Yazar: 18:45 Öykü

Telef Hakkı

Hakkı, alnına dayadığı silahı çekecekmiş gibi zorlanarak yarım bardak su içti. Yaşı tam olarak bilinmemekle beraber yüze yakın olduğu tahmin ediliyordu. Ne İstiklâl gazisiydi ne de eski mebuslardan biri. Anadolu’nun ismi lazım olmayan köylerinden birinde yaşamış ve ömrü boyunca neredeyse hiç köyün dışına çıkmamış; gençliği mal güderek, tarla sürerek ve çocuklarının ölümünü seyrederek geçmişti. Kısacası hemen her köylüyle benzer bir öyküye sahipti.

Çocuk yaşta hayli yağız bir delikanlı olarak evlendirilmişti. Bunu hiç garipsemedi, sevindi. Hakkı’nın alışılagelmiş şeylerin aksine düşünmek gibi bir huyu yoktu. Yarınını düşünmez, anda kalmayı hayli iyi becerirdi. Onun yerine yarınını düşünen büyükleri vardı. Büyükleri dediysek sırf kendi anası babası değil; amcası, dayısı, dedesi, dedesinin kardeşi ve soyağacında yaşayıp da kendisinden büyük olan tüm erkekler. Büyükleri “Evlen, çocuk yap oğlum,” derdi. Evlendi ve hemen çocuk yaptı. İlki doğar doğmaz öldü. Hakkı sormadı, soruşturmadı. Doktora gitmek istedi ama köy büyükleri izin vermedi. Sonraki üç çocuğu da ya doğduktan hemen sonra ya da bir iki ay kadar yaşadıktan sonra öldü.  Artık karısını sürekli hamile görmekten ama bir türlü evde bir çocuk görememekten usanmıştı. Ne olduysa oldu, Hakkı büyüklerini dinlemeyip bir yandan da bunun için vicdan azabı çekerek karısını doktora götürdü ve olması gereken oldu. Hakkı’nın birer ikişer sene arayla üç çocuğu oldu: Perihan, Nurhan ve en küçükleri Orhan.

Üçüne de kendisininkine benzer hikâyeler yaşattı, erken yaşlarda evlendirip çoluk çocuk sahibi etti onları. Hepsinin çocukları oldu. Hatta onların da çocukları oldu. Hakkı hayat gayesini tamamlamış gibiydi. Koskocaman bir ailesi vardı. Ama o tek başına bir evde ölmeyi bekliyordu. Ne arayanı vardı ne soranı. Çocukları ve torunlarının hepsi köyü terk edip başka şehirlere göçmüşlerdi.  Yirmi otuz senedir ise hepsinin dileklerinde Hakkı’nın ölmemesi vardı.

***

“Anne, Hakkı dedem aradı bugün. Neden köye gelmediğimizi sordu bu yaz.”

“Nasıl gidelim kızım, işimiz gücümüz var. Allah vere de bu kış ölmese bari. Bu karda kıyamette nasıl gideriz köye? Hep kepazelik. İşten izin de alamam zaten.”

Hakkı’nın ölmek için uygun bir mevsime ihtiyacı vardı. Ölmek için en uygun mevsim hangisiydi? Topu topu dört seçeneği vardı.

***

“Bu yaz çok güzel olacak Nurhan. Yıllardır çalışıyoruz adam gibi bir tatil yapamadık seninle. Bir aksilik çıkmaz da gider geliriz inşallah.”

“Aman be herif! Ne aksilik çıkacak?”

“Kız Nurhan! Baban öleyim demesin bu yaz sonra?”

“Vallahi kırk yılın başı bir tatile çıkıyoruz. Olmaz inşallah öyle bir şey.”

Yaz vakti ölmek olmaz. Bir kere tatil zamanı. Tabii bu konuşmalardan Hakkı’nın haberi yoktu. Haberi olsa kafa yorar, bulurdu belki de ölecek uygun zamanı.

***

“Hayatım, düğünü bu bahar yapsak diyorum Orhan Amcalarla da konuşup. Nişanlılık süreci fazla uzamasa.”

“Haklısın canım. Bir tarih belirleyelim ama bir dedemi sormam lazım. Hasta falansa şimdi ona göre ayarlayalım. Maazallah düğün zamanı öleyim falan der, felaket olur bizim için.”

Torunun düğününü görememek başka ona ölümünle engel olmak başka. E tabii, gençler birbirini görmüş beğenmiş, Hakkı’ya da bu düğün vakti ölmemek düşer.

***

“Bir daha bana sesini yükseltme sakın ha! Yeter be neymiş bu? Ne çektim senden senelerce.”

“Ne çektin lan benden? Utanmıyor musun benim gibi kocadan ağlamaya? Neyini eksik ettim senin bu zamana kadar? Elin adamı gibi alkolüm yok bir şeyim yok. Ne istesen yapıyoruz.”

“Ne istesem yapıyor musun? Ya sen beni annemin cenazesine bile göndermedin be!”

“İyi, baban ölünce gidersin.”

Bu önemli bir laftı çünkü ilk defa birisi Hakkı’nın ölmesine izin veriyordu. Gerçi zamanı belirtilmeden, biraz da sinirle söylenmiş bir laf gibiydi ama olsun.          

***

Hakkı bütün yaşamını aynı evde geçirmişti. Evin her duvarında, her köşesinde anılar biriktiren bir adam değildi. İnzivasında ölmeyi bekleyen, ne idiği belirsiz bir şeyh gibi bekliyordu. Bu bekleme sürecinde onu en çok gece çıkılan tuvalet yolculukları yoruyordu. Ev iki katlıydı ve tamamı tahtadandı. Alt kat, yirmi yıldır boş olmasına rağmen tezek kokusunu yitirmemiş eski bir ahırdı. Evin tuvaleti de balkondaydı ve torunları eskiden geldiklerinde buna hayret ederdi. Hakkı gün boyu çocuklarını, torunlarını düşünürdü. Orhan’ın iki çocuğu vardı: Emir ve Ecem. Emir üniversiteyi bitirip doktor olacaktı bu yaz ve Hakkı için ölümsüzlük iksirini bulacaktı. Ecem de nişanlıydı ve evlilik için gün sayıyordu. Nurhan’ın iki çocuğu vardı: Eylül ve Yaren. İkisi de evliydi ve Hakkı ikisinin düğününde de kalp krizi geçirmişti. Perihan’ın iki çocuğu vardı: Hakkı ve Yonca. Yonca bir kere evlenip boşanmıştı. Hakkı’nın en sevdiği torunu Hakkı’nınsa ikinci evliliğinden beş yaşında bir oğlu vardı. Hakkı torunun çocuğunu bir kere bile görmemişti. “Ölmeden bir kere görsem şu ufaklığı,” diyeli beş sene olmuştu. Ne ölmüştü ne de bir kere olsun onu görebilmişti. Adı bile aklından çıkmıştı çocuğun.

Hakkı o gece rüyasında kendi cenazesini gördü. Bütün torun tombalak sandalyelere dizilmiş oturuyordu. Hakkı tabutunu kendisi taşıyordu. Uyandığında ölmediğini fark edince kabusta olduğunu sandı. Dışardan bir eşeğin çok sesli orkestrasındaki ineklerin zil sesleri geliyordu. Camdan kafasını uzattığında Kazım’ı görünce seslendi:

“Kazım! Alo, Kazım hele bi’ bak!”

“Oo, Hakkı Emmi ne ettin ne var ne yok?”

“Eyiyim eyiyim. Şimdi sana bir şey diycem emme aramızda kalacak ona göre. Şinci sen kendi telefonunla benim çocukları arıycan, diycen ki babağız öldü.”

“Yahu Hakkı Emmi fıttırdın mı sen?”

“Bak sede bizim çocuklara haber vercen ha. Başkalarının haberi olmasın.”

“Eyi sen bilüsün.”

Hakkı yaptığından biraz pişmanlık duysa da başka çaresi kalmadığını düşünerek ilaçlarını içmeye gitti.

***

“Kız Nurhan ne oldu? Ne bu hal, neden ağlıyorsun?”

“Ah babam, ah! Gitti adamcağız, vallahi gitti bu sefer.”

“Kız üzülme, ölüm kurtuluş oldu ona. Ne acılar çekti kaç senedir.”

“Çocuklara söyle hemen köye gitmemiz lazım. Arabayı ne zaman alacaktın tamirden?”

“Arabada baya sıkıntı var. Otobüsle gitmemiz lazım.”

“Nasıl yapsak ki ya, bilemedim.”

***

“Ecem, hayatım sana bir şey söyleyeceğim ama sakin ol, olur mu? Baban aradı şimdi. Deden vefat etmiş.”

“Ciddi misin? Of! Çok severdim dedemi. Tanıdığım en iyi insanlardan biriydi. Onsuz ne yapacağım ben?”

“Gel buraya! Sil gözyaşlarını. Babanlar gidemiyormuş bu arada. Annen birazcık hastaymış. Biz de nerede kalacağız oralarda? Keşke gitseydi onlar da.”

***

“Babam ölmüş kalkın, hazırlanın. Köye gitmemiz lazım.”

“Dur sakin ol ya, ne oluyoruz?”

“Ne sakin ol ya! Anlamıyor musun babam öldü benim, babam! Sen gelmezsen de ben gidiyorum.”

“Hiçbir yere gidemezsin!”

“Çekil önümden dedim! Yonca, buraya gel!”

“Geç lan şuraya. Gidemezsin dediysem gidemezsin işte.”

***

“Alo, Hakkı Abi nasılsın? Dedem ölmüş, duydun mu?”

“Duydum Yaren ya, üzüldüm vallahi.”

“Yola ne zaman çıkıyorsun?”

“Çok önemli toplantılarım var bu hafta hiçbir yere gidemem.”

***

“Hakkı Emmi hani, senin çocuklar gelmedi mi?”

 “Vallahi ne bileyim Kazım. Herhal trafiğe diyin kaldılar. Köyde kimsenin kulağına çalınmadı bereket. Hiç kimseyi aramamış demi bizim çocuklar?”

 “Yok vallahi Hakkı Emmi, kimseden bir ses yok. Yahu senin çocuklar hadi kendileri gelmiyo, ne diye bizi arayıp da haber etmiyolar? Ben sana bişi diyim mi, gelmez bunlar.”

 “Lan git işine. İnsan babasının cenazesine gelmez miymiş hiç.”

 “Dirine gelmiyolar ki ölüne gelsinler be Hakkı Emmi.”

Son söylenen söz Hakkı’nı ağırına gitmişti. Banyo yapmak için ocakta ısıtıp banyoya taşıdığı güğüm bile bu kadar ağır gelmemişti ona. Sandalyesini de alıp çardağa çıktı. Gelir gelmez sapasağlam olduğunu çocukları, torunları görsün istiyordu. Kulağına karşı evdeki konuşmalar geldi. Ortalık sessizdi ve köydeki herkes yüksek sesle konuşmaya bayılıyordu.

 “Len Kazım! Hadi Hakkı Emmim bunadı da böyle bir işe kalkışıyor, sen ne diye ona uyuyon! Yazık değil mi o insanları ta oralardan buraya getirtecen?”

 “Kız bunların geleceği falan yok. Ta dün sabah haber ettim hepsine. Akşam oldu neredeyse, gelen gelirdi şimdiye kadar.”

 “Essah mı diyon? Vah vah, adam telef oldu baksana bekleye bekleye?”

Hakkı biraz ters bir herifti. Köyde de çok geleni gideni olmazdı. Konuşmaları duyunca Kazım’a seslendi.

“Kazıım! Az yukarı gelele bi.”

Kazım evinden indi, koşarak yukarı çıktı. O da çok sevmezdi Hakkı’yı ama şu an acıyordu bu yalnız adama.

“Buyur Hakkı Emmi.”

“Lan düzenbaz, ne diye karına anlattın benim bu işi?”

“Hakkı Emmi çok darladı telefonda kiminen konuşuyon diye ben de söyledim.”

“Kimseye söylemesin de yayılmasın köye bari.”

“Hakkı Emmi bak ben seni severim sayarım. Bu mesele bizim aramızda kalsın, kimseye söylemeyiz. Ama sen de beklemekten vazgeç. Gelmezlerse onların ayıbı olsun. Sen büyütmüş ev bark sahibi etmişin onları. Bırak madem babalarını bilmiyorlar, babaları ölmüş gibi yaşasınlar. Gel bize gidek, bi karnımızı doyurak güzelcene.”

“Yok ben tokum. Yürü sen git evine.”

Hakkı sandalyesini de aldı içeriye gitti. Buzdolabını açıp kasedeki yarım kalmış yoğurdu aldı. Kokusundan biraz bozulduğu anlaşılıyordu. İçine mısır ekmeği doğrayıp yedi, belki ölürüm diye.

Ölmedi.

Editör: Çisem Arslan

Doğan Arslan
Latest posts by Doğan Arslan (see all)
Visited 40 times, 1 visit(s) today
Close