Alper Canıgüz, neredeyse her kuşağın bildiği ve sevdiği bir yazar… Alper Kamu da hepimizin kahramanı. Bu kahramanın yaratım sürecinden değil ama bu kahramanın özünden sormak isterim. Nerden çıktı bu çocuk?
Bir yanıyla hep birlikte yaşadığım bir karakterdi galiba. Küçüklüğümde uydurmaktan hoşlandığım maceraların biri gözü pek ve cevval, diğeri daha içedönük; düşünsel iki çocuk kahramanının karışımı gibi karakter oldu Alper Kamu. Bildiğimiz haline yakın biçimde ortaya çıkışıysa yazdığım “İntihar” adında kısa bir öyküye dayanır. Beş yaşında bir çocuğun intiharı gibi trajik bir fikre sahip bu öykünün kahramanı, tabiri caizse fena halde musallat oldu aklıma. Belli ki anlatacak daha çok şeyi vardı bu kahramanın, diyeyim ki ben de kulak verdim kendisine.
Aldığınız eğitim, kitaplarınızdaki usta analizlerden, insanın karanlık tarafındaki dokunuşlardan, ete kemiğe getirdiğiniz karakterlerin ağzından dökülen her cümleden anlaşılıyor. Bu süreçten bize bahseder misiniz? Bu eğitimin yolu nasıl polisiyeye çıktı peki?
Özellikle polisiye yazmak gibi bir niyetim yoktu açıkçası. Buna yol açan az önce söz ettiğim karakterin, Alper Kamu’nun ortaya çıkışıdır. Varoluş bunalımı yaşayan çocuğu polisiye yapıya oturtmak, onun hikâyesini genişleten, derinleştiren ve dinamik hale getiren bir fikir gibi göründü gözüme. Polisiye edebiyat içinde de amatör/sıradışı dedektifleri seven bir okur olarak yapıma da uygun düştü.
Psikoloji okumamın etkileri hikâyelerimde görünür şüphesiz ama başka bir disiplinin eğitimini alsam eminim o da aynı şekilde yansırdı. Beni hem edebiyata hem psikolojiye yönelten ortak bir eğilim, insana dair duyduğum merak oldu sanıyorum.
Polisiye türü Türkiye’de nerde duruyor, kaçıncı durakta mesela polisiye?
Kaçıncı sırada bilemiyorum ama gördüğüm kadarıyla okurun hayli rağbet ettiği, popüler bir tür. Herhalde biraz da bu nedenle Türkiye’de polisiye eser veren çok yazar var.
Bir de mizah var. Polisiye türü içinde mizahı çok kolay yerleştiriyorsunuz. Polisiye türü içine mizahı yerleştirmek, bu tür içinde herkesin okuyabileceği ve anlayabileceği bir türe evirtmek nasıl oldu?
Mizah hem polisiye hem polisiye dışı hikâyelerimde bolca yer alır, evet. Galiba bu Bukowski’nin Pulp romanını okumamla oldu. Üstat “noir parodisi” diye nitelenebilecek bu kitabında mizahı son derece rahat ve başarılı bir şekilde kullanır, anlatımına müthiş enerji katar. Hayatımda zaten çokça yer alan mizahı hikâyelerime de taşıma konusunda bana cesaret vermiştir Pulp.
Alper Kamu’da kurulması zor denklemler var, biraz Türkiye biraz dünya gibi. Beyaz yakalıların derin çıkmazları, mahallenin denklemi, ebeveyn durumu, sendromlar.. Nasıl besleniyorsunuz diye sormayacağım ama beslendiklerinizi nasıl bir duygu ve disiplinle kaleme alıyorsunuz?
Disiplin en zayıf tarafım korkarım. Yine de olası hikâye izlekleri kafamda sürekli uçuşur, yani teoride çalışkanım desem çok yalan olmaz. İçime dert olan, kafamda soru işaretleri oluşturan, dramatik gelen fikirlerden birkaçı bir noktada -ve galiba bilinçaltında- bir araya gelip kilitleniyor ve yeni hikâyenin mayasını oluşturuyor. Sonrası planlama, araştırma ve bir miktar da teknik. Yazarkenki duyguma gelince, hep olumlu bir hisle çalıştığımı söyleyebilirim.
Suç romanı, suç öyküsü, suçtan beslenme, suçu yazma durumlarını nasıl tanımlarsanız?
İnsanlık durumunun bir parçası olarak. Benim kitaplarımdaki suç ekseni hikâyenin üstüne yerleştiği bir iskelet gibidir ve her zaman hikâyenin ana meselesiyle ilgilidir: aile, adalet duygusu, özveri, pişmanlık vs…
Türkiye’deki şiddet sarmalına hangi pencereden bakıyorsunuz? Sizce çözüm nedir?
Psikolojideki en temel bilgilerden biri hayal kırıklığının saldırganlığa yol açtığıdır. Toplumsal tabanlı çözüm mekanizmalarının etkinliği, yeterliliği ve en çok da adaleti konusunda yaşadığımız hayal kırıklıkları ve nihayetinde gelen umutsuzluk, sorunun temel kaynaklarından biri bence. Şiddet meseleleri çözmenin bir yolu olarak benimsendiğinde haliyle kendi habitatını, dayanaklarını ve hatta sosyal ağını oluşturuyor. Berbat ve acı bir vaziyettir, basit bir çözümü olduğunu düşünmek saflık olur.
Türkiye’deki yayıncılık politikalarına nasıl bakıyorsunuz, yayıncılar gençlerin dosyalarını nasıl değerlendiriyor? Durum oradan bakınca ne halde?
Yayıncılık bence her şeye rağmen Türkiye’nin en canlı sektörlerinden biri. Gençlerin dosyaları nasıl değerlendiriliyor, herhalde yayınevinden yayınevine değişen bir durumdur ama her yıl pek çok yeni yazarın eser vermesi bu konuda pek de fena olmadığımızı gösteriyor.
Alper Canıgüz neler okuyor, polisiye okurlarına neler önerir?
Eduardo Mendoza’nın Labirent serisi, Lawrence Block’un Hırsız serisi benim keyifle okuduğum polisiyelerdir. Arturo Perez-Reverte’nin Dumas Kulübü, Flaman Tablosu, Kılıç Üstadı romanları hakeza. Siyasi polisiyeden hoşlananlara da Wolfgang Scherlau’nun Dengler Serisi‘ni önerebilirim.
Editör: Elif Türkoğlu
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024