Yazar: 20:20 Öykü

Rita’nın Karabiberli Pilavı

Evden eve nakliyat. Siz hiçbir şeye elinizi sürmüyorsunuz. Son  teknolojik aygıtımız sayesinde uzun süreli hafızanızı okuyabiliyor, mutsuz anılarınızı atıyor, mutlu anılarınızı toplayıp yeni evinize yerleştiriyoruz.

Mutsuz anılardan kurtulmanın bedeli çok büyük olurdu herhalde böyle bir hizmet veriliyor olsaydı. Yine yaratıcı zihnimi gömmekten alıkoyamıyorum kendimi. Çünkü kimse beni gömmezse, ben kendimi gömerim.

Kiraladığım küçük bir kamyonetle taşınıyorum tüm anılarımla birlikte. Şimdi salondaki kolilerle bakışma safhasındayım. İki taraf da ilk adımı karşıdan bekliyor. İlk adımı atmak cesaret ister, güvenli alanını terk etmeni ister senden. İçten içe cezbeder, merak edersin o adımı attığında olacakları ama korkarsın da. Bakıyorum kolilere hiç umurlarında değil. Sittin sene oldukları yerde kalabilirler. Koli olmak istiyorum birden. Açan değil açılan olmak istiyorum. Babamın işi nedeniyle sürekli şehir değiştirdiğimizde, mahalledeki çocukların arasına katılmak için abimle attığımız o ezik ilk adımları hatırlıyorum. Annem “düzgün olun, laf getirmeyin bana” diyor. Her yeni okulla, tekrar ve tekrar, öğretmenin gözüne girmek için sıfırdan on olmaya çalışıyoruz. Annem bizimle gurur duysun, bizi sevsin diye onun isteklerine göre şekilleniyoruz. Bir de babam var tabii. Annem ne isterse babam onu istiyor herhalde, bilmiyorum. Kendisi emniyet müdürü olduğu için başka bir müdürlüğe ayıracak vakti yok. O yüzden evin müdürlüğünü anneme bırakıyor. Her fırsatta da marifet gibi söylüyor bunu “Bizim evin müdürü de Aysel Hanım.” diye.

Ebeveynler ve bir türlü bitmek bilmeyen, tatmin edilemeyen istekleri. Mimar olmalıyız, yurtdışında yüksek lisans yapmalıyız, geri dönmeliyiz, mimari alanda adımızı duyurmalıyız, aile kurmalıyız. Peki, mutlu olmalı mıyız?

Adamlar giriyor hayatıma. Sevecekleri ve sevmeye devam edecekleri biri olmaya çalışıyorum. Ama yine de uzaklaşıyorlar benden “Eziksin sen.” diyerek. Onlar uzaklaştıkça ben daha da ezikleşiyorum. Arkama bir bakıyorum, ben kendimden çok daha uzaklarda kalmışım. Hiçbir dahlim olmayan hayatımdaki tek dertdaşım olan abimin de kendi kabul şekliyle aramızdan ayrıldığını öğreniyorum. Evleneceğini söylemek için arıyor aylar önce. Annemiz kaymakamın kızını uygun görmüş. Biliyorum, istemiyor ama söyleyemiyor. Emniyet müdürünün karısı Aysel Hanım’ın oğlu o çünkü. Tartışıyoruz. “Sen gittin zaten. Ben de gidersem annem bu utançla yaşayamaz.” diyor. Düğün günü, o güne kadar anneme eğdiği boynu, tavandan sarkarken arkasında bir not bırakıyor abim:

“Yarın herkes bu geceden bahsetmeli, hiçbir şey eksik olmamalı diyordun ya anne. Pilavın karabiberi eksik.”

Of, keşke hayalimdeki nakliye firmasıyla anlaşabilseydim, mutlu kolileri açarlardı, belki o arada beni de araya sıkıştırıverirlerdi. Anne, ne dediğini duyuyorum şu anda gözlerini belerte belerte, “Kolilerini açmaktan bile acizsin, bir de kendini açmaktan bahsediyorsun”. Acaba bir kez bile bizim içimizi görmeye çalıştın mı anne? Kapaklarımızı kaldırıp baktın mı? Yoookkk. Sen, bizim annemiz olmaktan korktun hep. Şimdi düşünüyorum da böyle bir teknoloji gerçekten geliştirilmiş olsaydı, mutsuz anılarından biri olarak beni attırırdın değil mi?

Numaraladığım kolilerime bakıyorum. Bir numaralı koliyi, hep birincilikle bitirdiğim okulların diplomaları, satranç şampiyonluk kupalarım ve mimari ödüllerim şereflendiriyor. İki numaralı koli, annemin ne giymem gerektiği konulu nutukları sonucu belirlenmiş zevksiz kıyafetlerimle dolu. Kimsenin ayıplamayacağı, “Ayyy Aysel Hanım’ın oğlu ne giymiş gördünüz mü?” demeyeceği türden. Üç numaralı kolide çocukluğumdan bugüne kadar çekilmiş, abimle benim yüzümüzün hiç gülmediği aile fotoğraflarımız var. Aile rolü oynadığımız, görev icabı yaşadığımız hayatlarımızın kareleri. Aslında babamın işi nedeniyle değil de sen benden utandığın için taşındığımız zamanlardaki fotoğraflarımız, babam çekmese hiç olmayacak olan fotoğraflarımız.

Veee dört numara, Pandora’nın kolisi. Hiç gün yüzüne çıkmamış gerçeklerim. Pilava karabiber koymanın zamanı geldi. Açıyorum. Ejderha desenli ipek kaftanımı, en sevdiğim askılı mini elbisemi, kırmızı stilettomu alıyorum içinden özenle. Özel kutusu içindeki Rita kızılı peruğumu çıkarıyorum. Favorim. Evin eski ruhlarından kalma aynanın karşısında elbisemi giyiyorum, üzerine de kaftanımı geçiriyorum. Eski ruhların ıslıklarını duyuyorum. Gülümsüyorum, stilettomu da giyiyorum.  Makyaj setimi alıyorum elime. Farımı sürüyorum. Rujum olmazsa olmaz. Ve işte altın vuruş zamanı. Rita’nın yanımda olmasına ihtiyacım var. Islık sesleri artıyor. Eşyaları taşırken bir elektrik direğinin üzerine yapıştırılmış olan “Ne iş olsa yaparım, arayın” diyen ilandaki numarayı tuşluyorum. Adresi veriyorum, “Kapıyı açık bırakıyorum. Açılmış olan haricindeki tüm kolileri alabilirsin. İster kullan, ister at, ister sat. Paranı da aynanın önüne bıraktım.” Kaftanımın eteklerinin uçuştuğunu hissetmenin mutluluğuyla evden çıkıyorum.

Merdivenlerden inerken komşulardan birinin radyodaki şarkıya eşlik ettiğini duyuyorum. Dışarıya taşan tereyağı kokusu uğruyor burnuma. Abimin pilavın karabiberi eksik yazışını hatırlıyorum, bir an için gölgeleniyor yüzüm. “Bu artık annemin pilavı değil abi, Rita’nın karabiberli pilavı,” diyorum hüzünle gülümseyerek. Sokaktan denize doğru yürüyorum başım dik, bakışlar ve ıslıklar eşliğinde.

Editör: Melike Kara

Visited 19 times, 1 visit(s) today
Close