Yazar: 16:00 Röportaj

Neslihan Stamboli Söyleşisi

Denemelerden oluşan Beyaz adlı kitabınız 2007 yılında, ilk romanınız Kırık Rapsodi 2011 yılında ve devamı olan Rüya 2013 yılında yayımlandı.

Neslihan Hanım artık tecrübeli bir yazar olarak yeni romanınızı Ayrıkotu Kitap etiketiyle yayınladınız. Aşkın Dört Hali, okuru 90’lı yılların İstanbul’una götürüyor. Neden böyle bir arka plan ve 90’lı yılların atmosferini seçtiniz?

Bundan önceki romanlarımda olsun, masamın üzerindeki yeni projelerimde olsun hep yaşamadığım dönemleri anlattım, anlatıyorum. Ya yüz yıl geçmişe gidiyorum ya da yüz yıl ileriye. Araştırmayı seviyorum çünkü. Yazmaktan çok daha uzun bir süre araştırmakla geçiyor. Ve bundan büyük bir haz alıyorum. Arşivlerde saatler, günler, haftalar geçiriyorum. Sadece Türkiye’deki arşivler değil, mesela Londra, Budapeşte’deki arşivler de buna dahil.

Bu kez Aşkın Dört Hâli’yle birebir yaşadıklarımı yazmak istedim. Gerçi tarihi roman  yazarken de yarattığım karakterler benden ve benim yaşadıklarımdan mutlaka izler taşıyorlar o başka. Ve buna karar verir vermez ilk aklıma gelen 90’lı yılların başı oldu. Neden?

Bu sorunun cevabını Aşkın Dört Hâli’nden bir alıntıyla verebilirim.

Doksan üç yılı ülkenin gelmiş geçmiş en karanlık on iki ayı olarak tarihe geçecek dediler ama kadınların özel hayatlarında, kariyerlerinde özgürlüklerini cesurca haykırmaya başladıkları, çekinmeden korkmadan haklarını savunmaya soyundukları, erkeklere olan bağımlılıklarından silkinip güçlerinin farkına vardıkları bir dönemin başlangıcına işaret edecek demediler.

Nokta satırbaşı, demeden önce kısa bir ekleme yapayım: O yıllarda ben otuzlu yaşlarımdaydım. Yükselişte olan finans sektöründe kariyer yapmaya soyunmuş, çocuklu ve bekar bir kadındım. Çevremde pek makbul olmayan bir bileşimdi bu. En “aydın,” en “modern” geçinen çevrelerin bile boşanmış kadınları aralarında görmek istemediği bir dönemdi. Boşanmak, hele hele bir anne olarak boşanmak başlı başına bir cesaret işiydi. Çevremde benim gibi kadınların sayısı arttıkça artıyordu. Yalnızlar kulübü gibi başlayan küçük topluluğumuz güçlenerek dimdik bir duruş sergilemeyi öğrendi. Geri dönüp o dönemde yaşadıklarıma, çevremde tanık olduğum ilişkilere, ülke genelinde yaşananlara baktıkça o yıllara küçük de olsa bir pencere açmak, bugünün yetişkinlerine geçmişi hatırlatmak, gençlerine ise bugüne nasıl gelindiğine ışık tutan farklı bir bakış açısı sunmak istedim.

Aşkın Dört Hali, adından da anlaşılacağı gibi dört kişiyi anlatıyor ve bunların dördü de kadın. Son dönemde özellikle kadın yazarların kadın sorununa eğildiğini görüyoruz. Sizin romanınızı feminist bir pencereden okuyabilir miyiz?

Öncelikle sorunuza bir dokunuş yapmak istiyorum. “Kadın sorunu” demeyelim çünkü bu ifade kadının bir sorun olduğu algılaması oluşturabilir. “Kadınların sorunları” diyelim isterseniz. Ve hemen ekleyelim: Bu sorunlara feminist bir pencereden bakmak yeterli değil. Feminist pencere nasıl bir pencere? Feminizm kadınların erkeklerle aynı sosyal, siyasi ve ekonomik haklara sahip olması gerektiğini savunan bir doktrin diye tarif ediliyor kısaca. Peki Aşkın Dört Hâli feminizmin ilkelerini savunan bir roman mı? Bu soruya bir soruyla cevap vereyim. Benim bir kadın olarak kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması gerektiğini savunmamam mümkün mü? Elbette savunacağım. Elbette kıssadan hisse misali, bu hakları için savaşan kadınları da anlatacağım, bu haklarını kaybetmişleri de anlatacağım, bu haklarının peşinde koşma cesaretini gösteremeyenleri de anlatacağım, yapılan haksızlıkları, fiziksel ya da manevi şiddet kurbanlarını da anlatacağım…

Bundan önceki romanlarımda olduğu gibi Aşkın Dört Hâli’nde de kadınlar başrolde. Burada da ekonomik, sosyal, duygusal zorluklarla başa çıkmaya çalışan, hayatlarındaki yanlış erkeklere rağmen haklarını korumaktan, bunlar için savaşmaktan yılmayan kadınlar var. Örnek olsun diye. Cesaret versin diye. Çünkü aslında her kadın hakkını savunmayı istiyor ama belki cesaret edemiyor, belki ne yapacağını bilmiyor, belki sorumlulukları ağır basıyor ve elini ayağını bağlıyor. Dolayısıyla evet, Aşkın Dört Hâli doğası itibarıyla ister istemez, feminizm doktrinini kucaklayan bir anlatı. Fıtratında var bu. Ama sadece o kadar mı? Hayır. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak için verdikleri savaşlardan daha fazlası var bu yaşam kesitinde.

Benim pencerem sadece kadınların sorunlarına açılmıyor. Bence bu çok dar bir bakış açısı. Hatta paradoksal olarak ayrımcı bir bakış açısı. Kendi içinde çelişkili. Benim pencerem daha geniş. Şunu unutmamak gerek. Kadınların sorunları dediğimiz hususlar, sadece kadınlara ait değil, sadece onları etkilemiyor. Bu sorunlar cinsiyeti ne olursa olsun tüm insanların sorunları. Birikerek, bazen sinsince bazen uluorta çığ gibi büyüyen ve kadınların etkileşim içinde oldukları kişileri, toplumu, hatta zaman içinde bütün insanlığı olumsuz anlamda etkileyen sorunlar bunlar. Kadınların anne olarak insanlar yetiştirdiklerini asla unutmamalıyız. Onların sorunları, yetiştirdikleri çocuklarla birlikte bir sonraki nesillere taşınıyor.

Diğer romanlarımda olduğu gibi Aşkın Dört Hâli’nde de hakları ellerinden alınanların, bu hakları hiç elde edemeyenlerin, bu haklarından haberi bile olmayanların ve en trajik olanı bütün bunlar karşısında sesini çıkaramayanların sesi olmaya çabalıyorum. Bir edebiyatçının görevlerinden biri de bu olmalı. Geçmişi veya bugünü çözümlemeye çalışarak geleceğe ışık tutmak, geleceğin nasıl olacağını tahmin edip şekillendirilmesinde rol oynamayı hedeflemek. Bütün bunlar aslında görevden de öte bir zorunluluk bence. Çünkü edebiyatçı bu yolla insanlığın daha iyiye doğru gitmesine katkıda bulunacaktır.

Hemen bir parantez açayım: Tabii edebiyatçıların yazdıklarını okuyacak, söylediklerini duyacak bir kitle de gerekli. Okuyan bir kitle. Sorumluluk almaya hazır bir kitle. Parantezi kapatıyorum.

Sözün özü, Aşkın Dört Hâli insanlığın şekillendirilmesinde can alıcı rolü olan kadınların iç dünyalarına açılan, onların sorunlarına parmak basan, çareler arayan bir pencere. Umuyorum kadın erkek ayrımı olmadan tüm yazarlar gittikçe daha nice pencereler açarlar. Yazarların kadın erkek diye sınıflandırılmasını ne kadar yanlış bulduğum da başka bir sorunun cevabı olsun.

Romanınızı kentli orta sınıf daha çok okuyor diyebilir miyiz?

İnsanlar neden roman okuyor? Kimisi merak ettiği için okuyor, bir şeyler öğrenmek için. Kimisi kendini bulduğu, hayatının izdüşümüne rastladığı romanları tercih ediyor. Kimisi bulamadıklarını, sahip olamadıklarını, yaşayamadıklarını onlara sunan, hayallerini besleyen romanları seviyor. Daha başka nedenlerle okuyanlar da var elbet.

Dolayısıyla 1992 ve 1993 yıllarında İstanbul’da yaşayan dört kadının hayatından bir kesit sunan Aşkın Dört Hâli kimlerin ilgisini çeker bilemiyorum. Dağarcıkta yedi göbek İstanbullu bir ailenin kızı da var, Rumeli göçmeni sanayici bir ailenin kızı da, Anadolulu bir toprak ağasının kızı da, burslarla Amerika’da üniversite okumayı başarmış aslen kasabalı bir kız da. Aralarından su sızmayan bir dörtlü. Merkezdeki bu dörtlünün etrafında çeşit çeşit karakterler var. Anne-kız, anne-oğul, kardeşler arası ilişkiler irdeleniyor. Sorunlu ilişkiler hepsi. Kadın-erkek ilişkileri zaten başrolde.

Diyeceğim o ki, kentli orta sınıf olsun olmasın, herkesin kendinden bir parça, ufak da olsa bir iz bulabileceği tipleri barından, kadın veya erkek herkesin yaşadığı, yaşamayı arzuladığı ya da yaşamaktan korktuğu veya yaşamaya cesaret edemediği bir ilişkiye tanıklık edeceği bir roman Aşkın Dört Hâli.

Mekân veya zaman ne olursa olsun, insan özünde değişmiyor. Kişide belirli duyguları, düşünceleri, tepkileri, tepkisizlikleri tetikleyen etkenler, durumlar çok farklı olabiliyor, ancak tetiklenen duygular özünde aynı demek istiyorum. Ben romanlarımda insanın özüne inmeye çalışıyorum. Derindeki bu duyguları ve düşünceleri, tepkileri ve tepkisizlikleri irdelemeye çalışıyorum. Ortak paydalara dokunuşlar yapmak istiyorum. Yüz yıl öncesinin insanını da yazdım, yüz yıl sonrasının insanını da bugünün insanını da. Aşkın Dört Hâli’nde de sıra otuz yıl öncesinin insanını anlatmaya geldi sanırım.

70’lerden bu yana, roman okurunun kadınlar olduğu söylenir. Son dönemde kadın romancı sayısı da iyiden iyi arttı. Artık hem yazarlar hem okurlar çoğunlukla kadınlarsa, bunun sizce edebiyat açısından anlamı nedir?

Kadınların daha çok yazmaya başlaması elbette harika bir durum. Bu ne demek? Artık iç dünyalarını, düşüncelerini, haklarını, uğradıkları haksızlıkları, gördükleri şiddeti bağıra bağıra tüm dünyaya duyurmaya çalışan kadınların sayısının artmış olması demek.

Amma velakin… Erkeklerin edebiyatla ilgilerinin kısıtlı olması konusu sadece edebiyat açısından değil, pek çok başka açıdan da içler acısı bir durum. Edebiyatla, yazar olmayı bırakın okur olarak bile ilgilenmediği söylenen erkekler aşağı yukarı nüfusun yarısını oluşturuyor diyelim. Nüfusun yarısı edebiyatla ilgilenmezse neler olur? Bu soruya bir soruyla cevap aranmalı bence: Edebiyat neden var? Edebiyat ne işe yarar?

Edebiyatın işlevlerinden biri ve dolayısıyla yazarların görevlerinden biri insanoğlunun durumunu anlamaktır. Bireyin, ait olduğu toplumun ortak psikolojisinin bir yönünün veya birden fazla yönünün temsilcisi olarak, ait olduğu kültürün temsilcisi olarak, durumunu anlamak, bireyin toplumla ilişkisini irdelemek, dile getirmektir.

Edebiyat öğretir, eğlendirir, dünyaları genişletir, ufukları açar, bakış açılarını çeşitlendirir, sert köşeleri törpüler, düşünceyi derinleştirir, hoşgörüyü artırır… Edebiyatla ilgisi olmayanların kendilerini, ilişkilerini iyileştirmeleri, topluma, insanlığın iyiye doğru gelişmesine katkıda bulunmaları, edebiyatın tadına varmış olanlara göre daha zordur diye düşünüyorum. İmkânsız da demek istemediğim için…

Dolayısıyla erkeklerin edebiyatla ilgilerinin sınırlı olmasının, uzun vadede insanlığın iyileşmesini köstekleyen etkenlerden biri olarak tarihe geçeceğini düşünüyorum.

Çok mu sert oldu? Ya da feminist?

Olacak o kadar.

Tekrar romana dönersek, kahramanlarınızın 90’lı yılların politik ortamında varoluşu nasıl sizce?

Aşkın Dört Hâli’ndeki kahramanların iç dünyalarındaki çalkantılar, arka planda yaşananların bir izdüşümü niteliğinde. Yüzeyde vur patlasın çal oynasın olan eğlenceli bir ortamda akıp giden yaşamların iç dünyalarında kopan kişisel fırtınalar bir tarafta… 1992-1993 yıllarında ülkemizin içine düştüğü karanlıkta yaşanan felaketlerin kopardığı toplumsal fırtınalar diğer yanda… Bu anlatının, okuyucuda merak uyandırmasını, o dönüm noktası niteliğindeki yıllara daha yakından bakmasını, o dönemin politik ortamını hatırlamasını veya öğrenmesini sağlayacak bir dürtü niteliğinde olmasını umuyorum. Tarihin tekerrürden ibaret olmaması için…

Son olarak yazı masanızdaki yeni projenizden, bizlere ipuçları verir misiniz?

Benim masamın üzeri hep kalabalık. Mecazi anlamda diyorum. Yayınlanmayı bekleyen bir romanım var mesela. Bu romanın İngilizce çevirisi A Twist in the Tail adıyla Amerika’da yayınlandı ve Faulkner-Wisdom yarışmasında finalist (short-listed) oldu. Önemli mi? Bence önemli. Bazılarından daha değerli bulunan bir edebiyatçı olduğunuzun teyidi gibi bir şey. Yazarlar eserlerini üretirken yalnızdırlar ve sık sık teyide ihtiyaç duyarlar. Bu da bir tür teyit… Konuyu dağıtmadan masama döneyim.

Masamdaki bir diğer proje tamamlanmasına ramak kalmış bir üçleme. Dörtleme olma ihtimali yüksek. Önceki romanlarım Kırık Rapsodi ve Rüya gibi o da tarihi bir arka fona dayanan, Nevşehir-İstanbul-New York-Buenos Aires-Atina ekseninde gezinen epik bir anlatı. Anlatıcısıyla, başkarakteriyle, tarihi olaylarla beni benden almış olan bir destan. Umarım okuyucu da benim kadar kucaklar bu yeni projemi.

Ve son olarak yeni başladığım projem var masamda. Bu da çok heyecan veren bir proje.

Konusu bende gizli. Ama şu kadarını söyleyeyim. Her zaman olduğu gibi farklı anlatıcı bakış açılarıyla cilveleşiyorum. Benim en zevk aldığım mücadele bu. Bakış açıları. Elbette yine kadınlar var. Güçlü kadınlar. Güçsüz kadınlar. Pervasız olanlar. Tutucu olanlar. Kıssadan hisse özünde var. Halk hikâyeleri misali. Henüz çok ham ama yayınevim Ayrıkotu’nun Genel Yayın Yönetmeni Aytaç Timur’un yönlendirmesi doğrultusunda kendimi kapıp koyuvermeden ve yüz binlerce kelimeye ulaşmadan bu projemi de yakında tamamlamayı hedefliyorum.

Söyleşi ve cevaplarınız için teşekkür ederiz.

Hazırlayan: Aliye Çadırcı

Editör: Melike Kara

Aliye Çadırcı
Latest posts by Aliye Çadırcı (see all)
Visited 13 times, 1 visit(s) today
Close