Günümüz popüler kültür sanat tüketimine bir nebze alternatif olacağını düşündüğüm beş kitap ve beş filmden oluşan bu liste, ülkemizin geçmişe dönük sosyoekonomik ve politik düzlemini, insan psikolojisinin sınırlarını, varoluşu, bireysel hırslar çerçevesinde mülkiyet kavramını ve aşkı bizlere anlatıyor. Görünen o ki karantina sürecimiz bir müddet daha devam edecek. Popüler bir kavram olarak etrafımızı saran “challenge” burada devreye girebilirse zihinsel dünyamızı oluşturacak düşüncelerimiz için oldukça başarılı referanslar elde etmiş olabiliriz. Bu listeyi kendimiz ve sevdiklerimiz ile beraber okuyup izleyeceğimiz bir “challenge” a dönüştürebildiğimiz takdirde, evlerde geçirdiğimiz vakit de keyifli hale gelirken manevi olarak da insanın hayatını anlamlandırma kaygısına küçük bir fayda sağlayabilir. Keyifli okumalar ve iyi seyirler!
Bizim Büyük Çaresizliğimiz / Seyfi Teoman (2011)
Barış Bıçakçı’nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz romanı, aynı isimle 2011 yılında genç yaşta kaybettiğimiz Seyfi Teoman tarafından sinemaya uyarlandı. Kitabın senaryolaştırma aşamasında Barış Bıçakçı ve Seyfi Teoman’ın birlikte çalışıyor olması kitabın ruhunun korunması noktasında büyük bir önem teşkil ediyor. Çetin ve Ender yıllardır birbirlerini tanıyan çok yakın iki dost olarak artık aynı evde yaşamaya karar verirler. Hayatlarına bir davetsiz misafir girmek zorunda kalır. Bu misafir arkadaşları Fikret’in kız kardeşi Nihal’dir. Bir süre sonra ikisi de birbirinden habersiz Nihal’e aşık olur. Bu aşkın çerçevesi içinde Ender ve Çetin’in dostluğu yeni bir boyut kazanır. Kitabın aksine, filmde üç karaktere de aynı mesafede kalıyoruz ve bu üç karakterin duygusal değişimlerini izliyoruz. Bizim Büyük Çaresizliğimiz, kendine has naif üslubu ile insanın yalnızlık hissinin sevgi kavramı ile nasıl bir ilişkisi olduğunu seyirciye tatlı bir hüzünle hissettiriyor. Aynı zamanda Ankara’nın üzerine yapışmış olan gri şehir etiketini farklı bir sinemasal atmosfer ile muazzam estetik hale getiriyor.
Anayurt Oteli / Ömer Kavur (1987)
Bir Ömer Kavur uyarlaması: Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan’ın oldukça başarılı romanından bir uyarlama olarak, edebiyat sinema işbirliğinin en güzel örneklerinden biri. Zebercet karakterinin kimliksizliği, var olamama durumu ve yalnızlığı bu anlatıyı oluşturan temel unsurlar. Zebercet Anayurt Oteli’nde kâtiplik ve işletmecilik yapan bir kişidir. Zebercet’in takıntılı halde bağlı olduğu hayat rutinini, Ankara’dan gelen ve otelde gece konaklayacak olan bir kadın tamamıyla bozar. Bu durum Zebercet için bir kırılma noktası olur. Hayattan kendini tamamen soyutlamış olan Zebercet, aldığı bu darbe ile kendini, varoluşunu yeniden inşa etmeye çalışırken yaşadığı hüsran ve psikolojik çöküntü onu adım adım bir yok oluşa götürür. Romanda zaman kavramı içe içe geçmişken filmde olayları kronolojik bir şekilde takip ederiz. Filmin geçtiği 1980’li yıllarda Türkiye’nin yaşadığı buhranlı zamanlar karakterlerin güvensiz, yalnız ve yalnızlaştırılmış hali ile özdeşleşir. Bu durum filmin sosyopolitik bir arka planı olduğunu bize göstererek anlatıya ekstra bir katman daha katıyor. Ömer Kavur ’un bu başarılı uyarlaması, insan psikolojisini irdeleyen en derinlikli Türkiye yapımı filmler arasında yerini almıştır.
Susuz Yaz /Metin Erksan (1963)
Türk sineması için tarihsel ve milli önemi oldukça fazla olan Susuz Yaz, Necati Cumalı’nın uzun öyküsünden sinemaya uyarlanmıştır. Bu incelikli eserin beyaz perdeye ulaşması noktasında usta yönetmen Metin Erksan’ın dehası devreye giriyor. Kitap Necati Cumalı’nın hayatından izler taşımaktadır. Uyarlama ve hikâye anlatı olarak birbirine paralel ilerler. Temel çatışma noktası mülkiyet kavramı olarak göze çarpar. İnsanın, kendisine ve doğaya karşı egemenlik kurma hırsını, kırsal hayatın kendine has olan kaygılarından yola çıkarak seyirciye aktarır. Doğa şartlarının insan psikolojisi üzerindeki etkisi çarpıcı bir şekilde gözler önüne serilir. Osman ve Hasan kardeşler arasındaki mücadele modern bir Habil ve Kabil hikâyesini çağrıştırır. Bu mücadele kurak geçen bir yazın ardından su için yapılan mülkiyet mücadelesi etrafında gelişir. İşin içine cinsel ihtiras ve fanteziler de eklenince durum iyice içinden çıkılamaz bir hal alır. Psikolojik ve politik olarak çok katmanlı bir anlatı bizleri karşılıyor. Sinematografik olarak döneminin çok önünde bir görselliğe sahip olan filmin neredeyse her karesi fotoğraf estetiğine yakındır. Metin Erksan anlatmak istediği şeyin “toprağın itaatkârlığına karşılık suyun asiliği” olduğunu belirleterek filmin çerçevesini şiirsel üslupla çizmiştir.
Martin Scorsese Susuz Yaz hakkında:
Yazgı / Zeki Demirkubuz (2011)
Yazgı, Albert Camus’un Yabancı eserinden esinlenilerek yapılan serbest bir uyarlama olarak beyaz perdeye taşınmıştır. Zeki Demirkubuz’un kendine özgü üslubunu dünya edebiyat tarihine geçmiş bir roman üzerinden izliyoruz. Yazgı, Musa karakterinin başına gelen olaylara, üzerine atılan suçlara kayıtsız ve tepkisiz kalarak adım adım ilerlediği yok oluşun veya varoluşun hikâyesidir. Musa hayatta karşılaştığı durumlara karşı iradesini kullanmayı tamamıyla reddeder. Bu durum onu içinde bulunduğu her şeye karşı yabancılaştırır ve Musa tüm bu yabancılaşmanın sonuçlarını öder. Hiçlik, belirsizlik, muğlaklık etrafında varoluşun sorgulandığı, izlerken hikâyeyi takip etmenin dışında, insanın zihninde oldukça fazla soru işareti oluşturan, sorgulamaya ve anlamlandırmaya yönlendiren bir film olarak döneminin en başarılı bağımsız yapımlar arasında yerini almıştır. Serdar Orçin’in “deadpan” tarzına yakın bir üslupla sergilediği başarılı oyunculuk romanın ve filmin atmosferine oldukça uygun düştüğünden seyir zevkini ayrıca arttırıyor.
Sarı Mercedes / Tunç Okan (1992)
Az sayılabilecek bir filmografi arşivine sahip olan Tunç Okan, az ve öz kalıbının içini dolduracak nitelikte başarılı filmleriyle karşımıza çıkıyor. Sarı Mercedes filmi, Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce Gülü romanının bir uyarlaması olarak beyaz perdeye taşınmıştır; ayrıca, bu roman Ağaoğlu’nun sinemaya uyarlanan tek romanı olarak dikkat çekiyor. Film özünde bir yol hikâyesidir. Almanya’da göçmen işçi olarak çalışan Bayram’ın azimle çalışarak aldığı Mercedes marka arabasıyla Türkiye’de memleketine dönerken yaşadıkları konu edilmiştir. Film, dönemin Türk toplumunu tüketim kavramı üzerinden çok başarılı bir şekilde analiz ediliyor. Araba bir fetiş nesnesi olarak Bayram’ın hayatında yer edinmiş vaziyette. Küçük yaşlardan beri karşılaştığı tüm dışlanmaları ve hor görülmeleri yok edebilecek bir nesne olarak gördüğü sarı Mercedes’e bağlı. Bu arabaya ulaşabilmek için her türlü etik dışı davranışı sergilemeyi de göze almış durumda. Bunun nedeni olarak geçmişte köylüleri tarafından aşağılanan Bayram’ın tüketerek sınıf atlamaya çalışması ve kendisini ötekileştiren yakınlarının gözünde bir üst seviyeye çıkmaya çabalayarak onlardan intikamını bu yolla alacağını düşünüyor. Marksist açıdan ele alındığı zaman oldukça derin psikolojik ve sosyoekonomik tespitleri olan film, tüketim hırsı sarmalı içinde Bayram’ın iç değerlerini nasıl kaybettiğini gördüğümüz bir içsel yolculuğa dönüşüyor.
- Türk Edebiyatından Sinemaya Uyarlanmış 5 Etkileyici Film - 31 Aralık 2020
- Dişi Aslan Sütü - 2 Haziran 2020