Yazar: 18:00 Öykü

Aynalar Denize Batar

Göz altım kirpiklerimi emziriyordu. Uyanmanın hayvansı bir zorunluluk haline gelmesine okkalı bir küfür ettikten sonra hücrelerime emir verdim ancak yüksek bir dirençle karşılaştılar. Bu grev, sözcüsünü henüz doğurmuştu. Bütün görüşmelere rağmen anlaşma sağlanamadı. Direnişin gücünü parmak uçlarıyla yumuşatmak istedim. Parmaklar bazen karşı konulmazdı -bilirdim-. Sinir uçlarım buna karşı koyuyor ve merhametsiz bir sevgiliyi anımsatıyordu. İçinde mukavemet olmayan eylemleri barındırmak istemezdi ancak artık deneme vakti değildi, koşulsuz itaatin masaya uzanması gerekiyordu. Direnmedim, teslim oldum ve ablukaya alındım. Sabahın bütün intikam arzusuna boyun eğdim. Boynum saç tellerinden biraz inceydi bu aidiyet karşısında. Özgür kaldığım anda Afrika’nın en fakir köylerinde büyümüş bir çoban çocuğu gibi sonsuza kadar koşmak istedim. Varabileceğim en uzak nokta, bağımsızlığını ilan edip sömürgeye kafa tutmuş balkonumdu. Nihayetinde her şey balkonda başlayıp balkonda biterdi.

Ayağa kalkma çabam koridorda son buldu. Koridorlar uzundur, bazen karanlığı sokar gövdeye. Bunu çok iyi bildiğim için bir aydınlığa ulaşma çabası veriyordum. Kolay değildir, insan bazen tenini ayırmak ister. Nihayet koridorun ucuna varabildim. Dünya düz olsaydı tam buradan aşağı düşebilirdim ancak dünyanın kendine has bir şekli vardır. İlk defa bunun avantajını yaşadığımı hissediyor ama hayatta olduğumu hissetmiyordum. Dizlerimi saran karıncaları küçük bir el hareketiyle savuşturdum. Duvarlara sarıla sarıla kalktım ayağa. Boynundan öptüm kirişleri. Hangi dileğin kabul olacağı belli olmaz düsturuyla, aklıma gelen her şeyi dilemezdim. Hak edilmişlik, evrenin en büyük karmaşasıdır. Hak etmediğim sancılardan kimin sorumlu olduğunu bilmiyordum ancak kaotik düzen bir şekilde yerini bulurdu. Gezegenler yerini buldu, ben kınımla doğruldum. Ceplerimde yüzleşecek bir güç aradım. Nereden bilebilirdim ki kafatasımdan gövdeme aktığını. Usulca sildim -bileklerim dâhil-. Varmak istediğim noktalar arasında çözümü mümkün olmayan bir denklem icat etmiş, utanmadan Nobel ödülü istiyordum. İçinden çıkamadığım aciz durumların muhasebesine hiç vaktim yoktu. Tekrar tekrar aynı noktaya varmak isteği, beni hep kendime uzaklaştırdı. Sadece yansıyacak ve acımayacak bir şeyler arıyordum. Gözlerim aceleci bir böceğe takıldı. -Kafka’nın ruhu huzur bulsun-. Bu, dümdüz bir böcekti. Hareketlerinden şiirsel bir bağlam yakalamak isteği kursağıma takıldı. Sinir sistemi olmadığı için çok şanslı olduğunu düşündüm ve mahcup bir sessizlikte vedalaştık.

Zamanın birinde bir ayna almıştım. Nedenini hatırlamasam da bu muazzam marangozluğa imrenerek koydum kapının girişine. Belki arada hal hatır sorar da kahve ısmarlarım diye. Günler günleri kovaladı, ben ona selam vermedim, o da kahvesini içmedi. Birbirimize teorik olarak tahammül edebiliyorduk ancak pratikte pek sevişmezdik. Sahi kim aynaları uzun uzun seyrederdi ki? Bu ironik soru karşısında hafifçe gülümsedim. Pantolonumun ceplerini karıştırmaya başladım. Benim ceplerime galaksiler sığardı. Sonsuzluğu avuçlayan bir hırsla en derine kadar karıştırdım. Dedemden kalma bir cep aynası çıktı. Öldüğü günü dün gibi hatırlarım. Odasında ondan kalma bir şeyler aramıştım. Bir kasketini bir de aynasını koydum cebime. Kimseye tek kelime etmedim çünkü artık onun bunlara ihtiyacı yoktu ama benim ona ihtiyacım vardı. Deneysel fizik alanında makaleleri olan bilim insanlarını kıskandıracak bir deney yapmak istedim. Küçük aynamı büyük aynama tuttum. Sonsuz sayıda ayna elde ettim. Gövdemi sana tuttum tekillik elde ettim.

Evet Canan Hanım, olaylar tam olarak bu anda başladı işte. Küçük bir deneme beni daha büyük bir karmaşayla özümsedi. Beni damıtsalar dahi ayıramazlardı senin koku hücrelerinden. Bununla yaşayabilmek önceleri zordu. Hiç sevmediğim, tadını bilmediğim hislerin benimle uyandığını fark ettim. Anlam vermek çabası boşa çıkıyor, zihnim savaş meydanında ağır yaralarla teslim oluyordu. Nice zaman sonra fark etmeye başladım bedenimde yaşayan başka bir canlı olduğunu. Sen de hak verirsin ki hastalık sandım önce, nereden bilirdim bunun hiçsizlik olduğunu. Bir cerrahın neşteriyle ayırabileceği bir şey değil, belki dikiş tutar.  Bol bol su içtim bana hep tavsiye ettiğin gibi. Ben çok hastalanırım, hatırlarsın. Bana çok kızardın kendime hiç dikkat etmiyorum diye. Canan Hanım, sensiz kaldım, çok su içtim. Sancılarım geçmedi ama sözümü tuttum. Tarım devrimine denk bir tarihten beri mücadele veriyorum. Nefesinin çok güçlü olduğunu duyduğum bir hocaya gittim. Bana “çürümüşlük” kokan bir şurup verdi. “Bunu içersen temizlenirsin,” dedi. Şişeyi duvara fırlattım. “Bunu içeceğime her sabah deniz kokusuyla uyanırım,” dedim. Sonuçta bu kokuyu alan martılar damlar ceplerime. Başından okşar, sabah selamı tutuşuruz. Bütün kâr zarar dengelerinde senin sözünü seçerim. Bilirim; kötülüklerin içinde iyilik, varoluşlara anlam, gövdemde açan bir baharsın sen. Bahar getiren şey hiç kötü olur mu? En çok baharda kıpırdar içim. En çok kuşlar yuvasına gelince arınırım. İnsan bir kez ait olmayıversin, her şey başka görünür. Aidiyet bir tercih değil mecburiyet meselesidir. Mecburum. Şimdi oralarda hangi vakittir bilmem ama buralara güz geldi. Beni çok üzer bilirsin. Önce aynayı yerinden söktüm – uğursuzluk getirmesin diye kırmadım-. Orhan Veli’nin Tüm Şiirler kitabını cebime koydum. Adımlarımı ağır aksak paketledim. Kıyaya vardım. Bir leylek gördüm. Balıklara uzandım ellerimle. Sarılmak istemediler. Daha derine yüzdüm. Denizin dibinde cep aynamı açtım. Masmavice yansıttım. İkilik gördüm. İkiyi tanıyamadım. Gövdeme su doldu. Bir daha nefes alamadım. Deniz koktu.

Editör: Hatice Akalın

Visited 110 times, 1 visit(s) today
Close