Yazar: 17:29 Öykü

Serbest Meslek Sahibinin Düşüşü

Serbest düşüşle bir minderin üzerine. Acı duymadan yayılmış devasa ve dingin bir boşluk. Sabahın soğuğu omzundan dokunup rahatsız ediyor. Sever sabahı ve rüzgârını. Üşümek küflenmiş hatıralarını yıkar, durulaştırıp bir kenara atar. Serbest meslek sahibi bir adam bu. Keyfi yerinde. Sigarayı yeni bırakmış. Semptomları var gibi. Elleri biraz titrek. Belki çok sevdiği rüzgâr üşütüyordur.

Üşütük bütün dünya. Düşünür böyle. Düşünüp durur düşerken mindere. Lisedeyken güreş takımında olduğu gibi. Dünyanın en başarısız güreşçisi olarak tarihe geçmiştir. Arkadaşları arkasından konuşurlar onu mindere çaldıktan ve soyunup giyinip açık havaya çıktıktan sonra.

Mesleğin serbesti değişkendir. Akar durur. Panta rhei. Bir keresinde pazarlama, bir başka keresinde gündelikçilik. Ama kesinlikle güreşçilik değil. Lisenin zor koridorlarında kaldı o zorbalarla beraber. Tuhaf adamdır. Zorbalardan nefret ederken onlarda çekici bir yan keşfeder. Nefret eder kendinden. Tekrar sigaraya başlar. Dudak tiryakisi olarak değil de ruh yalnızı halinde.

Bir kafeye oturup masalarda oturan kişi sayısını hesap eder. O sırada yanına birisi gelir. Kemik gözlükleriyle sorar.

“Boş mu?”

Sandalyeyi alıp gideceğini varsayarak kafasıyla olumlu bir işaret. Ayaktaki gitmez. Kemik çerçevesini eliyle, sandalyeyi ayağıyla düzeltip oturur.

Bizimkinin semptomları tutar yine. Zangır zangır. Masayı titretir. Oysa parmaklarının arasında sigarası. Bahaneymiş. Dolu, demek geçer kafasından. Ya da kafasıyla olumsuz bir işaret. Ama bunun için geç. Gülümseyen kemikler, gözlerin çevresinde ördek ayaklarından dökülen bir havuz.

“Neden ağlıyorsunuz?” diye sormak gerektiğini düşünürken. Ağlamaya başlar.

Birbirini tanımayanların gözyaşları. Gerçekle tanışmak gibi, der bizimki. Aslında içinden. Öbürü duyar cümleyi. Kulaklarıyla değil kemikleriyle. Cebinden “Kemik Torbası” diye bir kitap çıkarıp masaya koyar. İkisi de kahve içmeye devam. Hava güneşlenmiş. Kafedeki insan yoğunluğu tepe noktasında.

Serbest meslek sahibi saatine bakıp bir an önce. Ama önündeki kahveyi bitirmeli. Orta boy. Güneş rahatsız ediyor. Kırpışan, kısılan gözler. Yamulmuş bir omuz, gölgeye doğru.

“Efendim bu elimde görmüş olduğunuz kitap ayracı köylülerin elleriyle tamamen doğal içerikler kullanılarak…”

Kemik gözlüklü kitaptan kaldırmış başını, bizimkine bakmakta. Tanışıp unuttuğu bir telaşın çırpınışı varmış sanki karşısında. Belli ki satıcıları da sevmeyen birisi. Bir yumruk vuruyor şimdi. Masa yerinden hopluyor. Lise koridorunda hayal meyal yenilmiş bir dayağın gümbürtüsü kafenin kapısından girip suratına.

“…üretilmiş olup bir haftalık deneme sürecinde beğenilmemesi halinde iadesi müm…”

Yumruk. Yumruklar. Birkaç garson. Kan. Kanlar. Hafif bir kargaşa. Ayağa kalkmış yan bakışların kahve içen elleri.

Serbest meslek sahibi bir kez daha yer çekimine mağlup oluyor. Üşüyerek, ellerinde kitap ayraçlarıyla beraber.

Serbest düşüşle seramik karoların üzerine. Kemik Torbası gibi. Sayfaları dağılmadan, öylece.

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Mümin Can
Latest posts by Mümin Can (see all)
Visited 38 times, 1 visit(s) today
Close