Fransız sinemasının dev yönetmeni Godard, bugün bize veda etti. Benim için yazması zor bir metin bu. Sinemaya olan tutkumun mimarı ünlü yönetmen Jean- Luc Godard, 3 Aralık 1930’da Fransa’nın başkenti Paris’te doğdu. Fransız sinemasına adı yavaş yavaş ama büyük harflerle işlendi. “Yeni Dalga/Nouvelle Vague” akımının öncü isimlerinden birisi olan yönetmen- senarist; “Serseri Âşıklar”, “Hayatını Yaşama”, “Çılgın Pierrot”, “Erkek Dişi”, “Çinli Kız”, “Her şey Yolunda” gibi kültleşen filmlerin altına imza attı.
Sinema anlayışının temeline “işçi için sinema”yı koyan Godard, “filmlerimi işçiler izlemedi” diye hayıflanmıştır da. Ancak onlar için sinemayı seçmesi, onlar için film yapması, kameranın ardından bakan duyarlı bir göz olması, sinemasındaki en önemli tavrı olmuştur. Godard sinemasında “gerçek”le mesele vardır. Yönetmen, yazıp çizdiklerinde de yalnızca çektiklerinde de hep gerçeği aramış, ışığı gerçeğe doğru yakmıştır. Gerçeğe, kurmaca üzerinden ulaşılabileceğini söylemiştir Godard, bu da onun zekice yaptığı ironilerdendir. Godard, sinemadaki ilk dönemlerinde bile meslektaşları arasında radikal bir ses olmuştur ve bu anlayışı onu sıradanlıktan itina ile sıyırır. Bunu yapmak hem yorucudur hem de zor. Onun sinemaya başladığı dönemler, sinemanın ticarileştiği döneme denk gelir ki bu sistem ile didişen Godard radikalleşir ve böylece ortaya dahiyane filmler çıkar.
Sinemaya başladığı yıllarda kullandığı Aristotelesçi dil, giderek ana akım sinemayı reddetmeye, ticari ya da seyirlik olarak bilinen klasik anlatı yapısını derinlemesine sorgulamaya, üzerine pratikler yaparak klasikçilere (counter)karşı sinema kavramını kurmasına yol açmış ve bunun ardında durmuştur. Yönetmen olarak takip ettiği yolun doğruluğundan tutun da mesleki donanımına ulaşmasına kadar Eisenstein ve Walter Benjamin gibi aydınlara borçlanır. Ancak bu borcu defterde bırakmaz, beyaz perdeye yansıttığı ışık ve aydınlıkla öder borcunu Godard. Her daim yeni ve özgün olanın peşine düşen sinemacı, kullandığı teknik ve dil ile de sinemayı başka bir noktaya taşımıştır. Fransız Yeni Dalgası’nın önemli figürlerinden biri olan yönetmene sadece sinemada devrim yarattı demek haksızlık olur. Aynı zamanda film pratikleri üzerine düşünmüş, sınırları zorlamış, sinemayı daha özgün bir disiplin haline getirmenin de peşine düşmüştür. Gücünü zıtlıklardan alan sinema anlayışının yanında, birbirine taban tavana zıt kavramları yanyana getirerek onları çarpıştırmanın, distopik bir dünya içinden gerçeğe bakmanın da nasıl etkili olduğunu anlatmıştır sinema tutkunlarına. Godard, beyaz perdeye ansızın yansıttığı yazılar, ses kullanımında kullandığı farklı teknikler, diyalogların özgün ve yadırganmayan biçimi ile seyircisinden olumsuz bir reaksiyon almaz, aksine seyircisinin ilgisini çekmeyi başarır. Godard sineması izlemek insanı dönüştüren, yolunu sorgulatan, izleyeni hem içine alan hem de dışarı atan sıradışı bir deneyimdir. Godard sinemasında klasik bir sinema anlayışının aksine yeni, devrimci, harekete geçiren bir dürtü vardır. Sanırım sinema tutkunlarının ona hayran olmasının en önemli sebeplerinden biri de budur. Estetik ve farklı kadrajların yanı sıra, insan meselesine derinlemesine indiği, insanın şeffaf tarafının karanlığına net bakabilmeyi onu sevenlere itina ile öğretmiştir ünlü yönetmen. Yarattığı bu sinema anlayışı, Godard ile didişecek kadar büyümüştür bir süre sonra. Bu Godard’ı hiç ilgilendirmemiştir ki onun kendi sinema anlayışıyla da yarışacak gücü vardır. Kendi ile çatışan insanın büyüyüp serpilmesine, çeşitli sanat disiplinlerinden sağlıklı beslenen zihin yapısı oldukça etkileyicidir.
Her filminde bir manifesto yayınlamıştır ünlü yönetmen. Filmlerini yarattığı dönemin siyasal-toplumsal atmosferine uygun mesajlar vermek onun yegâne görevidir. Elbette bunu zekice yapmıştır. Perdeye bir işçi çıkarıp öfkeyle konuşturmamıştır ama izlediklerimizden anladıklarımız bundan çok daha etkili ve fazladır. Bunu başarmak hiç de kolay değildir. Çokça fikir, çile ve zekâ gerektirir. Godard, “tabu” olarak nitelendirilen birçok şeyi reddetmiş ve bunda da ısrar etmiştir.
Brechtyen tavrı, bu tavrın sinematik ugulaması, geleneksel montaj biçimini reddetmesi, kamera ve ses sistemlerinin deneysel olarak kullanılması, modern sinema olasılıklarını genişletmiştir. Okullarda sinema pratikleri ve eğitimleri üzerinde çokça konuşulup tartışılmıştır. Godard, filmlerinde iletişim sorunu içindeki modern insanın farklı yaşam biçimlerini, akıldışı sistemleri, politik söylemleri, toplumsal girdapları, çatışmları her zaman sinemasının merkezine koymuştur. Marksizm’den çok etkilenen Godard, burjuva sinema sistemi için film yapmayı istememiştir. Son dönemlerde varoluş ve dinsel duyumlar üzerine de çalışmıştır usta yönetmen. Sinema tarihinin kült haline gelen, en önce sayılan ilk üç filmine kısaca bakalım;
À Bout De Souffle (1960) (Serseri Aşıklar)
Fransız Yeni Dalga akımının ilk örneklerindendir. Kült bir film olmasına rağmen, sinema tarihi içinde sınıflandırılan kült filmlerden en belirgin ve net farkı “belli başlı kurallar” kalıbını yıkmasıdır. Filmdeki karakterlerin ilginç draması, sarsıcı ve sıradan bir tavırla yol alması oldukça dikkat çekmiştir. Çekildiği dönemde sinema üretiminin stüdyo boyunduruğundan kurtulmasına dair hareketli bir dönemde bu filmin çekilmesi, bir sonun başlangıcıdır. Bu son tabuların parçalanmasıdır. Filmin senaryosunu Yeni Dalga akımının bir başka yönetmeni Truffaut kaleme almıştır. Filmin tamamı neredeyse gün ışığında ve kameranın elde kullanılması ile çekilmiştir. Bu yönden bir haber çekimine de benzetilir. Filmin teknik anlamda yeniliklerinden biri de jump-cut’tan ileri gelir. Daha önce farklı şekilde kullanılan bu yöntem, Godard’ın elinden geçerek farklı bir şekil haline gelmiştir. Başrollerinde Jean Paul Belmando ve Jean Seberg vardır.
Alphaville (1965)
Distopik bir bilim kurgu olan film, kara film türünü de içine alarak farklı ve tavır alıcı bir film olmuştur. Oyuncu kadrosunda Eddie Constantine, Anna Karina ve Akim Tamiroff gibi isimler vardır. Duyguların ve sözcüklerin kullanılmadığı yoğun, politik ve kültürel göndermelerin olduğu, tuhaf ve akıllara kazınan bir baş yapıt olmuştur film.
Adieu Au Langage (2014)
Yönetmenin ilk üç boyutlu filmi olan Adieu au Langage, yasak bir ilişki yaşayan çiftin merceğinden dil konusuna değiniyor. Cannes’da yarışan film, o yıl Jüri Özel Ödülü’nü Xavier Dolan filmi olan Mommy ile paylaşmıştır. Deneyselliği açısından değerlendirilmesi zor ve tarihe adını yazdıran bir film olmuştur. Kadrosunda Kamel Abdeli, Dimitri Basil, Zoé Bruneau ve Richard Chevallier gibi başarılı isimler vardır.
91 yaşında hayata veda eden Godard, gerisinde birçok ödül, film, senaryo ve bunlar üzerine kafa yoracak öğrenciler bırakmıştır. Ezberleri bozan usta yönetmen, doğaçlama biçimine yedirdiği politik söylemleri ile zihinlerden silinmeyecek elbette. Godard’ın ölüm haberini veren Liberation gazetesi, yönetmenin ötenazi sonucu öldüğünü açıkladı. Eşi Anne-Marie Miéville, Godard’ın Cenevre Gölü kıyısındaki Rolle’de “evinde akrabalarıyla çevrili bir biçimde barış içinde” öldüğünü belirtti. Bir aile üyesi de “Hasta değildi, sadece bitkindi”, dedi.
Artık bitkin değilsin Godard, şimdi huzur içinde uyu.
Au revoir Jean–Luc Godard.
Filmografisinden;
Opération ‘Béton’ (1954)
Une femme coquette (1955)
Charlotte et Véronique, ou Tous les garçons s’appellent Patrick (1959)
Serseri Aşıklar (A Bout de Souffle), 1960
Küçük Asker (Le Petit Soldat), 1960
Kadın Kadındır (Une femme est une femme), 1961
Hayatını Yaşamak (Vivre sa Vie), 1962
Jandarmalar (Les Carabiniers), 1963
Nefret (Le Mépris), 1963
Çete (Bande a Part), 1964
Evli Bir Kadın (Une Femme Mariée), 1964
Alphaville, 1965
Çılgın Pierrot (Pierrot le Fou),1965
Erkek Dişi (Masculin Féminin), 1966
Amerikan Malı (Made in USA), 1966
Onun Hakkında Bildiğim İki Üç Şey (Deux ou trois choses que je sais d’elle), 1967
Çinli Kız (La Chinoise), 1967
Haftasonu (Weekend), 1967
Şen Bilgi (Le Gai Savoir), 1968
Diğerleri Gibi Bir Film (Une Film Comme les Autres), 1968
Bir Artı Bir (One Plus One), 1968
Bir Amerikan Filmi (One Amerikan Move), 1968
İngiliz Sesleri (British Sounds), 1969
Pravda, 1969
Doğu Rüzgarları (Vents d’Est), 1969
İtalya’daki Mücadeleler (Luttes en Italie), 1969
Zafere Kadar (Jusqu’a la Vitoire), 1970
Vladimir ve Rosa (Vladimir et Rosa), 1971
Her şey Yolunda (Tout va bien), 1972 Jane’e Mektup (Letter to Jane), 1972
Editör: Enes Yılmaz
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024