsuz görünenin nasıl bir anda darmadağın olabileceğini gösterir. Evin annesi, çatlağı bahane ederek yıllardır yüzünde taşıdığı mutluluk maskesini yırtıp atar. Meskenini değiştirip çareyi çadırda yeni bir yaşam kurmakta bulur. Öyküden gördüğümüz kadarıyla bunu pek de bir sorun yaşamadan yapar. Yıllardır sırtında taşıdığı evlilik yükünü atmayı başarmıştır. Finalde de tıpkı diğer öykülerde gördüğümüz gibi karakterin yeni bir hayata yelken açışına tanık oluruz.

“Görüşürüz” öyküsündeyse terk edip giden bir baba figürüyle karşı karşıya kalırız. Kızı babasına hem özlem duyar, hem de onu affedemez. Adam kendine yeni bir hayat kurmuştur. Anlatıcı olan kızın ifadesiyle “Orada,” yani karşı kıyıda yaşar. Ama baba kız arasında yüz yüze bir hesaplaşma yapılmaz. Aynı şehirde yaşayan fakat hesabı kapatmayan babayla kız öyküsünü görürüz metinde. Bir önceki öyküde ailesini terk eden annenin yerini, burada çok önceden giden bir baba figürü alır. İki metnin de temel konusu ebeveynden kalanlardır. “Annemin Çadırı”nda hesap açık kalır, anneyle çocuğun sonrasında ne yaşadığını bilemeyiz. “Görüşürüz” öyküsündeyse babayla olan hesaplaşma ihtimalinin kalmadığını görürüz. Ama kitaptaki diğer metinlerde olduğu gibi bu metindeki anlatıcımız da çözümünü kendine göre bulacaktır.

“‘Baba, görüşürüz’ dedim ona en son. Dokuz sonbahar, dokuz kış, dokuz ilkbahar önce bir yaz gecesi. Bazı kışlar çok soğuk geçti, bazı yazlar dediklerine göre son bilmem kaç yılın en sıcak yazıydı. Ağaçlar büyüdü. Göller kurudu. Bazı akarsular denize dökülmekten vazgeçti. Bir sürü hayvan türü yok oldu. Yenileri keşfedildi. Saçlarım defalarca uzadı, hayatımdaki mutsuz manevralardan nasibini alarak defalarca aniden kısaldı. Alnım kırıştı. Milyonlarca beyin hücrem öldü. Eğitim sistemi altı kere falan değişti. Otuz kere sandığa gidildi. Memlekette taş üstüne taş kalmadı. Aşklarından ölüp biten ablamla eniştem bile boşandı. Bizse hiç görüşmedik babamla.”[4]

“Kız Kardeşim Handan” öyküsünün kitabın en hacimli ve duygusal olarak da en yoğun metni olduğunu söyleyebilirim. Burada, “Son Bir Çay” öyküsünde olduğu gibi anne kaybını okuruz. Vefat eden annelerinin ardından birbirine tutunarak yaşamlarına devam eden iki kız kardeşin öyküsüne tanık oluruz. Anlatıcımız Handan’ın kardeşidir. Onun yaşamı farklı yerlere savrulmuş, değişmiştir ama Handan, annesinin yerini almıştır. Kitaba ismini veren nohut oda tabiri en çok bu öyküye yakışır. Handan karakteri evi kendine ait bir yaşam alanına dönüştürüp geçmişi birebir yaşatır. Fakat tahmin edileceği üzere yaşı ilerledikçe bu oyun onda belirli sorunlara yol açar. Kendisine öyle bir anne kozası örmüştür ki bir noktadan sonra bu kozada nefes alamaz hale gelir. Ona yeni hayatın kapısını ise öykünün anlatıcısı olan kız kardeşi açacaktır.

“Sokağa girince hortumun sesini duydum. Handan bahçeyi suluyordu. Su şırıltısı ölmeye durmuş bahçeyi bir anda yaşayan bir yere dönüştürmüş, bitkiler şimdiden yüzlerini hayata çevirmişti. Bir yandan bir şarkı mırıldanıyordu Handan. Sesi kötüydü ama güzel olsa böyle hoş gelmezdi kulağa. Şarkısı çoğaldıkça çoğalıyor, dalların arasında dolanarak bütün bahçeyi görünmeyen kollarıyla kucaklıyordu. Bütün çiçekleri, o çiçeklerde annemi, babamı, beni tek tek öpüyordu sanki. Boynu büyük gülleri, taş merdivende patlayan erikleri, sakız sardunyaların kurumuş yapraklarını okşuyordu.”[5] Kimi öykülerde aile kimi öykülerdeyse arkadaşlık ilişkileri üzerinden şekillen Nohut Oda, ben anlatıcı kullanımıyla bu yakın ilişkileri oldukça başarılı bir şekilde ve duygu yoğunluğuyla verebilmiş. Uzaklara giden ev arkadaşı, kısa süre önce kaybedilen anne, yıllar önce evi terk eden baba, evdeki bir çatlak nedeniyle evi bırakıp giden anne. Görülebileceği gibi Nohut Oda, gidenlerin hikâyelerinden oluşan bir kitap. Bununla birlikte kitapta gidenlerin ardından yaşama yeniden tutunabilme hikâyelerini de okuyoruz. Karakterin tesadüfen karşısına çıkan yaşlı bir kedi, eski sevgili, deprem sonrası kurulan çadır, babanın bir sonraki eşi ve kız kardeş. Kısacası nohut oda bakla sofadan yeni bir yaşama yelken açma ve tutunma öyküleri bekliyor okuru. İstisnasız tüm öyküler, nohut oda kavramının karşılığı gibi sıcak ve içten metinler. Anlatıcıların bu sıcaklığı da bizlere oldukça güzel bir okuma deneyimi sunuyor. Bu harikulade eserin Sait Faik Hikâye Armağanı gibi kıymetli bir ödülü almasının boşa olmadığını her bir öyküde ayrı ayrı anlıyoruz.

Editör: Hatice Akalın


[1] Melisa Kesmez, Nohut Oda, İstanbul, İletişim Yayınları, 2020, s, 22

[2] Melisa Kesmez, a.g.e, İstanbul, İletişim Yayınları, 2020, s, 40

[3] Melisa Kesmez, a.g.e, İstanbul, İletişim Yayınları, 2020, s, 47

[4] Melisa Kesmez, a.g.e, İstanbul, İletişim Yayınları, 2020, s, 68

[5] Melisa Kesmez, a.g.e, İstanbul, İletişim Yayınları, 2020, s, 106-107

Visited 36 times, 1 visit(s) today
Close