Yazar: 19:48 İnceleme, Kitap İncelemesi

Hayalin Gerçekliğe Sızıp Ele Geçirdiği Öyküler: Hay

Çoğu okur Barlas Özarıkça’yı, onun ilk olarak 1986 yılında Habora Yayınları tarafından yayımlanan romanı Ters Adam’dan bilmektedir. Bu romanın yalnızca iki baskı yapmasına ve günümüzde baskısı bulunmamasına rağmen edebiyatımızın gizli kalmış yapıtlarından birisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ters Adam üzerine görüşlerini belirten akademisyenler ve eleştirmenler, onu genellikle edebi lezzet açısından Oğuz Atay’ın meşhur romanı olan Tutunamayanlar’ın bir devamı niteliğinde görmüşlerdir. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ıyla başlayan silsile bir bakıma Ters Adam’la taçlanmış gibidir. Bu kitaplar arasında her ne kadar bazı noktalarda yakınlık bulunsa da Barlas Özarıkça’nın yazım tarzı hem Yusuf Atılgan hem de Oğuz Atay’dan çok daha farklıdır. Teknik açıdan baktığımda Laurence Sterne’ün 18. yüzyılda yazdığı Tristram Shandy – Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri adlı eserindeki yönteme benzetirim. Barlas Özarıkça, metinlerinde okuru kurgunun ana hattından çıkarıp başka başka yerlerde ve zamanlarda gezdirir. Finale doğru okuru, saptırdığı yan yollardan alarak yeniden ana yola dahil eder. Bu yöntem Barlas Özarıkça edebiyatını özel ve diğer yazarlarımızdan da farklı kılmaktadır.

Barlas Özarıkça’nın on iki yeni öyküsünün yer aldığı Mart 2023 tarihinde Metinlerarası Kitap tarafından yayımlanan Haykitabında da aynı teknik bulunuyor. İncelememin başlangıcında buna örnek olarak eserin ilk öyküsü olan “Vordonisi”den bahsetmek istiyorum. Metnin başlangıcı şu şekildedir:

Konuştuğu cümlelerin sonunda nokta yerine gülümsüyordu. Bahçeye öğleye doğru geliyor, gazeteleri masanın üstüne seriyor, garsona çay söylüyor, gazeteleri okuyor gibi poz takınıp çevresini dikizlerken kahkahalar atıyordu. Çevresindekiler onun gazeteden gülünç bir yazı okuduğunu sanıyorlardı. Önünde açık duran, her gün hepimizin okumaktan usandığı ıvır zıvır haber sayfalarıydı oysa.[1]

Alıntıdan da görebileceğiniz gibi -ihtiyar bir dönerci de olan- anlatıcının bahsettiği kişi, nedensizce gülen ilginç bir şahıstır. Öykünün ilerleyen sayfalarında anlatıcı karakterin, dikkatini çeken bu kişiyi takip ettiğini ve bir gün bahçede kişinin masasına oturarak tanıştığını görürüz. Şahsın adı Fotyos’tur. Metnin ana ekseninde anlatıcı karakterin ilgisini çeken bu kişinin üzerinden nitelenen “gülümsemek” eylemi vardır. Fakat sonrasında öykü başka yollara sapar. Anlatıcımız, Fotyos’un fotoğrafını çeker ama kendisi gerçek midir yoksa hayal midir tam olarak bilemeyiz. Adam âdeta sır olup kaybolur. Sonrasında anlatıcı karakterin dünyasına ve yaşadığı değişime saparız. Geç yaşında dükkânını satıp esrikliğe, başka bir hayata yelken açar. Sonrasında yine bir gün tekrar bahçeye gider. Bu sefer sarhoş bir genç kıza denk gelir. Genç kız -anlatıcıya göre- nedensizce oradan çekip gider. Çektiği fotoğrafta Fotyos’un olmadığını görür. Gecenin tüm unsurları karede varken asıl kişi yoktur. Finaldeyse hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu bilemediğimiz kişiyle ve onunla nitelenen gülümseyişle -yani ana yolumuzun unsurlarıyla- tekrar buluşuruz.

Kitapta bir örneğini yukarıdaki öyküde de görebileceğimiz gibi hayalin gerçeküstü vasıtasıyla önce kurmaca gerçekliğin içine sızdığını sonra da onu büsbütün ele geçirdiğini görüyoruz. Bunu daha iyi örneklemek için kitaptaki son metinlerden biri olan “Lakerda” öyküsünden bahsetmek istiyorum. Metnin ilk cümlesi “Lakerda olmadan önce balıktım ben,” ifadesidir. Öyküdeki anlatıcı karakter bir reklam ajansında çalışan ve balık konservesi firması için çekilecek reklam filminin metnini hazırlayan bir yazardır. Bu kişinin, hangi ürün için metin yazacaksa o nesneyle kuvvetli bir bağ kurduğunu görürüz.

Çekilecek reklam filminin metnini yazmadan önce uydurma birkaç nesneyle özdeşleşir, kendimi o nesnenin yerine koyup tek kişilik oyunlar oynardım. Konu eğer bir kibrit kutusuysa, barut olup gecenin karanlığına fırlatılan maytap halinde yanardım. Nesnelerin şamanıydım. İnsanlar kendilerini yok sayıp başkalarının kişiliklerine bürünürken ben de kullanılan, sık rastlanılan her çeşit cansız eşyanın içine girebilme yeteneğini geliştirmiştim.[2]

Anlatıcının kurduğu bu özdeşim sonrasında normal bir durumu aştığını ve mesleğini daha iyi yapabilmek için yarattığı oyunun onu ele geçirdiğini görürüz. Öykü ilerledikçe karakterin çocukluğuna da inerek kendini bir yılanbalığıyla özdeşleştirdiğini, yazılacak reklam filminin gerçekliğiyle hayalin iç içe geçtiğinin farkına varabiliyoruz.

Parçalanmış, soslanmış hemcinslerim, akrabalarım çeşitli işlemlerden geçecekler, bozulmadan, tat değerlerini yitirmeden, yeni doğmuş doğal çocuk kadar taze, dayanıklı hazır yiyecekler halinde kutulara kapatılacaklardı.[3]

Yukarıdaki alıntıladığım cümleden sonraysa hayalin gerçekliğin önüne iyice geçtiğini ve karakterin sorunlu çocukluğuyla birlikte metnin başka bir yere doğru saptığını görebiliyoruz.

Baktığım adam, kahverengi bir yosunun, kıyı yengecinin kıskaçları ardına gizlenmiş, parlak bir denizyıldızının altında duruyordu. Hayali bir çekim merkezinde parçası olduğum aynaya, ona, görünene, beynimin içine bakıyordum; örümceğe benzeyen bir şey duruyordu.[4]

Müşteri temsilcisi Kaan’ın “Nasıl, işi istenilen zamanda yetiştirebilecek miyiz?” sorusuna, karakterimiz büyük bir alışveriş merkezinin anlatımı esnasında “İşi istenilen zamanda bitireceğiz,” diyerek cevap verir. Bu yanıttan sonraysa öykünün gerçeklikle olan bağı tamamen kopar. Karakterin çocukluğundan gelen yeniçeriler başta olmak üzere tarihi karakterler öyküyü ele geçirir.

Kasaların önündeki paraların toplandığı, vardiyaların değiştirildiği ofise başları kavuklu, pala bıyıklı, sargılı, sakallı, yeniçeri-sipahi kılıklı adamlar dalmış, torbaları dolduruyorlar. Kasalara, raflara koşuşturan ayakları patenli kızları çırılçıplak soyuyorlardı. Bando mızıka grubu, müşterilerin kredi kartlarını şifreleriyle birlikte almışlar, bankamatikleri boşaltıyorlardı. Palalı, otomatik silahlı süvari atının eyerinin üstünde diz bilgisayarıyla operasyonun dış bölümünü yönetiyor, emirler yağdırıyor, soygunun gidişatını gözlüyordu.[5]

Finale gittiğimizdeyse kendini balığın yerine koyan karakterimizle birlikte öykünün tamamen gerçeküstü bir anlatımla bittiğini görebiliyoruz. Diğer öykülerde de bu metnin finaline benzer şekilde flu ve gerçeküstünün gerçekliği kapsadığı bitişlerin olduğuna tanıklık ediyoruz.

İnceleme boyunca yazarın kullandığı anlatım tekniğinden ve hayalin kurmaca gerçekliği ele geçirmesinden bahsettim. Biliriz ki her yazar, ister roman isterse de öykü olsun kaleme aldığı metinlerde bir ya da birden çok meseleyi kurmacanın kendi gerçekliği içinde bizlere aktarır. Peki, Barlas Özarıkça’nın Hay kitabında yer alan öykülerde bizlere ifade etmek istediği meseleler nelerdir? Aslında üstte detaylıca bahsettiğim “Lakerda” öyküsünde K. adlı alışveriş merkezinden bahsedilirken yazarın temel dertlerinden bazılarının büyük şehirler, şehrin karmaşası ve önlenemez alışveriş tutkusu gibi konuların olduğunu görebiliyoruz.

Gün boyu AVM’nin büyük bir mağazasında satış elemanı olarak çalışıyordum. Gün ışığı görmüyordum. Karanlıkta yaşamaya yatkınlaşmıştım. Açık havadan, günün aydınlığından kaçıp, satın alınacak nesnelere sığınanlara malın onları değiştirip onlardan daha uzun ömürlü olacak ruhundan konuşuyordum. Dünyayı tasarlamak zordu ama cüzdanlarına uygun herhangi bir malı tercih edip satın alınan şeyin üstünden dünyayı ve ilişkileri kurmaları kolaydı. Hiçbir müşterim mağazadan eli boş dönmüyordu.[6]

Yukarıdaki alıntı kitaba da adını veren “Hay” öyküsünde bulunuyor. Şehrin karanlık sever ve alışveriş tutkunu sakinlerini, yazarın bu cümlelerle oldukça iyi anlatabildiğine şahit oluyoruz. Sadece toplumun geneline dair gözlemlerini de değil yalnızlaşmış ve başarı standartlarının dışında kalmış bireyin de hikâyelerini anlatıyor bizlere yazar. Buna bir örnek olarak “Havaalanı” adlı öyküde geçen şu ifadeleri gösterebilirim:

Hayatındaki hayal kırıklıklarını gelecek yatırımında olumlu deneyime dönüştürmeyi becerememişti, umurunda bile değildi bu. Başarılıların kendi aralarında oluşturdukları özel ırkçılık anlayışına hiçbir zaman sahip olmamıştı. Başarılıların yaşam biçimine itibar etmemişti. Belki tembellikten, belki kibirden, belki güç karşısında kendisini güçsüz ve aptal görmenin ezikliğinden dolayı, başka insanlarla rekabete hiç girmemek kolayına gelmişti.”[7]

İnceleme boyunca sırf alıntıladığım cümlelere dahi baktığımızda, yazarın özel bir yaratım gücünün olduğunu, ne bugünün ne de geçmişin yazarlarına benzemediğini ve oldukça özgün kurmaca dünyalarını oluşturabildiğini görebiliyoruz. Karakterler bildiğimiz meslek gruplarına dahil olsalar da onların her seferinde farklı şekillerde kurgulandıkları, tekinsiz bir kurgu atmosferinin yaratıldığı, öyküler boyunca hayalin gerçeklikle bütünleştiği ve çoğunlukla da gerçekliği tamamen ele geçirdiği bir anlatıma tanıklık ediyoruz.

Hay, gizli kalmış bir edebi cevherin yıllar içinde damıttığı öykülerden oluşuyor. Özgün kurguları, farklı anlatım dili ve toplumsal sorunları oldukça çarpıcı biçimde ele alışıyla son zamanların en özel öykü kitaplarından biri. Değişik kurguları seven ve benzersiz bir kalemle tanışmak isteyen okurlar için Hay hararetle tavsiye edebileceğim bir eser.

Editör: Buse Karabulut

Kaynakça

Özarıkça, Barlas. Hay. İstanbul: Metinlerarası Kitap, 2023.

[1] Barlas, Özarıkça, a.g.e, s. 13.

[2] Barlas, Özarıkça, a.g.e, s. 91.

[3] Barlas, Özarıkça, a.g.e, s. 97.

[4] Barlas, Özarıkça, a.g.e, s. 97.

[5] Barlas, Özarıkça, a.g.e, s. 99.

[6] Barlas, Özarıkça, a.g.e, s. 35.

[7] Barlas, Özarıkça, a.g.e, s. 68.

Visited 32 times, 1 visit(s) today
Close