Yazar: 16:30 Röportaj

Distopik Bir İlk Roman: Checkpoint Charlie Üzerine Söyleşi

Çağdaş Türk Edebiyatına yeni bir soluk getiren Gülhanım Kasarcı ile tarihle kurgunun iç içe geçtiği ilk kitabı Checkpoint Charlie üzerine konuştuk. “Büyücü” adlı bölüm Aliya İzzet Begoviç’in şu sözüyle başlıyor:

Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey;
düşmanlarımızın sözleri değil,
dostlarımızın sessizliği olacaktır.

Gülhanım Kasarcı da tarihteki katliamlara sessiz kalamamış, bu romanı kaleme almış. Checkpoint Charlie her dönemde her coğrafyada “Hayır!” diyebilenleri merkezine alıyor. Izgarada Beyaz Güvercin, Büyücü, Checkpoint Charlie ve diğerleri yakın geçmişimize belki de kırık bir ayna tutuyor.

Biz de kitabı, yazma sürecini konuştuk. Bu samimi söyleşi için Gülhanım Kasarcı’ya teşekkür ediyoruz. Keyifli okumalar!

İnsanlık tarihi katliamlarla ve bu katliamlara sessiz kalanlarla dolu. Faşizmin açtığı yaralar ortada. Siz de sessiz kalamayıp kendinize tüm bunları dert edindiniz diyebilir miyiz? Size Checkpoint Charlie’yi yazdıran neydi? İlk kitap için bu duruşunuzu cesurca buldum.

Teşekkür ederim. Aslında tüm mesele bu çıkarımlar üzerine kurulu diyebiliriz. Bana Checkpoint Charlie’yi yazdıran sizin de sessiz kalamayıp bana bu soruyu sorabilme ihtimaliniz. Kısaca okurun kafasını geriye çevirmek, dünden bugüne bir sağlama yaptığımızda nerede durduğumuzu görmek diyebiliriz. Faşizm bitmedi, bitmeyecek de. Önemli olan biz kaç kişiyiz bunun karşısında?

Checkpoint Charlie için tarihle kurgunun iç içe geçtiği distopik bir roman diyebilir miyiz?

Evet, bütün bölümler tarihte yaşanmış olaylardan esinlenerek okuyucuya başka türlü bir son sunuyor. “Tarihi distopya” desek yeni bir tanım yapmış olur muyuz? İnsanlığın zor günlerden geçtiği bugünlerde distopyanın içindeyiz zaten, ezberlerimiz baştan yazılıyor gibi. Kim bilir belki bu gelecek için umuttur. Alışkanlıklarımız bize geçmişte hep mutluluk getirmedi.

Bölümlerin adları  muazzam: Izgarada Beyaz Güvercin, Büyücü, Checkpoint Charlie, Sentetik Kauçuk ve Sarı Yıldızlar, Nae Paseran. Her bölümü bize kısaca ifade eder misiniz?

Bölüm adları hikâyelerin sembolik birer özeti gibi, ana fikre ait ironik kelimelerden oluşmalarına dikkat ederek seçtim. Kitabın şifreleri gibi diyebiliriz. 

 Izgarada Beyaz Güvercin: İhlal edilen barış anlaşmalarını temsilen.

Büyücü: Büyücü işini yapıyor aslında bu bölümde; gerçekleri örtüyor, büyülüyor.

Checkpoint Charlie: Burası Almanya’da bir sınır kapısı. Doğu-Batı Almanya’yı ayıran ünlü bir geçit. Günümüzde hâlâ bir kısmı ayakta hatta turistler para karşılığında fotoğraf çektiriyorlar kapıda bekleyen askerlerle. Tabii ki askerler artık sembolik olarak oradalar, fotoğraf isteği ise oldukça ironik.

Sentetik Kauçuk ve Sarı Yıldızlar: Sentetik Kauçuk hikâyenin geçtiği dönemde Yahudilerin çalıştırıldığı bir fabrika, Sarı Yıldızlar ise yine Yahudilerin fişlenmesi için kullanılan bir sembol.

Nae Paseran: Bu bölüm tamamı yaşanmış bir hikâyeyi anlatıyor, kelime anlamı olarak “geçiş yok!”

“Bir taş havalandı Orta Doğu semalarında. Sağır eden uçak sesi duyuldu. Kulaklarını tıkadı sakallı esmer adam. Sıcaktan çatlamış toprak üzerinde hızla sürmeye başladı sandalyesini.” Aklıma hemen İsrail katliamını getirdi, Izgarada Beyaz Güvercin… Ya böyle olmasaydı dedirtiyor insana. Yazarken karakterleriniz yerinde olmak size nasıl hissettirdi? Bu kitapta  Anna Frank’de oldunuz, belki faşist bir albay da.

Hikâyelerin yaşanmış bölümlerini araştırırken, yazarken insan kendini kapana kısılmış gibi hissediyor. Kahramanların acılarını ve sonunu bilmeniz daha da zorlaştırıyor işi diyebilirim. Bu yüzden de bazı olaylar, bölüm adları oldukça üzücüydü. Kurgu olan kısımlarda umut dolu ve heyecanlıydım. Orada özgürdüm çünkü; geçmişin bağlayıcı zincirlerinden kurtulup kahramanıma teselli verebildim.

Kitabın adına nasıl karar verdiniz?

Checkpoint Charlie kitabın kalbi diyebiliriz. Kitapta oluşturmak istediğim matematiğin duygusal anlamda tam çözülme noktası. Kitaba katkısı ve önemi büyük, bu yüzden zor olmadı. Ayrıca ses olarak bir ritmi var bu ismin, ben öyle hissediyorum. Kitabın büyük bir kısmında melodiler eşlik etti bana, “büyücü” bölümünde örneğin “bosna sen benim annemsin” şarkısını dinleyerek yazdım. Bölümde bu şarkıya hitaben bir şey yok kamera arkası diyebilirim. Srebrenitsa katliamını sarsıcı bir şekilde hissedersiniz bu şarkıyı dinlerken hikâyemdeki hissin bu şarkıyla aynı olması için çalıştım. Checkpoint Charlie’de aynı şekilde bir melodi Beethoven’ın Eroicası. Bu senfoninin kurguyla uyuşan bir doğuş hikâyesi var.

Checkpoint Charlie’nin devamı gelecek mi? Maalesef insanlık tarihinde devamını gördük ama…

Yazarlar tüm eserlerinde konu ne olursa olsun hep aynı şeyi anlatırlar denir, katılır mısınız?

Genellemeleri sevmem ama bu gözlemin haklılık payı yüksek. Checkpoint Charlie bizlerle olmaya devam edecek bir biçimde.

Yazarken zorlandığınız anlar oldu mu? Olduysa nasıl atlattınız?

Ben çağın nimetlerinden pek faydalanamayan yazarlardanım. Notlarımı el yazısıyla alıyorum hatta tüm kitabı el yazısıyla yazdım desem yalan olmaz. İnanın beni en çok zorlayan bu bilgisayar ve el yazısıyla yazılan kitap entegrasyonu oldu. Hikâyelerimi tık tık ses çıkaran tuşlara basarak yazamıyorum bu mümkün değil benim için. Neyse ki bir dostum yüce gönüllülük göstererek yardımcı oldu da kurtardı beni bu sevimsiz işten.

Gülhanım Kasarcı kimdir, kimleri okur, yazma ritüelleri nelerdir, Checkpoint Charlie’yi yazarken kimleri okudu?

İşletme bölümü mezunuyum. Hayatımı özel bir şirkette lojistik bölümünde çalışarak kazanıyorum. Kendimi bildim bileli yazıyorum, kurguluyorum. Beni yakından tanıyanlar için beklenen bir şey bu kitabın doğuşu. Yazma ritüelim sancıyla başlıyor diyebilirim. Öncesi kafamda bir olgunlaşma süreci ve notlardan ibaret sadece. Checkpoint Charlie’yi yazarken bolca tarih okudum, izledim; Anne Frank’ın Hatıra Defteri, II.Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımını anlatan neredeyse tüm filmler, Doğu-Batı Almanya tarihi vb.

Bunlar kitabın kurgusu için gerekli olan kaynaklardı, omurgası için bolca Jean-Paul Sartre diyebilirim. Varlık ve Hiçlik, Varoluşçuluk beni etkileyen eserlerinden. Günlük yaşantımda her şeyi okurum elime geçen ve amacıma hizmet eden her türlü doküman, kitap gazete haberi. Genellikle aynı anda üç kitap okurum biri muhakkak bilim veya tarihle ilgilidir. Türk edebiyatına düşkünüm; Bilge Karasu, Sevgi Soysal, Hasan Tahsin başlıcaları diyebilirim.

Kurt Vonnegut “Önemsediğin ve kalbinde başkalarının da önemsemesi gerektiğini hissettiğin bir konu bul. Gerçek duyarlılık budur, tarzını inandırıcı ve çekici yapacak dil oyunları değil” demiş. Kitabınızı okurken bunu hissettim. Önemsenmişlik. Peki sizin için yazmak nedir?

Yazmak benim için ulaşmak demek. Hiç konuşamadığım ve dışarıda bir yerlerde olduğunu bildiğim çağdaşlarımla buluşmak, anlaşmak demek. Baş edilmez bulantılardan kurtulmak ya da onlara da bulaştırmak demek.

Son olarak Mahal Edebiyat okurlarına ne söylemek istersiniz?

Öncelikle kaliteli içerik ürettiğiniz ve edebiyata değer verdiğiniz için sizi tebrik ederim. Okuyucularınız çok şanslı. Dergiler edebiyat dünyamızın vazgeçilmez bir parçası.

İçinden geçtiğimiz bu zorlu günlerde her sektör gibi dergilerde bundan etkilendi muhakkak. Demem o ki kaliteli edebiyatın, edebiyat yapmaya çalışanların yanında duran dergilerimize destek olalım, iyi eserler okumak istiyorsak onları yaşatalım. Sartre’ın bir sözüyle bitirelim istiyorum “İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir.”

Herkese farkındalık içinde bir hayat diliyorum, tatlı olacağını garanti edemem. Sevgiler.

Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close