Yazar: 22:00 İnceleme, Kitap İncelemesi, Tarih

300 Yıldır Aynı Soru: Hata Neredeydi?

300 Yıldır Aynı Soru: Hata Neredeydi? [1]

Bernard Lewis, Ortadoğu ve İslâm Tarihi üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmış, çağımızın en büyük tarihçilerinden biridir. Şüphesiz Ortadoğu tarihinden bahsedilecekse ilk başta onun ismi gelir. Kendisi çeşitli kentlerde eğitim görmüş, sonraları dersler vermiş bir akademisyendir.[2]Ekseriyetle Ortaçağ İslam Dünyası, çağdaş Ortadoğu, Osmanlı İmparatorluğu üzerine araştırmalar yapmış, bu konularda 25 kadar kitap yazmıştır. Bu yazıda yazarın, Hata Neredeydi? kitabı ele alınacak, düşünceleri ve tespitleri incelenecektir.

2002 yılında basılan kitap, Lewis’in de önsözünde belirttiği gibi, 11 Eylül 2001 saldırısının gerçekleştiği esnada basım aşamasındadır. Yani bu olayın kitaptaki herhangi bir noktaya tesiri olmamıştır. Yazar gözlem yeteneğini ve tarihsel verileri harmanlayarak büyük resmi ortaya koymaktadır. Kitabın içinde 7 ana başlık bulunmaktadır. Bunlar: Savaş Meydanından Alınan Dersler, Zenginlik Ve Güç Arayışı, Toplumsal Ve Kültürel Engeller, Modernleşme Ve Toplumsal Eşitlik, Laiklik Ve Sivil Toplum, Zaman, Mekân Ve Modernite, Kültürel Değişimin Yüzleri.

Hata neredeydi? Kitap boyunca bu sorunun cevabını aramaktayız. Çünkü bu soru uzun yıllardır, özelde Ortadoğu ve genelde İslam dünyası olmak üzere doğu, toplumları tarafından sorula gelmektedir. Lewis’e göre, insanın anlamlandıramadığı şeyin onu öfkelendirmesi gibi doğasında bulunan bir olgudan ötürü, bu soru daima ısrar ve ıstırap eşliğinde ifade edilmiştir. Açıkçası insanların öfkelenmekte haksız oldukları söylenemez. Yani ne oldu da, İslam’ın hızlı ilerleyişi ve Türklerin baskınlığıyla geçen, özellikle ortaçağ Müslümanlarını gururlandıran o dönemler kayboldu? Bu sorunun cevabını bulmaya çalışmak doğu insanı için yapılacak en doğal harekettir.

Lewis, İslam dünyasının âlimlerinin, yaptıkları çalışmalarla bilime ve sanata yaptıkları katkıdan bahseder. Öyle ki Avrupa, başlangıcında İslam dünyası için talebe gibiydi, çoğu Grekçe eser için Arapça nüshalara itimat ediliyordu. Tabi sonraları bu durum değişmeye başladı. Avrupa, sanat ve uygarlıkta her geçen gün ilerlemeye devam ederken, Müslüman dünyası buna ayak uyduramadı ve ihtişamlı günleri yavaşça kayboldu. Özellikle Batıya karşı Doğunun mutlak egemenliğini gösteren Osmanlı İmparatorluğu, zaman içinde güçten düştü ve yıkıma doğru sürüklenmeye başladı. Bundan dolayı Osmanlının yapması gereken hatalarından ders çıkarmaktı, yapmaları gereken, dış dünyaya karşı geleneksel algılarını ve eylemlerini dönüştürmeleriydi.

Lewis, bir dönüm noktası olarak Karlofça Antlaşması’ndan bahseder. Bu Osmanlının mağlup taraf olarak Hıristiyan Batı karşısında imzaladığı ilk barıştır. Bu yüzden de hem Osmanlı tarihi hem de İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu durum genel bağlamda yeni bir şey değildi, nitekim İslam ve Hıristiyan dünyaları arasındaki mücadelede, Müslümanların mağlubiyetleri olmuştu fakat hiçbiri böylesine etkili değildi. Lewis bu antlaşmanın Osmanlıya iki büyük ders verdiğini belirtir. Birincisi askerî alandaydı ki bundan dolayıdır yenileşme sürecinde ilk buradan başlanıldı. İkincisi ise daha zor bir dersti ve diplomasiyi içeriyordu.[3] Akabinde Osmanlılar, diplomatik yardımlara ek olarak, Avrupalılardan askerî yardım da aldılar. Tabi bu yeni bir şey değildi, teçhizat alışverişi olağandı, olağan olmayan şey Avrupalıların Osmanlı birliklerini eğitmesi ve Osmanlının Avrupa’ya karşı Avrupa ile ittifak kurmasıydı.

Lewis ilerleyen süreçte Osmanlıların bu şekilde işlerini idare etmeye çalışırken maalesef kaçınılmaz olanın önüne geçemediğini söyler. Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandığı zaman bir felaket oldu ve Osmanlılar toprak kaybetti.[4] Bu kötü gelişmeler Osmanlıyı sürekli sorgulamaya ve çözüm aramaya yönlendiriyordu. Neler yapılabileceğine dair çözüm arayışında ulemaya danışılıyor ve onların izni bekleniyordu.

Ulemalar nihayetinde çözüm için iki karar vermişti. İlkin kâfir hocaların eğitim vermesine izin verilip eğitimlerine Müslüman öğrenciler verilecekti. İkinci değişim ise kâfirlerden yine kâfirlere karşı yapılacak savaşlarda müttefik edinilebilmesi olacaktı.

Osmanlı devleti ve Avrupa arasındaki dostluk ve düşmanlık ilişkileri değişmeye başlamış, Osmanlı gerilerken Avrupa ilerlemeye başlamıştı. Bu duruma dair Lewis şunları söylemektedir. “Bir toplumda bir şeyler artık gizlenemeyecek veya görmezden gelinemeyecek kadar yanlış gitmeye başladığında sorulabilecek çeşitli sorular ortaya çıkar. Dün Avrupa, bugün ise Ortadoğu için en yaygını şudur: “Bunu bize kim yaptı?” Bu soruya verilen cevap genellikle dış veya iç günah keçilerine, yani yurtdışındaki yabancılara veya yurtiçindeki azınlıklara suç atmaktır. Tarihlerindeki en büyük krizle yüz yüze gelen Osmanlılar farklı bir soru sordu: “Hata neredeydi?” Türkiye’de bu iki soru üzerine tartışmalar Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasının hemen sonrasında başladı ve Küçük Kaynarca’nın ardından daha da bir önem kazanarak devam etti. Bir bakıma bugün hâlâ bu sorgulamalar sürmektedir.”[5]

Hatanın ne olduğu ve çözüm yoluna dair kaleme alınan risalelerin temel savı, yaşanılan problemlerin Osmanlı geleneklerinden uzaklaşılması olduğu ve çözümün bunlara geri dönülmesi olduğu şeklindeydi. Bu yöntem hala çoğu muhafazakâr ve gelenekçi Ortadoğu toplumu tarafından kabul görmektedir. Bir diğer dikkat çeken husus ise, çözüm üretmek gayesiyle yazılan risalelerin, geneli itibariyle içe dönük ve yurt dışından pek bahsetmez nitelikte olmasıdır.

Osmanlının yalnızca kendinin ne yanlış yaptığını değil, Avrupa’nın ne doğru yaptığını da sorguladığını belirtir Lewis ve bu algıların oluşmasında ekseriyetle etkili olan doğu seyahatlerine çıkan Batılı seyyahlar olduğunu söyler.[6] Zaman içerisinde oluşan uzman denilebilecek yeni tür ziyaretçi sınıfı, eskiden düşman olan kâfirin artık öğretmen olduğu gerçeğini ortaya koyuyordu.

Lewis, elçilik kurumunun üzerinde özellikle durmaktadır. Önceden Osmanlı elçileri herhangi bir mesaj iletilmesi gerektiği halinde yola çıkar ve vazifesini gördükten sonra geri gelirdi, yani daimi bir elçilik kurumu yoktu. Bu durum 18. yüzyıla gelindiğinde değişti, artık yabancı topraklarda yaşayan elçiler vardı ve bu elçilerin yazdıkları raporlar Osmanlı için çok faydalı ve etkili oluyordu.

Lewis’e göre, Avrupa’dan faydalı bilgi ve beceri getiren Müslümanlar[7] kadar mülteciler de vardır. Bir kısım Hıristiyan mülteci daha da mühimi Yahudi mülteciler bu katkıya devam etti. Fakat Avrupa’dan gelen Yahudi göçünün kesilmesiyle beraber bu gelişmeler de sekteye uğradı. Bu dönemde bilhassa Rum aileler ön plana çıktı. Zengin Rumların çocuklarını eğitim için Avrupa’ya yollaması gelenek oldu ve bunlar ileride Osmanlı için tercümanlık yaptı. Bu dönemdeki Avrupa etkisinde Fransızlar baskın olmuştur. Gelen eğitmenler ya Fransız kökenlidir ya da eğitimlerini Fransızca vermektedir. Bunun doğrultusunda da Osmanlı – Fransa ilişkileri gelişmiştir.

Devam eden süreçte Osmanlı iç ve dış düşmanlarla muhatap olmuş, Avrupalılar, Ruslar, Sırplar derken ciddi bir yıpranma ve başarısızlık süreci yaşanmıştır. Askerî başarısızlıklar askerî reformlarla çözülmeye çalışılmış fakat bunun başarılı olmadığı görülmüştür. Dolayısıyla başka türlü çareler aranmaya başlamıştır.

Lewis’e göre, Batının her alanda geri olduğu dönemlerde bile Doğuyu incelemesine karşın, Doğu 18. yüzyılda bile Batıyı incelemek için yeterli imkânlara sahip değildi. Bahis olunan bu incelemeler üç temel alanda oluyordu; ticaret, savaş, diplomasi.

Batı elçilik kültürü sayesinde bu incelemeleri yaparken, Doğunun bu işler için kısa süreli heyetler kullanması onları engelliyordu. Benzer durum ticarette de vardı. Batılılar İslam toraklarının her yerine ticaret içi seyahat ederken, Müslümanlar Batıya yönelmekte tereddüt gösteriyordu. Özellikle fakihlerin Müslümanların gayrimüslim diyarlarında yaşamasının caiz olup olmadığı yahut buralarda Müslüman’ca yaşanılamayacağı ve kâfir diyarlarının terk edilmesi görüşleri bu durumu doğrudan etkiliyordu.

Batı tıp alanında da Doğuya karşı üstünlük elde etmeye başlamıştı. Özellikle frengi[8]hastalığının doğuda kendini göstermesi, Müslümanları Avrupa’da kaleme alınmış tıp kitaplarının tercüme edilmesine yöneltti. Dil inanılmaz etkili bir olgu haline gelmiştir, tespitini yapar Lewis. [9]Dil devrimi ve çeviri sayesinde artık batının eserleri Ortadoğulular tarafından okunabiliyordu. Çeviri, matbaalar ve gazetelerle beraber modernleşme sürecinde oldukça önem kazanmış ve yaygınlaştırılmıştır.

Zaman içinde batının bu denli öne geçmesi, doğuyu Avrupa dillerini öğrenmeye ve Avrupa kentlerinde yaşamaya itmiştir. Bu noktada en önemli kişiler diplomatlardı. Reformist sürece katkıları bulunan bu kişilerin gittikleri yerde yaşadıkları sorun, batılıların uzun yıllardır doğuda yaşadıkları sorunla aynıydı. Kültürel ve dinî açıdan bambaşka yetişmiş, farklı dil konuşan, farklı şeyler yiyip içen ve sair neredeyse her konuda farklılık arz edilen bir toplumun içinde vazifelerini nasıl yapacaklardı?

Lewis, Avrupalıların bu konuda bir adım önde olduğu kanaatindedir. Çünkü yerleşmiş bir dil öğrenme kültürüne sahiplerdi. Bu sorunun çözümü için doğulular, ileride çok daha önemli pozisyonlara gelecek tercümanları kullandılar. Zaman içinde Ortadoğuluların diplomatik yetenekleri de gelişti. Zamanla eğitim görmesi için batıya öğrenci gönderimi arttı.

Müslümanların yaşadıkları süreç oldukça zorludur. Lewis bu konuyu irdeler, kâfirlerden alet almak, taklit etmek bir şeydi, dahası kâfir hocalardan eğitim görmek çok daha başka bir şey der. Ve nihayetinde küffar diyarına eğitim için gitmekse bambaşka bir nitelik taşıyordu. Bu süreçler içerisinde dinî tartışmalar yaşanıyor, dinî otoriteler arasında anlaşmazlıklar oluyordu.

18. yüzyıl askerî gelişme arayışlarıyla geçtikten sonra artık, arayış batının başka bir açısına bakmaya yöneltildi. Ekonomi askerî gelişmelerin temel kaynağı olarak görülüyordu. Lewis ekonomi ile ilgili olarak: “Batı’da bir kişi piyasada para kazanır ve bunu iktidarı satın almak veya etkilemek için kullanır. Doğu’da kişi iktidarı ele geçirir ve bunu para kazanmak için kullanır. Ahlakî açıdan ikisi arasında bir fark yoktur, ancak ekonomi ve devlet üzerindeki etkileri çok farklıdır.”[10]

Lewis, Müslümanların bazı mesleklere hor baktığını belirtir. Bu durum bazı zanaat ve mesleklerin yalnızca Ermeni, Rum ve Yahudi gibi halkların elinde olmasına yol açtı. Ve ilerleyen süreçlerde azınlıkların ve onların yabancı hamilerinin ekonomi üzerinde kontrol sahibi olmalarına yol açtı.

Lewis, kitabın devamında konuyu toplumsal ve kültürel bağlamda değerlendirir. Bu noktada özellikle Batı ve Ortadoğu arasındaki düşünsel farklılıktan bahseder, tabi ki bunun müsebbibi de sosyo-kültürel yapıdır. Yazar özellikle her iki tarafın kadına nasıl baktığından bahsetmektedir. Kadının, özellikle Ortadoğu toplumlarındaki yeri ve özgürleşme süreci üzerine durur. Kadına bakışıyla farklılaşan her iki toplum uzun ve zorlu bir süreç yaşamış, fakat Batı Ortadoğu’ya nazaran daha erken hak ve özgürlük temini sağlamıştır. Keza benzer şekilde bilime karşı olan bakışları da farklı olan Doğu ve Batı arasından, Batı ilerleme kat etmeyi başarabilen olmuştur. Ayrıca Lewis, özellikle kadın, köle ve gayrimüslimler konusunda Ortadoğuluların görüşlerini irdeliyor. İslam’ın emir ve yasaklarına göre sosyo-kültürel hayatlarını şekillendiren Müslümanlar, batının içinde bulunduğu hak ve özgürlük gibi değerlerin mücadelesine yabancı kaldı. Hatta bazı kişi ve gruplarca bunlar reddedildi, köleliğin kaldırılmasına ve kadınların hak kazanmasına karşı çıktı. Benzer şekilde gayri Müslimlerin Müslümanlarla eşit görülmesi fikri kimilerince korkutucu görüldü ve şiddetle reddedildi.

Modernleşmeyle gelen süreç ve daha yakın yüzyıllarda, Ortadoğu’nun içinde bulunduğu bu hal devam etti. Artık modern bir dünyada, laiklik ve bireysel haklar gibi olgularla yüzleşen bir Ortadoğu vardı. Batının egemen olduğu yeni düzende, Müslümanların gerek kamusal gerekse özel alanları etki altındaydı. Lewis denenen onca şeye rağmen, İslam ile Batı dünyası arasındaki dengesizliğin bir türlü çözülemediğini belirtir. Son yüzyıllarda hızla ivme kazanıp günümüzde halen devam etmekte olan bu sorunun müsebbibi, önceleri Moğollar olarak görülmüş, ardından Araplarca Türkler suçlanmıştır.[11] Lewis’e göre bu suçlama oyunu herhangi bir Ortadoğu ülkesince diğerlerine karşı yapılabilir bir şeydir. Klasik bir problemden kaçış yöntemi olarak suçlama, günümüzde Batı Emperyalizmi olarak kendini göstermiştir.

Lewis’e göre bir diğer önemli nokta, İslam gelişmeye engel mi? İslam Müslümanlara ne yaptı? Müslümanlar İslam’a ne yaptı? gibi sorular çemberinde dolaşarak sorgulamadır. Genellikle modernistler ve köktendinciler arasında zuhur eden tartışmalar, çözüm odaklı olmaktan ziyade enerji tüketmektedir. Bu noktada iki yol vardır; birisi İran Devrimi ve diğer köktendinci hareketlerin tuttuğu yol, diğeri ise en iyi şekilde Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği laik demokratik yoldur.

Lewis’in, son cümleleri ise: “Eğer şikâyet ve mağduriyetten vazgeçebilir, farklılıklarını çözebilir ve ortak bir yaratıcı çaba içinde yeteneklerini, enerjilerini ve kaynaklarını bir araya getirebilirlerse, o zaman bir kez daha Ortadoğu’yu, Antikçağ ve Ortaçağ’da olduğu gibi büyük bir uygarlık merkezi haline getirebilirler. Şimdilik, seçim kendi ellerinde.[12]

 Bir Ortadoğu uzmanının değerli bilgi ve yorumlarını içeren bu kitap[13], Ortadoğu sakini olan herkes tarafından kati suretle okunmalıdır.


[1] Bernard Lewis, Hata Neredeydi? Doğu’nun 300 Yıldır Cevabını Aradığı Soru, çev. M. Murtaza Özeren, İstanbul: Kronik Kitap, 2020. (Kitap incelenirken bu baskı kaynak alınmıştır.)

[2] Londra Üniversitesi, Paris Üniversitesi, Princeton Üniversitesi; Lewis’in çalıştığı üniversitelerdir.

[3] Buradaki zorluk eski Osmanlının savaş sonrası yaptığı antlaşmalarda galip taraf olarak şartlarını dikte etmesinden ileri geliyordu. Durum artık öyle değildi ve askerî yenilgi sonrasında tahribatı azaltmak için diplomasi denen sanata başvurmak gerekiyordu. Bunun akabinde Osmanlılar her ne kadar isteksiz de olsalar Hıristiyan elçilerden bu konuda yardım aldılar.

[4] Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra, Kırım bağımsız ilan edilmiş ve Rus ilhakına zemin hazırlanmıştır. Geçmişi ortaçağa kadar uzanan bu Türk Müslüman toprağının kaybı, Osmanlıyı derinden etkilemiştir. Avrupa’da kaybedilen yerlerin acısına dayanmak bir nebze daha kolaydır çünkü buralar genellikle yeni fethedilmiş ve yoğunlukla Hıristiyanların yaşadıkları bölgelerdir. Fakat kırım, kırım vatan toprağıdır ve kaybedilmesi Osmanlıları derinden sarsmıştır.

[5] s.32

[6] Bu seyyahlara örnek olarak; kutsal yerleri ziyaret eden hacılar, doğu ticaretinden faydalanan tüccarlar, elçiliklerde görev yapan konsoloslar verilebilir.

[7] İbrahim Müteferrika, kendi risalesi dâhil 17 kitabın basılmasına vesile olan, kapanıp açılma gibi talihsiz olaylar yaşayan Türk matbaasının kurucusudur.

[8] Hastalık doğuya Avrupa’dan gelmiştir, bu yüzden frengi şeklinde isimlendirilmiştir. Frenk hastalığı. (Sifiliz.)

[9] Öyle ki 19. yüzyılın sonlarına doğru devlet adamları tercüme sayesinde bürokraside yükselmişlerdir.

[10] s.76

[11] En büyük Arap tarihçisi olarak görülen İbn Haldun, tam tersi şekilde, Türkleri suçlamak yerine onları Müslümanlara gönderilen bir lütuf olarak görmüştür.

[12] s. 184

[13] Kitap Bernard Lewis’in; 1980, 1992, 1995, 1998 ve 1999 yıllarında; Viyana, Madrid, Strazburg gibi muhtelif yerlerde verdiği konferanslardan ve yazdığı yazılardan derlenmiş; büyük ölçüde değiştirilip, genişletilip yeniden yazılmasıyla meydana gelmiştir.

Oğuzcan Acar
Latest posts by Oğuzcan Acar (see all)
Visited 19 times, 1 visit(s) today
Close