Yazar: 11:30 Adalet Ağaoğlu Dosyası, İnceleme, Öykü Kitabı

Yüksek Gerilim’de Bir Direniş Anlatısı: Duvar Öyküsü

Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden Adalet Ağaoğlu, 1929 yılında Ankara’da dünyaya gelmiş; 1983 yılına kadar da bu şehirde yaşamıştır. Yazın hayatına radyo oyunu yazarak başlamış, daha sonra birçok tiyatro oyunu da kaleme almıştır. Çatıdaki Çatlak oyunu 1965 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenirken yasaklanmış; bu olay onu roman yazmaya yöneltmiştir.[1] Daha sonraları yazarın isteği üzere Dar Zamanlar olarak da nitelendirilen Ölmeye Yatmak(1973), Bir Düğün Gecesi(1979), Hayır(1989) romanlarını kaleme almıştır.[2] Roman ve oyunlarının yanı sıra hikâye, anı, deneme gibi çeşitli ürünler veren Adalet Ağaoğlu, eserleriyle birçok ödüle de layık görülmüştür. Bu makalede inceleyeceğimiz öykünün yer aldığı Yüksek Gerilim isimli hikâye kitabı 1974 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanmıştır. Yazar 2020 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.

Adalet Ağaoğlu, yazdığı eserler, yarattığı karakterler düşünüldüğünde edebiyatımızda kendine has yeri olan yazarlarımızdandır. Belirli bir siyasi görüşe yakın dursa da yazar, edebiyatını her daim siyasi eğilimlerin üstünde tutmayı başarmış; eserlerinde ideolojik mesaj verme kaygısı gütmemiş; estetik zevki geri plana atmamıştır. Ona göre sanatçı birtakım sıfatların ardına hapsedilmemelidir. Bu bağlamda yazar 12 Mart romanı/romancısı, köy romanı/romancısı gibi nitelendirmeleri doğru bulmamaktadır.[3] Biz de makalede yazarın Yüksek Gerilim kitabında yer alan Duvar Öyküsü’nü hem Adalet Ağaoğlu’nun dünya görüşünü geri plana atmadan hem de metnin estetik unsurlarını değerlendirmeye dâhil ederek incelemeye çalışacağız. Çalışmamızda, 12 Mart dönemi siyasi atmosferinin yazara ve metne etkilerine, öykünün ana karakteri olarak ifade edebileceğimiz tohum ve duvar üzerinden yazarın kurmaya çalıştığı alegorik dile, öyküdeki rehber kadın ve kızı ekseninde yapılan cehalet ve din sömürüsüne dair eleştirilere ayrıntılı değinilecektir.

Metnin Genel Yapısı ve Toplumcu Gerçekçi Art Planı

Adalet Ağaoğlu’nun Yüksek Gerilim adlı ilk hikâye kitabı, 1974 yılında çıkmış ve aynı yıl Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanmıştır. Kitapta toplamda dokuz öykü bulunmakta; çeşitli uzunluklardaki bu öykülerin ana eksenini, insan ve toplum sorunları oluşturmaktadır. Sol eğilimli yazarlarımız arasında sayabileceğimiz Adalet Ağaoğlu, kitaba ismini veren Yüksek Gerilim öyküsü başta olmak üzere Adi Suçlu, Yasemin İşçileri, Bileyici, Yol gibi öykülerinde, çeşitli sahneler aracılığıyla Türkiye’nin sorunlarını toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla irdelerken öykü karakterlerinin birer tip olmasına müsaade etmemiş; onların korkularını, içine düştükleri çıkmazları da yansıtarak ete kemiğe bürünmelerini sağlamıştır. Yazarın asıl amacı, toplumsal eleştiri yapmak değildir. Bu bağlamda öykülerinde estetik çatıyı da ihmal etmez. 12 Mart döneminin etkisindedir fakat bunu yaparken sığ bir propaganda diline düşmez, bu yüzden de metinlerindeki teknik arka planı hiçbir zaman ihmal etmez. Yüksek Gerilim kitabında yer alan tüm öykülerde farklı anlatım tekniklerini kullanır. Biliç akışı, çoklu anlatıcıyı tercih etme, metni çağrışıma açık bir sonla bitirme gibi eğilimleri onu postmodern edebiyat çizgisine yakınlaştırır. Merkezine bireyi alan metinlerinde toplumculuk, derinden derine akan bir ırmak gibi anlatıya her daim eşlik eder. Bu yüzden diyebiliriz ki Adalet Ağaoğlu’nun roman/öykülerinde çoğunlukla postmodern potada eritilmiş bir toplumsallıkla karşılaşırız.

Duvar Öyküsü’nde, tarihi bir duvar kalıntısı ile onun çatlakları arasına girip filizlenmeye çalışan bir tohum, kurgunun ana eksenini oluşturur. Öykünün ana kahramanları bu duvar kalıntısı ve tohumdur. Yerel rehber kadın ve kızı da öykünün üzerinde konuşulması gereken diğer karakterleridir. Adalet Ağaoğlu, bu öyküsünde yaşananları;  Andız, Duvar, Tohum, Ağaç, Çiğ, Tohum ve Duvar, Yolcu gibi alt bölümler eşliğinde anlatır. Bölümlere verilen isimler,  aynı zamanda öykünün çatısını oluşturan karakterler olarak da yorumlanabilir. Başta duvar ve tohum olmak üzere doğaya ait birçok unsur öyküde kişileştirilerek anlatılır. Bu yönüyle doğa kavramının öykünün temel elementlerinden biri olduğu söylenebilir.

Alaeddin Keykubat döneminden kalma olduğuna inanılan bir duvar kalıntısı ve tohum, ilk bakışta bir öykünün merkezini dolduramayacak kadar önemsiz ögeler olarak algılansa da Adalet Ağaoğlu, bu kavramlara alegorik bir pencereden yaklaşır. Yazarın siyasi duruşu ve edebiyata bakışı düşünüldüğünde, bu iki kavramın tesadüfen seçilmediği anlaşılacaktır. Öyküde duvar eril, tohum ise dişil bir bakış açısıyla okura sunulmuştur. Adalet Ağaoğlu, tohumun rüzgârla uçup çatlağa girmesini ve oraya yerleşmesini, yağmurların nemiyle çatlağa tutunmasını okura çok dişil bir dille anlatmıştır. Tıpkı bir kadının doğum yapması gibi andız tohumu da ağacından uçup gelmiş; yeni bir varlığı sabırla, inatla içinde büyütmüştür. Baharın ilk ışıklarına kadar saklanan filiz, güneşin etkisiyle çatlaktan kafasını uzatmıştır.

Kavramlara atfedilen bir diğer alegori de onların temsil ettiği değerler aracılığıyla ortaya çıkar.  Duvar, yıkılmazlığı, gücü, iktidarı, yapılaşmayı (rantı) temsil ederken; tohum, doğayı, mücadeleyi, üremeyi, kadını temsil etmektedir.

“Bu serseri tohumu er geç tüketeceğim, tohumların hepsi serseridir duyuyor musunuz? Hepsi serseri, hepsi törebilmez, hepsi aylak hepsi eşkıya. Bir serseri eşkıyayı yok etmenin gururunu ömrüm boyunca taşıyacağım, dedelerimin başaramadığını ben başaracağım. Çevremde yeni seyircilerim olacak, fakir fukaralar eteklerime atılan bahşişlerle sevinecekler, çevremdeki seyircilerin önünde daha yüzlerce yıl görkemli, güçlü ve tükenmez duracağım.”[4]  

Duvarın ağzından dökülen bu sözler incelendiğinde görülür ki duvar, dikta rejimlerine has bir hükmetme arzusuna ve kibre sahiptir; tohum ise devrimci bir tutum içerisindedir. Bu bağlamda bakıldığında duvar kalıntısı siyasi erki; tohum/filiz ise başkaldırıyı, direnişi sembolize etmektedir. “Taş duvar kalıntısının diyalektik yönü, tarihin ve eskimeye yüz tutmuş bir tahakküm biçiminin imgesel yönünü temsil etmesi ile ilgilidir; buna karşın, tohum ise yeni “filizlenen” bir dünyanın ayrıksı formu niteliğindedir.”[5] Duvar kalıntısının sözlerinden, onun “eskimeye yüz tutmuş” yönü ve tahakkümünü devam ettirme çabasının yarattığı hırçınlık hissedilmektedir.

 “Zeytinlerden ve yaban incirlerinden daha uzun uzun yaşadım ben. Sizden mi korkacağım.”[6] Tohum, duvar için bir tehdittir. Başlarda varlığını yıkılmaz gördüğü için tohumu önemsemeyen duvar, öykünün ilerleyen kısımlarında tohumun çatlağından sızıp orada filizlenmesiyle birlikte kaybettiğini hissetmeye, tıpkı iktidarını kaybedeceğini anlayan siyasi parti lideri gibi hınçla fidana yani onun temsil ettiği değerlere saldırmaya başlamıştır. “Kalırsa polislerimi jandarmalarımı sürerim üstüne, diye düşündü duvar. Öfkesi başına sıçramış olarak…”[7] Cümlelerden de anlaşılacağı üzere Adalet Ağaoğlu, duvarı bir erk, bir iktidar unsuru olarak resmetmektedir ve yine duvar, tohumun çatlaktaki varlığından rahatsızdır. İşler duvarın yani iktidarın istediği gibi gitmezse tohuma/direnişçilere karşı duvar, bir güç uygulamayı planlamaktadır; cümlede geçen polis ve jandarma, devleti ve devletin güç unsurlarını bize hatırlatmaktadır. Öykünün bu kısımlarında Adalet Ağaoğlu, duvarın değişen duygu durumunu oldukça başarılı tasvir etmiş; bu cansız varlığa insansı nitelikler atfederek onu öykünün merkezine yerleştirmeyi başarmıştır.

Duvar kalıntısını izleyen turistlerin arasına karışmış ayakkabı boyacısı çocuk da metnin toplumcu yönünü sergileyen karakterlerden biridir. Adalet Ağaoğlu, turistlerin çatlaktan çıkan fidana bakışı ile çocuğun bakışı arasındaki farkı, okura iyi aktarır. Çocuk da bir direnendir. Genç fidanı fark edip içten içe sevinen bu çocuk, öykünün sonunda da etkin bir figür olarak karşımıza çıkar. Genç adam, yıllar sonra duvarın bulunduğu yere döndüğünde, artık duvardan herhangi bir izin kalmadığını, onun yerinde küçük bir çocukken fidan halini gördüğü bir ağacın bulunduğunu görür. Gencin elinde bir kazma vardır ve okur olarak öykünün sonunu merak ederiz. Çocuk anlık bir tereddüt yaşar ve kazma ile ağacı devirecek mi yoksa sadece dallarına bağlı çaputları mı çözecek(onu özgürleştirecek!) tam bilemeyiz. Bu, Adalet Ağaoğlu’nun bilinçli bir tutumudur. “Hikâyeleri romanları kendini kolay ele vermez. Okuyucuyu eserin içine çekerek kurmaca metni tamamlamaya zorlar.[8]Adalet Ağaoğlu, öykünün sonunu tıpkı Dar Zamanlar Üçlemesi’nde yaptığı gibi ucu açık bırakarak okura sorumluluk yüklemiştir. Hayatta olduğu gibi kurmacada da seçimler bize aittir. Öykünün sonunda yer alan bu belirsizlik, öyküyü okuyup bitirsek de uzunca bir zaman aklımızı kurcalar. Genç ile ağaç arasında yaşanan olaylar; zaman, hınç, öfke, değişim, rant vb kavramlar üzerinde okuru düşünmeye iter.

  Rehber Kadın ve Cehalet – Rant Sarkacı

Duvar Öyküsü’nün ana karakterlerinden biri de yöreye gelen yabancı turistlere duvar kalıntısının ne kadar “ulvi” olduğunu anlatmaya çalışan, daha doğrusu bu işi ekmek kapısı haline getiren rehber kadın Esma’dır. Bu kadın, gelen turistlere, duvarın Alaeddin Keykubat döneminden kalma, ulu bir duvar olduğunu, dibine bozuk para atarlarsa dileklerinin kabul olacağını büyük bir iştahla anlatmaktadır. 12 Mart döneminin siyasi atmosferinin edebi eserler üzerindeki etkisi düşünüldüğünde, rehber kadının yazarın görüşlerini anlatmak için bir aracı olarak seçildiği anlaşılacaktır.

 “Bir ucu tee şu tepelere öte ucu tee uzak deryanın böğrüne dek dayanmakta idi, şimdi kadir Mevlam’ın izniyle karşınızda durmakta olan bu kısmı en kavi kısmı olup durduğu yerde göçmesinin artık mümkünü bulunmadığını âlimler bize söylemektedir.”[9]

Rehber kadının ağzından çıkan ve duvar ile ilgili hikâyeyi anlatan bu kısım, aslında bir tevatürden oluşmaktadır. Adalet Ağaoğlu, öyküde cehaletin ve sömürünün temsilcisi olarak rehber kadını karşımıza çıkarmıştır. Rehber kadın, görünmeyen yani metafizik alanın toplumdaki temsilcisidir. Cümlelerine İslami jargonun hâkim olduğu söylenebilir. Bunun aksine taş duvar kalıntısını görmeye gelen turist grubu, bilimi/aklı, görünen alanı temsil eder. Rehber kadın ve turist grubunun taş duvara karşı olan tutumları göz önünde bulundurulursa iki ayrı kutbu temsil ettikleri gözlenebilir. Turistler, ellerindeki kitapçıklardan tarihi kalıntılarla ilgili bilgileri okumaya çalışırken rehber kadın, bu insanların kendi dilini anlamadıklarını bildiği halde, kesinliği bilinmeyen birtakım hikâyeleri turistlere anlatmaktadır. Aslında onun önemsediği şey, grubun hikâyeyi anlayıp anlamaması değil; duvarın dibine bozuk para atmalarıdır. Çünkü akşam olunca bozuk paraları oradan kendisi toplamaktadır.

Yıllar geçer, duvar yıkılır fakat düzen değişmemiştir. Şimdi de turistlere anlatılacak ulu bir ağaç vardır. Duvar yerini ağaca bırakırken rehber kadın Esma ise yerini kızına bırakmıştır.

“Rehber kadının kızı turistlere, ‘Mukaddes daldır, yüz yılda bir çıkar. Dala elini süren dibine kâğıt para atsın, daldan aldığını ödesin. Buyurun atın,’ dedi.”[10]

Zaman geçse de sömürü araçları görünürlüğünü korumuştur. Annesinin duvara atfettiği ulviliği şimdi de kızı sürgüne atfetmektedir. Öykünün başında din sömürüsünün aracı olarak duvar karşımıza çıkarken şimdi dal çıkmaktadır. Adalet Ağaoğlu, bir yandan duvar-dilek ağacı bir yandan da rehber kadın-kızı aracılığıyla örtük iletilerini bize aktarır. Yazar, rehber kadın ve kızını kapitalizme hizmet eden çıkar sahipleri olarak resmetmiştir.

Kız ile annesi arasındaki ilişki ise son derece soğuk ve kötücüldür. Genç rehber annesinden nefretle bahseder, onun bir an önce ölmesini diler. Yazar burada da gücü temsil edenlerin duygudan ne denli uzak olduğunu, olaylara ve hayata nasıl çıkar odaklı yaklaştıklarını resmeder. Öyküde rehber kadın ve onun kızı betimlenirken verilen ayrıntılar da oldukça dikkate değerdir. Rehber kadın Esma, başına oyalı bir tülbent takarken kızı başına bir naylon eşarp bağlamıştır. Seçilen bu imgelerle Adalet Ağaoğlu, iki kuşak temsilcilerinde toplumun veya köylünün de nasıl değiştiğini, makineleşmenin karşısında giyim kuşamın bile nasıl farklılaştığını başa bağlanan bir örtüyü aracı kılarak anlatmıştır.

1974 Sait Faik Hikâye Armağanı sahibi olan Yüksek Gerilim, yazarın ilk hikâye kitabı olma özelliğini de taşımaktadır. Toplumcu tınının çoğu öyküde kendini bolca hissettirdiği bu kitap, öykülerin inşa ediliş tarzı ve içerisinde kullanılan teknikler göz önüne alındığında bir yanıyla da bünyesinde postmodern esintiler barındırır. Kitapta yer alan Duvar Öyküsü adlı hikâye, tarihi bir kalıntı olduğuna inanılan duvar ile bu duvarın varlığını/iktidarını tehdit eden bir andız tohumu arasındaki mücadeleyi başarılı bir perspektiften ele alır. Yazar, bu iki cansız varlığa insani özellikler atfederek onları öykünün merkezinde konuşlandırır. Adalet Ağaoğlu’nun sol eğilimli siyasi duruşu göz önüne alındığında, duvar ve tohum metaforlarının bilinçli birer tercih olduğu gözlenir. Duvar siyasi erki ve onun katılaşmış tutumlarını temsil ederken tohum yeniden varoluşu ve direnişi temsil etmektedir. Öykü boyunca duvar siyasi gücünü korumak için mücadele verirken tohum da duvarı yıkmayı hedeflemektedir. Adalet Ağaoğlu, hem öyküdeki toplumsal damarı korur hem de bunu yaparken estetik kaygıları bir kenara itmez. Bu tutumu da yazarın edebiyatımızın özel kalemleri arasında yer almasını sağlar.

Bu incelemede kitabın bir öyküsüne odaklanabilsek de Yüksek Gerilim’deki tüm öykülerin tek tek üzerinde konuşmaya layık öyküler olduğunu belirtip, tüm okuyacaklara keyifli okumalar dileyelim.


[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Adalet_A%C4%9Fao%C4%9Flu

[2] http://www.bahceyazi.com/1994-11-03-cumhuriyet%20kitap.pdf

[3] YILDIZ, Fatma, Adalet Ağaoğlu’nun Hikâyelerinde Mekân, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2019.

[4] Ağaoğlu, Adalet, Yüksek Gerilim, Remzi Kitabevi, 1993,İstanbul,  s.65.

[5] Soylu, Hüseyin, Adalet Ağaoğlu’nun Öykülerinde Estetik ve İdeoloji, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enst. Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2008.

[6] Ağaoğlu, age, s.58.

[7] Ağaoğlu, age,s.62.

[8] Elmas, Nazım, Adalet Ağaoğlu’nun Hikâye Dilinde Ritim, Karadeniz Araştırmaları, Güz 2010, Sayı 27, s.181-190.

[9] Ağaoğlu, age, s. 66.

[10] Ağaoğlu, age, s. 68.

Editör: Melike Kara

Visited 177 times, 1 visit(s) today
Close