Yazar: 17:30 Öykü

Leylim Leylim

Gözlerini kitaptan kaldırdı. Ahmed Arif’in Leylim Leylim’ini komodinin üzerine bıraktı. Yüzünde hüzünden mi yoksa kitabın verdiği hazdan mı belli olmayan buruk bir gülümseme vardı. Kısık sesle tekrar etti:

“Kendine iyi bak, bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni. Gözlerinden öperim.”

Aşkın saf hali, diye içinden geçirdi. Evet, aşk böyle bir şey olmalıydı. Kendi duygu dünyasında henüz böyle yoğun bir hisle tanışmadığından kendi aşk tanımını yapamadı. Belki de sır buradaydı. Aşk, kelimelerle ifade edilebilecek bir duygu değildi ve galiba onu özel kılan da buydu. “Bazı duyguları anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur, buna gerek de yoktur” cümlesindeki gibi. Bunu bir yerde okumuştu ama nerede okuduğunu hatırlayamadı. İçinde tuhaf bir hisle kitabın ilk sayfasını açıp okurun genelde yazara imzalattığı boş bölüme şunları yazdı:

“Henüz tanımadığım o kalbe bugünden hediye. Seni hiç bilmezken bile özlüyorum.”

İnsan genellikle tanıdığı, sevdiği birilerine hediye alırdı. Fakat henüz hayatında olmayan birine, varlığına inanılmak istenen ruh eşine, hediye almak başkaydı. Üstelik bir de bu hediye kendi kitabını vermek olduğunda. Bu olsa olsa bilmediğin, bilemeyeceğin bir gelecek için umut ve güven duyma arzusu olabilirdi. İçinde bir heyecan oluştu. Kitabı daha bir hevesle okudu ve o gün akşama doğru, sehpanın üzerinde dakikalar önce demlenip soğumuş, unutulmuş bir kahve eşliğinde bitirdi. Leylim Leylim’i kütüphanenin en üstüne, bir gün onu ait olduğu kadına vermek ümidiyle, diğer kitaplarının arasına sakladı.

O günün üzerinden kaç mevsim, kaç takvim yaprağı geçti saymadı. Ara ara kütüphanesinin karşısına geçer, sevdiği kitaplarda altı çizili cümleleri tekrar tekrar okurdu. Yirmi dokuzuncu doğum gününde kitabı yeniden açtı ve altı çizili sayfalardan birinde yazan şu cümleyi okudu:

“Ben ki 29 yaşındayım. Ama binlerce yıldır seni arıyor, hasretini çekiyorum.”

Neyin hasretini çektiğini bile bilemeden yaşamaya devam ediyordu. Karşısına insanlar çıkıyor fakat ne kadar istese de aradığı o hissi bulamıyordu. Sanki hep bir şeyler eksikti. Ve yorgundu. Eksiklikten mi yoksa özlemlerden mi bu denli yorgun düşmüştü, bilmiyordu. Çoğu zaman en yakın arkadaşları kitaplar oldu. Onlarla nefes aldı, onlarla hayatta kaldı. Gezmeyi, yeni yerler görmeyi çok severdi. Nereye gitse kitaplarını da yanında taşıdı. Kitaplarıyla birlikte şehir şehir hatta ülke ülke gezdi ama Leylim Leylim’i yerinden hiç oynatmadı. O kitap bir sembol gibi, ait olduğu kalbi bekleyen bir umut parçasıydı. Ara ara hayranlıkla, şaşkınlıkla, imrenerek yeniden okudu sayfalarını. Yeri değişmedi fakat yanındaki kitaplar çeşitlendi, çoğaldı. Hatta zamanla ondan daha çok sevdiği kitaplar olsa da o kitabı okurken hissettiği bir şey… Varlığından emin olduğu ama ifade edemediği bu his… Bir ömür o hissi aradı.

Yıllar Sonra

Yaş almış bir sahaf elindeki kitap dolu karton kutuyu köşeye bırakıp dükkânın kepenklerini kaldırdı. Yeni bir gün için fiziken ve ruhen hazır bir şekilde, güne gülümseyerek başladı. Her gün birbirinin aynı gibi görünse de her an başkaydı. Onun gözünde burası bir eczane, kitaplarsa ilaçlardı. Köşeye bıraktığı kutudan kitapları çıkarıp masanın üzerine gelişigüzel koydu. Genç bir kız yakın zamanda kaybettiği babasından kalan kitapları elden çıkarmış, bir kısmını dağıtmış, birkaç tanesini kendi için almış, iyi durumda olan geri kalanlarını ise ufak bir meblağ karşılığında sahafa satmıştı. Çoğu eski basım, iyi bakılmış, kıymetli kitaplardı. Tam yerleştireceği sırada bir hanımefendi geldi ve sahaf, kitapları dizmeyi bırakıp müşterisinin yanına gitti. Leylim Leylim ilk sayfası koparılmış eksik ve altı çizili sayfalarıyla o masanın üzerindeydi. Ve yıllardır alışık olduğu raftan ayrılmış, ilk kez geldiği bu mekânda, sararmış sayfalarıyla yeni misafirlerini bekliyordu.

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Zülal Nimet Demirel
Latest posts by Zülal Nimet Demirel (see all)
Visited 31 times, 1 visit(s) today
Close