Yazar: 21:55 Film İncelemesi, İnceleme, Sinema

Sonbahar Filmi Hakkında

Özcan Alper’in senaryosunu yazıp, yönettiği, Onur Saylak ve Megi Kobaladze’nin başrollerini paylaştığı, 2008 yapımı Sonbahar filmi, siyasi sebeplerden ötürü girmiş olduğu cezaevinden, on sene sonra, ölmek üzere olduğu için çıkarılan Yusuf’un memleketine dönüşünü ve burada yaşadığı son günleri konu ediniyor. Aynı zamanda film, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Sosyalizm’in çöküşüyle kararmış iki hayatın, gecikmiş bir yakınlaşmasını konu ediniyor.

2000 yılında yaşanan Hayata Dönüş Operasyonu, filmin belki de çıkış noktası. Ömrünü sosyalist düşünceye adayan Yusuf, artık ölmek üzeredir. Ciğerleri, onu artık bahar günlerine taşıyamayacaktır. Öyle ki, köyüne döndüğünde ve yaylaya çıkmak istediğinde, “Delirdin mi? Bu havada yaylaya mı çıkılır?” Bahara çıkarız, bahara!” diyen arkadaşı Mikail, yüzünün düşmesine sebep olmuştur.

İşte, Yusuf’un bu vaziyette olmasının sebebi, geçirdiği cezaevi günleridir. İçeriden çıktığı ilk gün, bir komşusu, o yılların boşu boşuna oluşunu, belki böyle büyük bir iş yaptığının farkında olmadan açıklamıştır. “Ben böyle bir gün evde duramıyorum. Sen on sene nasıl bir odanın içinde kaldın?” Annesi ise şu sözleri söyler: “Hiç büyümemişsin.” Tükenmiştir Yusuf, erimiş kalmıştır.  

Sosyalizm düşünü gerçekleştirmek isterken zayi olan bu hayat, bir başka hayatla çarpışır. Elka’nın yaşamı ile. Elka, Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından, yitip gitmişlerden biridir. Daha fenası, yıkılmış bir ülkenin vatandaşıdır. Yaşamını, fahişelik yaparak sürdürmektedir. Bu iki hayatın çarpışması, geride kalan günleri daha da bir sorgulatır olmuştur. Elka, Yusuf’a, Yusuf hakkında o güne dek dile gelmemiş şeyler söyler. “Sen şimdiki zamanda yaşamıyor.” der Elka ve ekler. “Rus romanlardan kaçmış gibisin.” İşte bu sözler söylendiğinde, denizi seyretmekte olan Yusuf’un seyrinde öyle acınası, öyle dokunaklı bir yan vardır ki! Elka ile geç karşılaşmış olmanın ve  bu geç kalmanın ödettiği bedellerin acısı, Elka ile karşılaşmanın mutluluğundan daha ağır basmıştır, Yusuf’un nazarında. Elka için de bu, böyledir. Sonuçta bu ikili, bir yıkım ile tanışmışlardır. Belki bu yıkım yaşanmasa, tanışmalarına imkan yoktur ancak bu yıkımın yaşanmış ve kendilerini zayi etmiş olması, tanışmalarını, buruk bir sevinçten ibaret bir tanışma haline getirmiştir.

Yusuf’un, eski yaşamına dönüşü de Elka ile tanışmasından farksızdır. Günler, sıcak, hoş bir evde geçmektedir ancak beden, bu hoş evde değil de  sanki on yıldır içinde olunan cehennemde gibidir. Her sigara içişinde, annesi ile her konuşmasında, Mikail ile yaylaya çıkışında, Yusuf’un bu halini görmek, o karanlıktan çıkamadığını hissetmek oldukça mümkündür, filmi seyre dalmışken. Seyir devam ederken, dikkat edilebilecek ilginç bir yan daha vardır filmde. Yusuf’un bu karanlıktan kurtulduğunu gerçekten hissettiği ender anlar, Elka ile yaşananlardır. Onlar da, uzağa dalıp gitmekle, geçmişe sessizce hayıflanmakla geçer. Elka, bu durumu da güzelce izah eder. 

“Ne düşünüyorum, biliyor musun, Yusuf? Keşke, her şeyi geride bırakıp, uzun bir yolculuğa çıkabilseydik seninle?”

Velhasıl, Sonbahar, zayi olmuş iki insanın hikayesini anlatır. Yusuf’un, devrimi gerçekleştirmek uğruna ortaya koyduğu yaşamının, son günlerini gösterir bize. Bu son günlerde, Yusuf’un gözlerinde, ne pişmanlık görürüz, ne de hala devam eden bir umut. Sadece, yaşamının sona ermek üzere oluşunun hüznü içinde kalmış bir adamın bakışlarıdır, bu gördüğümüz.

Hangi gözle bakarsak bakalım, -ister yıkılan büyük bir düşün uğruna, ister ziyan olmuş bu iki hayat uğruna- bir şekilde, hüzün içerisinde bitirilecek bir filmdir Sonbahar. Kim bilir! Belki de bu ağıdın yüzündendir bu. 

Sonbahar film fragmanı:

Şarkıyı dinlemek için tıklayınız: Ayşenur Kolivar – Daim Yusuf Orti

Varol Mengüverdi
Latest posts by Varol Mengüverdi (see all)
Visited 43 times, 1 visit(s) today
Close