Yazar: 20:19 Anlatı

Yol

Otobüsün ani viraj alışıyla başını doğrulttu. Gözleri oturduğu koltukta yitip gidecekmiş gibi kapanıp açılırken o, tekerleklerin hızına rağmen giden bilincini geri getirmek için mücadele veriyordu. Ve sonunda kendine gelerek nerede olduğunu anlayabilmek için otobüsün içindeki ekrana baktı. Gün ışığı, görmek istiyorsa biraz çaba sarf etmesini söylercesine gözlerini kısmasına neden oluyordu. Işığa alıştığı sırada ekranın karaltısını ve o karaltıdaki boş koltukların yansımasını görünce gerildi. Etrafına bakmaya başladı. Ekran çalışmıyordu, yeni uyanmıştı ve nerede olduğunu bilmiyordu.

-Yol hiç bitmez! Annesi her düşme korkusunu hissettiğinde bu cümleyi araya sıkıştırır onu da çok sıkmamaya çalışırdı. Yol hiç bitmez. Yolu çekici kılan tam da bu bitmeyecek olma durumudur belki de, bitiremeyecek olma durumu. Hep yolda olacağımızı bile bile bitirmeye çalışma hali. Biteceğini bilseydik yol, her şeye rağmen yürünecek bir yol olur muydu? Yol, bitmeyeceği için yürünen ve de bitirmek için yürünen bir yoldur.

Otobüsün durup yolcu almasıyla eve daha birkaç durak olduğunu anlayıp rahatlamıştı. Her gün gidip geldiği yol olsa dahi hep ineceği yeri kaçıracak olma korkusu vardı. Kaçıracak olma korkusu ve kaçırdıkları. Kaçıracak olma korkusuyla kaçırdıklarımız. Cama koyduğu kafasını belirli aralıklarla hareket ettirerek ağrımasını önlüyordu. Bir an trafikten dolayı ikidir otobüsle yan yana gelen araba dikkatini çekti. Gri küçük bir araba. Ne siyah ne de beyaz bir araba. Camları havanın sıcaklığına rağmen kapalı olan ve klimayla nefes alan bir araba. Arka koltuğunda elinde oyuncak ve suratındaki masum gülüşle dışarıya bakan bir çocuk oturtan araba. Küçük bir kız çocuğu. Ön koltuğunda ise kolları bağlı, suratı donuk ve gözlerini ileri dikmiş bir anne ve sürücü koltuğunda tıpkı anne gibi durgun, arabayı kullanan bir baba. 

“Ne güzel! Her şeye rağmen, yanındakilere rağmen gülebilmek.” Kız çocuğunun o arka koltukta kendine bir dünya yaratıp yaşayabilmesine şaşarak ne güzel dedi. Kendi dünyamızı yaratmasaydık yaşayabilir miydik sahi, varlığımızı sürdürebilir miydik bu hayatta?  Çocuklar daha kolay inşa ediyordu sanki bu kendilik dünyasını. Umursamadan büyüklerini sadece kendi dünyalarında yaşıyorlardı bir süre. Ama bu uzun sürmüyordu. Geleceğe doğru ilerlerken bir noktada o dünyanın kaybolduğunu ya da hiç var olmadığını hissediyorduk. Eğer bunu farkedebilirsek de ilmek ilmek dokumaya başlıyorduk o küçük ama büyük dünyayı. 

İndireceği durağa yaklaşırken son trafik ışığına takılıp beklemek zorunda kaldı otobüs. Ve usulca yaklaştı otobüsün yanına ne siyah ne beyaz olan araba. Küçük kız çocuğunu görme umuduyla ayağa kalkıp otobüsün kapısına doğru ilerledi ve tam karşısında buldu bir an sonra kız çocuğunu. Ve de karşılaştı o an küçük kız çocuğunun yan koltuğa bıraktığı tek kolu aşağı doğru sarkmış oyuncağıyla. Bakakaldı kız çocuğunun suratına. Bakakaldı arabaya. Kız çocuğu sanki annesine dönüşmüştü. Kolları ve ağzı sımsıkı kapalı. Bakışları ileride, başı yerde. “Aile” diye düşündü inip ardından baktığı ne siyah ne beyaz olan arabanın ardından. Bir araba kadar olan hayatları düşündü ve küçüldüğünü hissetti. Gri hayatlar, ne siyah ne beyaz olabilen gri hayatlar. Birden yukarıdan vurulmuşçasına boyunun yere yaklaştığını hissetti. Durdu ve önünden geçip giden arabaların camından kendi yansımasını izledi. Gittikçe küçüleceğini bildiği yansımasını.

Adım attıkça ufalan ayaklarıyla beraber evin kapısının eşiğinde durdu. Huzursuzdu. Hiç olmadığı kadar ve hep de olduğu gibi. Küçük kız çocuğunun suratındaki ifade sanki bir ressamın fırça darbeleriyle birlikte zihnine resmedilmişti. Darbeler ve renksiz renk tonları. Kapıyı durağan el hareketiyle çaldı. Evin kapısının açılmasıyla beraber güvenli ortamının kokusunu içine çekti. Kızarmış ekmek kokusu. Çocukluğun kokusu. Yemeğe kadar dinlenme isteğiyle odasına girdi ve girdiği gibi kendini yatağına bırakıverdi. Tek kolunu sarkıttı tıpkı kız çocuğunun koltuktaki oyuncak bebeği gibi. Bir bebek olmak ister miydi? Büyümeyen ve bir gün yitip gideceğini bilerek yine de yaşamaya devam etmeyi düşünemeyen bir bebek. Hiç beklemediği anlarda küçüldüğünü ve yok olacağını hissetmeyen bir bebek. 

Hayatı anlamlı kılan tam olarak anlamsızlığıydı. Sarkıttığı kolu karıncalandığı için diğer tarafa dönerek öbür kolunu sallandırmaya devam etti. Anlamsızlığı kabul ederek yaşamayı düşündü. Yaşamak. Bir oyuncak bebekten tek farkımız oyuncak bebek olmadığımızın bilincinde oluşumuzdu. Küçüldükçe, küçüklüğümüzü kabul ettikçe büyüyor ve yaşamaya başlıyorduk. Aniden sallanan kolunu durdurup oturur vaziyete geldi. Şimdi yataktan aşağı sarkıttığı ayaklarına bakıyordu. Aniden bacaklarından kuvvet alarak bir süre kapının karşısında dikildi. Olanca küçüklüğüyle kapının koluna asıldı ve saf bir gülümsemeyle oturma odasına doğru yürümeye devam etti.

Buse Karabulut
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close