Yazar: 19:54 Öykü

Zamanın Saçları

Günlerdir diş ağrısından muzdarip olup da bu melun ağrıdan kurtulmak için türlü ilaçlar deneyen, zerdeçallı ve sarımsaklı sular hazırlayan, karanfil yağı çıkaran, olmadı abdestini bozup dişine rakılı pamuk basan, ardından tövbe edip ağzını hocaya okutan, üstüne otuz rekât nafile namaz kılan, bunlar da kâr etmeyince başını duvarlara çarpıp dişinin yedi ceddine söven en nihayetinde zevcesinin ısrarlarıyla dişini çektirmeye giden Zargana Mustafa, yanlış dişinin çekildiği iddiası ile mahalle berberi Eşek Rıfat’tan şikâyetçi oldu. Semt karakolundaki görevli memur, kuru bir ağaç dalı gibi önünde dikilen eğri büğrü bu adama bakıp diş ağrısından şuurunu kaybettiğine hükmettikten sonra onu düzeltmek istedi: “Mahalledeki dişçi diyecektin herhalde!”

Ama Zargana Mustafa’nın şuuru yerindeydi. Yapılan tahkikat neticesinde “Eşek” namlı Rıfat Ustura’nın eski berber dükkânında sadece tıraş eylemediği, bunun yanı sıra diş çekip sırt ağrısından muzdarip biçarelere bardak çektiği, sonra bu bardaklarla müşterilerine çay ve kahve ikram ettiği, kimi zaman dükkânında çoğu zamansa davet edildiği evlerde sünnet yaptığı, sünnet ettiği sabilerden büyüyüp evlenenlerin olduğu ve bu vesileyle taze gelinlerden teşekkürün yanı sıra hediyeler aldığı da anlaşıldı. Tahkikat tamamlandığında Eşek Rıfat’ın berber dükkânına mühür vuruldu. Lakin o yanlış dişi çekmediğinde ısrarcıydı. Berberlik haricinde yaptığı diğer faaliyetlere gelince; kuşaklar boyunca sülalesinin berber olduğunu, bunları babadan dededen gördüğünü, iftira nedeniyle adı tarihten silinmiş olsa da Osmanlı döneminin en büyük berberinin büyük dedelerinden biri olduğunu söylüyordu.

Bu vakayla birlikte, tarihin kayıp renklerinden biri olan Asri Fehim Efendi adlı bu berber tekrar gün yüzüne çıktı. Tabi ki bu, kıymetli tarihçi yazar Murat Lafügüzaf sayesinde oldu. Ünlü yazar, yaptığı araştırma ile tarihin tozlu sokaklarında hem Asri Fehim Efendi’nin izini buldu hem de Osmanlı dönemindeki berberlerin panoramasını çıkardı.

                                                                                                   

MUHTEŞEM BERBER: ASRİ FEHİM EFENDİ

 Selman-ı Pak hazretlerinden sonra berberlerin ikinci piri olmaya aday iken “Berber gözlene, kâfir başın tıraş etdükleri ustura ile Müslüman başın tıraş etmeyeler. Kâfir yüzün sildikleri futa ile Müslüman yüzün silmeyeler. Usturaları keskin ola!” kanunnamesine karşı geldiği ve de dükkânında  Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye hakkında muzır sohbetlerin edildiği gerekçesiyle Limni adasına sürülen Asri Fehim Efendi, ne yazık ki istikbalini çekemeyen rakiplerinin kurbanı olmuştu. Söylenenlerin aksine, dükkânı dini ve de ilmi sohbetlerin beşikliğini yapmakta, yetimler ve gezgin dervişler bedavadan tıraş edilmekte, kâfir ve Müslüman başı asla birbirine karıştırılmamakta idi. Günlerden bir gün, mahalle eşrafından devşirme Gazanfer Ağa’nın, cami çıkışı artan vergilere kızıp şeytanı dost belleyerek ulu orta mukaddesata küfretmesi, ardından soluğu berberde alıp sakalını düzelttirmesi üzerine rakipleri Fehim Efendi’yi kadıya şikâyet etti. Çünkü Gazanfer Ağa mürtet olmuş, Fehim Efendi de sürekli müşterisi olan bu adam için Müslüman başını tıraş ettiği makas ve usturayı kullanmıştı. Üstelik şikâyetler bununla da sınırlı değildi. Güya Fehim Efendi sünnet derilerini fazlaca kestiği birçok sabinin istikbalini karartmış, ağızlarını al kana koyduğu ve çenelerini söktüğü sürüyle biçarenin yanlış dişini çekmiş, kör usturalarıyla nice güzel delikanlının yüzünü tarlaya çevirmiş, uyuzlu hastaları tıraş ettiği edevatını başkalarında da kullanmış, etek tıraşı yaptığı ustura ile yüz tıraş ederek nicelerinin yüzünü siğile koymuş, tezgâh altından afyon macunu satmıştı…

Fehim Efendi’nin içine berberlik ateşi daha çocukken, Anadolu’nun uç eyaletlerinden birinde yaşadıkları sırada, köylerinin küffar baskınına uğramasıyla düştü. Babası şehit edilip anası da âdem ejderhası bir kâfir tarafından saçlarından tutulup sürüklenirken… Fehim Efendi o sırada anasıyla özgürlüğün arasındaki tek engelin o melun saçlar olduğunu düşündü ve onların kökünden kopmasını diledi. Dileği gerçekleşmeyince de içinde saçlara karşı derin bir nefret uyandı. Delikanlılık çağından beri kafasını usturaya vermesi de bu yüzdendi. Öbür taraftan da saçın gücünden korktu, bir araya geldiklerinde ne kadar da sağlam oluyorlardı. Ayrıca her kesildiğinde uzayan saçlar Fehim Efendi için ölümsüzlüğün ve isyanın sembolü oldu. İlk berberlik deneyimini anasının kana ve toza bulanmış cesedinin başında gerçekleştirdi. Kemik saplı çakısını çıkarıp anasının o çok sevdiği sarı lepiska saçlarını kökünden kesti. Ardından bir köle olarak elden ele satıldı ve sonunda ricalden hayırsever birinin himmetiyle, henüz on yaşında iken berber Kel Dilaver Usta’nın yanına törenle yamak durdu.

Normal şartlarda iki yıl ücretsiz çalıştıktan sonra çırak olmaya hak kazanacakken istidadı, çalışkanlığı ve el yatkınlığı sayesinde bir yıl içerisinde, hem de bol bol bahşiş kazanarak çırak oldu. Üç yıl süren çıraklık döneminde dirseklerine kadar sıvanmış bembeyaz kolları, belinde ibrişim peştamalı, çıplak ayaklarında nalını ve elinde yelpazesiyle müşterileri ve velinimetlerini memnun etmeye çalıştı. Kâh yelpazeyle onları ferahlattı, kâh tepelerindeki sırnaşık sinekleri kovdu, kâh ayna tuttu, kâh kafalarına bakır sitillerle sular döktü. Bazı günlerse ayna yerine sinesini tuttu da bu pak sinede kendilerini kaybedenler oldu. Ve bu adamlar tekrar kendilerini bulma ümidiyle dükkânı yol eylediler.

Fehim Efendi üç yıllık çıraklığını bitirdikten sonra, dönemin en ünlü duacısı Duakeş Nedim Ahmet Efendi’nin algışları eşliğinde şedd bağlama töreniyle peştamal kuşanıp kalfa oldu. Tören sırasında ilk olarak Ahmet Efendi’yi tıraş eden Fehim Efendi, heyecandan olsa gerek az kalsın duacının bıyığını uçuruyordu. Kalfalığı döneminde, boynuz kulağı geçer hesabı, ustasını gölgede bıraktı. Ustası bunu dert edecek adam değildi, aksine elinin altında yetişen bu delikanlıyla hep gurur duydu. Fehim Efendi’nin müşterisi pek çok idi, Galata’daki berber esnafının gözü onun üzerindeydi. Hatta öyle ki bazı müslime ve kafireler Fehim Efendi’nin dizine baş koymak için erkek kılığına girdiler1.

Üç yıllık kalfalığını takiben iki yıl da yan dal yaparak hacamat, sünnet, diş çekme ve kan alma gibi cerrahlık sanatlarını layıkıyla öğrenen Fehim Efendi, bir ilkbaharda törenle usta çıktı. Gedik sayısının kısıtlılığı nedeniyle önceleri dükkân açamayınca sanatını sokak aralarında, hamamlarda ve de kahvehane köşelerinde icra etti. Cami ve hamam önlerinde, iskelelerde, sokak ve meydanlarda gür sesiyle “Lahana kadar baş on paraya tıraş!” diye nida eder; amele, hammal, kayıkçı, arabacı, rençber, ayak takımı, külhani ve bıçkınları dizine yatırmak suretiyle tıraş eder, fındık yağı ile bıyıklarını burardı. Ayrıca tıraş için esnaf ve ricalden beylerin dükkân ve evlerine gider, bazı zamanlar hamamlara takılır, yeniçerilere bardak çekip göğüs perçemi yapar, bazen de kahvehanelerde mey ve tütün eşliğinde herkesi susturur da makasını konuştururdu. Bu şekilde geçen dört yılın sonunda, şemhane sahibi gayrimüslim Mumcu Yosef’in hak yolunu seçip adını Mumcuzade Yusuf Efendi diye değiştirmesi ve akabinde sünnet olmak üzere Fehim Efendi’nin usturasının altına yatması, sünnetin acısız oluşu, yeni zekerin hem Yusuf Efendi hem de zevcesi tarafından pek beğenilmesi Fehim Efendi için dönüm noktası oldu. Yusuf Efendi’nin araya girmesiyle dükkân açma rüyası gerçek oldu.

Fehim Efendi hemen işe koyuldu. Az miktar birikmişi ve biraz da tedarik ettiği borç para ile dükkânını donattı. Alman malı usturalar, taraklar, makaslar, kerpetenler, mengeneler, neşterler, rengârenk sünnet usturaları, bıçaklar, aynalar, renk renk futa ve peştamallar, ipek havlular, düz ve nakışlı peşkirler, sülük kavanozları, çekme bardakları, sünnet sırasında çalınan def ve kudümler, tülbentler, boynuz ve yelpazeler, kösre taşları, ustura kayışları, bileğiler, bakraçlar ve ibrikler, sarı pirinçten leğenler ve daha neler neler satın aldı. Peykelerin en iyisini yaptırdı ve üzerine İran işi halılar serdirdi. Müşterilerinin başını sevgili başı bildi, onları dizine yatırırken en temiz peşkirlerini serdi, birbirlerini kıskanmasınlar diye hepsiyle alakadar oldu; başlarını karanfil ve kekik yağları, gül sularıyla ovdu, bol köpüklü kahvelerle hatrını artırdı. Kerpeten ve neşter gibi alet-i cerrahiyelerini maharetle kullandı. 

Tarihte ilk eşek tıraşını yapan ve bu tıraşın mucidi olan Fehim Efendi idi. Cennet mekân padişah efendimizin adı Himmet ve yeleleri bir at ile yarışacak kadar uzun olan pek güzel, beyaz bir eşeği vardı. Padişah efendimiz eşeğin tıraşıyla meşgul olunmasını emredince berber esnafının inzibat sorumlusu Çavuş Ali Reis, bu önemli vazife için en iyi berberini seçti. Fehim Efendi, “Aman çavuşum ben ne anlarım eşek tıraşından!” dese de Ali Reis “Tıraş ettiğin şu âdemlerin eşekten ne farkı var!” diyerek bu itirazı reddetti. Fehim Efendi çaresiz, padişah efendimiz hakka yürüyene ve böylece eşek gözden düşene kadar, tam dört yıl boyunca, ayda bir sarayın ahırını yol eyledi. Eşeğin boynuna peştemalı sarıp Alman işi makasını şıkkıdı şıkkıdı tıkırdattığında, eşek de bu müzik eşliğinde türküler söylemeye başlardı. Anırtılar bir yandan, eşeğin sürekli başını sallaması diğer yandan düzgün bir tıraşa mani olduğundan eşeğin yelesindeki asimetrik makas darbeleri hemen göze çarpıyordu. Ancak Fehim Efendi’nin işindeki ustalığı ve meslekteki yenilikçi tavrı bilindiğinden, bu tıraşın olsa olsa eşekler için geliştirilen bir model olduğu hükmüne varıldı. Bu akım Dersaadet’te hızla yayıldı, kısa süre sonra rical ve ulema da ahırlarındaki eşekleri tıraş ettirmeye başladı. Hatta bir cürüm işleyip de paşa babalarının canını üzen delikanlılar kulaklarından tutuldukları gibi ahırda eşek tıraş eden Fehim Efendi’nin önüne atıldı: “Al şu eşşoğlu eşeği de bir eşek tıraşı eyle!” Böylece insanlar arasında da eşek tıraşı kabul gördü. Fehim Efendi mesaisinin bir kısmını ahırlarda harcayadursun bir süre sonra dükkâna da eşekler gelmeye başladı. Hal böyle olunca kanunnamede berberlerle ilgili bir değişiklik yapıldı: “Berber gözlene; adamları tıraş ettikleri ustura ve makas ile merkep tıraş eylemeyeler…” Lakin bir berber çırağının tıraş sırasında eşek çiftesiyle şuurunu kaybedip sağ tarafına inme inmesi ve berber esnafınca eşeklerin istismar edildiği söylentilerinin ayyuka çıkması neticesinde eşeklerin tıraşı sonraları yasak edildi… 

Başta Amerikan tıraşı olmak üzere şu sıralar memleketin genelinde moda olan pek çok saç modeli de Fehim Efendi tarafından icat edildi. Nitekim Fehim Efendi tıraşta yenilikçi ve sınırları zorlayan bir zattı. Kaşa ve şakağa usturuyla açtığı çizikler, leventlere özel yaptığı figürlü saç modelleri görülmeye değerdi. Gezgin bir İspanyol’a bir papağan karşılığında yaptığı tıraşla bugünkü Amerikan tıraşının temellerini attı. Bu gezgin ülkesine döndüğünde, saç modeli ilk başta kâfir tıraşı diye ön yargıyla karşılansa da kısa süre sonra tüm İspanya’da meşhur oldu. Yıllar sonra İspanyol yerleşimcilerin Amerika’yı yurt tutmalarını takiben günümüze kadar ulaşan bu tıraş, Amerikan tıraşı adını aldı. Ayrıca Fehim Efendi aslan yelesi ve tavukgötü gibi saç modellerinin de temellerini atan zattı.

Osmanlı tarihinde ilk berber ismini alan kişi de Fehim Efendi idi. Öncesinde berberlere hallâk ya da ser-terâş denilirdi. İtalyan bir tüccara sivri bir sakal modeliyle aslan yelesi saç yaptıktan sonra, tüccarın sağ elini ağzına götürüp parmaklarına sesli bir öpücük attıktan sonra “Fantastico Barbiere!” demesi, Fehim Efendi’nin “Ne diyor bu kâfir, ben adamın dübürünü keserim!” diye usturasına sarılması ve nihayetinde İtalyanca bilen başka bir müşteri tarafından durumun izah edilmesiyle dükkânın tabelası “Muhteşem Berber” diye değiştirilmiş ve kısa süre sonra berber kelimesi tüm Ali Osmaniye’ye yayılmıştı.

İşte berberlik tarihine silinmez izler bırakan bu Fehim Efendi, istikbalini çekemeyen haset rakiplerinin iftiraları neticesinde, dükkânını açışının onuncu sene-i devriyesinde, elinde bir bavulla kendini Limni adasında buldu. Bu olay onu derinden yaraladı, adada berberlik yapmaya çalışsa da tutunamadı. Adaya gelişinin ikinci yılında ise daha önce hiç var olmamış gibi ortadan kayboldu. Kaldığı tek odalı bekâr evine girenlerin ağızları şaşkınlıktan açık kaldı. Odanın tavanında insan saçlarından örülmüş, sap kısmı sarı olan boş bir ilmek asılıydı.2 İlmeği indirmek isteyenler başarılı olamadı, ilmek sanki hep oradaymış gibi tavana kök salmıştı. Kesmek de mümkün olmadı bu ilmeği, yaklaşık sekiz makas ve üç nacak bu sırada telef oldu. İşletme sahibi Fehim Efendi’nin yedi ceddine düz gittikten ve sakalına sövdükten sonra kimsenin kiralamak istemeyeceği bu odayı çaresiz kapattırdı. Bir daha görülmedi Fehim Efendi, rüyalar dışında… Ada sakinlerinden Fehim Efendi’yi rüyalarında görenler oldu. Rivayet o ki Fehim Efendi artık düş berberi olmuştu, düşleri kırpıp düzeltiyor, rüyalarına girdiği kişilerin kâbuslarını kesiyor, bölük pörçük olsa da onlara güzel rüyalar hediye ediyordu. Rüyasına girdiği kişileri tıraş ettiği de oluyordu ve bu kişilerin ömrü uzuyordu; tıpkı bekâr odasındaki o ilmek gibi. Aylar sonra işletmeci odayı temizletmek için açtırdığında o ilmeğin uzadığını ve yere kadar değdiğini gördü. İhtimal o ki Fehim Efendi başka bir âlemde hâlâ yaşıyordu. Söylentilere göre zamanla bir anlaşma yapmıştı. Ölümünü geciktirmek, başkalarının ömrünü uzatmak, yaşıyor gibi yapanların yerine de yaşamak için zamanın uzayan saçlarını tıraş ediyordu. Ve rivayet o ki, zamana en çok kısa saç yakışıyordu.

DİPNOTLAR

1 Baltacızade Müderris Yahya Efendi, El Eşhasul Uceba (Acayip Şahsiyetler) (Haz. Selim Salik), Ankara 1992, 187  

Bu durum bize TAAŞŞUK-İ HALLAK VE NEVCİVAN (Berber ve Delikanlının Aşkı) adlı ünlü berber destanı anımsatır. Tıpkı günümüzde olduğu gibi berber esnafı eskilerden de ne yazık ki cinsel imaların hedefi olmuştur. Günümüzde daha çok tıraş esnasında değdirme ve sürtünme gibi masum sayılabilecek eylemlerle suçlanan berberler Osmanlı döneminde eşcinsellik gibi daha ağır ithamların hedefi olmuşlardır. Aslında bu işin zemininde sonradan destanlaşan ve gerçekliği tartışmalı trajik bir öykü yatmaktadır:

TAAŞŞUK-İ HALLAK VE NEVCİVAN: Rivayet odur ki Osmanlı dönemine yaşamış pek güzel bir berber kalfası, maharetiyle tüm İstanbul’a nam salmıştı. Eline makası aldığında tüm sesler susar, makasının şıkırtıları ezan sesiymiş gibi çıt çıkarılmadan huşu içinde saygıyla dinlenir, müşteriler kalfanın dizine baş koyacakları zamanı sonsuza kadar beklemeye hazır görünürlerdi. Kalfanın dizindeki peşkir, vuslat anının verdiği hazla gözyaşı döken adamlarca ıslatılırdı. Kimileri de boyunlarını kurbanlık bir koyun gibi kalfanın usturasının altına uzatır, hani bu mübarek ustura kafalarını uçursa gık demeyeceklerine ve bir damla kanlarının akmayacağına yemin ederlerdi. Kalfa ise sadece işiyle hemhal olup aşkını yalnız işine verirdi. Bu hali müşterilerin kalplerini daha da kırardı. Müşteriler içinden kalfanın elindeki makas, belindeki peştamal, ayağındaki takunya, bembeyaz dirseklerini saran iç mintan ve de kuşağındaki ustura kayışı olmak isteyen niceleri vardı. Ama o, hiçbirini görmez idi. Günlerden bir gün kalfa işine ihanet etti, en azından kendisi böyle hükmetti. Çünkü müşteriler arasında ilk defa gördüğü bir delikanlı, nazarını bir mıknatıs gibi çekiverdi. Delikanlının gözleriyse sürekli kalfanın üzerindeydi. Tıraş sırası delikanlıya geldiğinde kalfa onu atladı ve sonraki müşterisini çağırdı. Hevesi kursağında kalan ve dükkândaki usta tarafından tıraş edilen delikanlı gözü yaşlı oradan ayrıldı. Bu durum aylarca tekerrür etti. Delikanlı gelse de kalfa onu tıraş etmedi. Lakin delikanlının bilmediği bir şey vardı: Kalfa onu rüyalarında tıraş ediyordu; güzel başını dizine alıyor, kutsal bir emanet gibi özenle saçını tarıyor, başını gül suları ve miskle ovuyordu. En nihayetinde delikanlı cesaretini toplayıp bir akşam iş çıkışında kalfanın yolunu kesti ve ona işin hakikatini anlattı. Delikanlı aslında bir kızdı, sırf kalfanın dizine başını koymak ve ona yakın olabilmek için erkek kılığına girmişti. Bunu duyan kalfa yüreğinde bir sızı hissetti, uzak uzak gülümsedi. Gülümseyişinde acının tonları etrafa saçılıyordu. “Madem öyle,” dedi kalfa delikanlıya, “yarın seni tıraş edeceğim.” Ertesi akşam tüm müşteriler ve usta çekildiğinde kalfa kızı içeri aldı. Sarığını çıkarıp, mintanını araladığında kızın gözleri kocaman açıldı. Aslında kalfa da bir kızdı ve çok sevdiği berberliği yapabilmek için erkek kılığına girmişti. Âşıktı işine, ta ki onu görene kadar… Sırlarının ifşasına rağmen gözlerindeki muhabbet değişmedi. Kalfa sedire oturdu ve kızın gül yüzünü dizine yatırdı. Ardından o zamana dek yaptığı tıraşların en güzelini yaptı. Rivayet o ki kız, kalfanın dizinde anın verdiği heyecanla gülümseyerek huzur içinde can verdi. Vuslatı ölümüneydi. Kalfa o andan sonra bir daha kimseyi tıraş edemeyeceğini anladı, usturasını boynuna çaldı. Ölürken tek damla kanı akmadı, sadece avucundaki bir tutam sarı saç kızıla boyandı. Bu saç kucağında can veren kızındı…

2 Bosnalı Tarık Çelebi, Bosnalı Seyahatnamesi 2. Kitap, (Haz. Görkem Üner), İstanbul 1989, 221.   Bu durumun gerçekliği şüphelidir, kulaktan kulağa dolaşan bir efsane olabilir.

SÖZLÜK

Algış: Dua, övme, yüceltme

Dübür: Kıç

Futa:  ipekli peştamal

Mürtet: İslam dininden dönen

Rical: yüksek makamlı devlet adamları.

Şemhane: Mum imalathanesi

Zeker: penis

Editör: Melike Kara

Ebuzer Kalender
Latest posts by Ebuzer Kalender (see all)
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close