Yazar: 12:12 Kitap İncelemesi, Öykü Kitabı

Mahir Ünsal Eriş’in “Kara Yarısı” Diğer Yarısı Alın Yazgısı

Ağustos-Eylül ayının yazarı olarak belirlediğimiz Mahir Ünsal Eriş’in Kara Yarısı adlı öykü kitabı 2019 yılında Can Yayınları tarafından çıkarılmış ve Türk edebiyatına kazandırılmıştır. Farklı dünyaların yaşamı bu öykülere sığdırılmıştır. “Burada Bir Sokak”, “Bir Sürgün Anısı”, “Bir Pusula”, “İstop”, “Damat’ın Hikâyesi”, “O Akşam Söyleyecektim”, “Çok Eski Bir Yonca”, “Tekfur Çiftliği”, “Makasçı Yaşar”, “On İki Mehmet” adlı öyküler ismi olmayan bir kategoride yer alırken “İlk Masal”, “Ortanca Masal”, “Son Masal” öyküleri Erduran Abi’nin Beni Kurtardığıdır’da ve son olarak da “Birinci Pavyon”, “İkinci Pavyon”, “Üçüncü Pavyon”, “Dördüncü Pavyon” Dört Şehir’de toplanmıştır. Özellikle son iki bölümde toplanan ve sırayla öykülerin başlıklarına verilen bu adlar öykülerin birbirinin devamı niteliğinde olduğunu bizlere göstermektedir.

bütün felsefesi dünyaya çarpıp dağılmış
çocukluğumun karar verilmeden yapılmış
bir hata
ilkgençliğimin geleceksizlikle geçmiş
olmasına kafa yorarak

Kitabın tanıtım bölümünde yer verilen bu gibi sözler genellikle öykülerde, şiirlerde ya da romanlarda verilmek istenen duyguların özeti olabilirken kimi zaman da yazarın iç dünyasındaki duygu durumunun aktarıcısı olabiliyor. Kara Yarısı’nda yer alan bu sözler Mahir Ünsal Eriş’in kendi iç dünyasının aktarıcısı gibi görülebilir. Çocukluk travmaları ve yorgun bir çocukluk yaşamını akla getiren ilk dizeler söylenmek istenenin birer ayna görüntüsü olarak kabul görebilir.

Devamında sürdürülen diğer dizeler de en çok gençlik yıllarında şahit olduğumuz umudun yeşerdiği yıllar olarak değil de tam aksi olan umutsuzluğun pençesine düşmüş izlenimini yaratmaktadır. Bu dizelerle hep “kafa yormaktan” bahseden Eriş çocukluktan itibaren bunun yorgunluğundan usanmış biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum da belki kara yazgı yani kara yarısına benzetilebilir. Değişmeyen bir ölçüt, değiştirilemeyen bir alın yazısı… Çocukluk ve gençlik çağına denk gelen bu ömrün yarı çizgisini yani olgunluk ve yaşlılık döneminden öncesini kara yarısı olarak görmeyi tahmin ettiğimiz Eriş için tüm bunlar bu kitabı meydana getiren birer neden olarak karşımıza çıkmış olabilir.

Kitabın asıl öykülerine gelirsek isimsiz olan bu ilk bölümün ilk öyküsü “Burada Bir Sokak” adıyla başladığını görüyoruz. Yazarın bu öyküsünde gelecek zaman kipiyle öyküsünü yarattığını ve öyküdeki karakterin önceden sanki her olayı biliyormuş gibi yazdığını görmek mümkündür. Sıradan insanların sıradan yaşamlarını anlattığı öyküde çokça tasvire yer verilmiş ve bu tasvirler sıfat tamlamalarıyla desteklenmiştir. Ben anlatımıyla desteklenen hikâye, sıradan ve fakir bir ailenin sokak çocuğu olarak büyümüş bir çocuğun dramını anlatmaktadır. Bir gün sokakta oynarken bu çocuğu zengin bir ailenin başka bir çocuğu arabayla çarpmasıyla birlikte çocuk sakat kalmış ve aile bir taraftan çalışırken bir taraftan da bu çocuğa bakmak durumunda kalmıştır. Çalışırken çocuğu bir yorgancıya emanet etmeleriyle birlikte bu yorgancının çocuğa yaptığı taciz çocuğu çocuğun hafızasında travmalara yol açmış ve bu travma çocuğun içine kapanmasına neden olmuştur. En sonunda da yorgancının ölmesiyle birlikte adalet yerini tamamlayarak hikâye sonlanmıştır.

Yalnızlaşan insanların dramını Memiş Amca üzerinden anlatıldığı, insanların birbirini dinlemediği olgusu “Bir Sürgün Anısı”nda anlatılmaktadır. İlgisiz davranışlar, alakasızlıklar, birtakım ön yargılar bu hikâye üzerinden işlenen sorunlardır.

Birçok yazarda olduğu gibi Eriş de bir pusula adlı hikâyesinde mektup tekniğinden yararlanmıştır. Yazarın tesadüfi olarak sahafta bulduğu bir mektubu hikâyeleştirmesi bu “Bir Pusula”nın hem temasını hem de tekniğini bir araya getirmiştir.

Audrey Hepburn’e değindiği “İstop” adlı öyküde yazar, illegal bir ilişkinin sıradan çatışmalarına yer vererek bu bayağılığı gözler önüne sermiştir. Bu tarz sıradanlığın ve ilişkideki güven eksikliği hayatın içinden verilerek anlatılmaya çalışılmıştır.

Eriş’in bir diğer öyküsü olan “Damat’ın Hikâyesinde”anlatılan hikâyeyse yine sıradan bir günün yine sıradan olaylarının anlatıldığı türden bir öyküdür. Öykünün henüz başında belirtilen bu sıradanlık ve saçmalık hatta şu cümlelerle aktarılmaktadır: “Hiçbir şey hayat kadar saçma olamaz. Çünkü onun, yani hayatın, diyorum, her günü aynı bile olsa her günü başkadır. Bundan daha saçma bir şey düşünemiyorum.” Hem umudu hatırlatan hem de bıkkınlığı hatırlatan bu cümleler aslında sıradanlığın nasıl bir konu haline dönüştüğünü anlatır vaziyettedir. Öykünün devamında da sefirin kızıyla evlenen Damat karakterli bir kişinin trompet sevgisi ve eşi tarafından aldatılması gözler önüne serilen bir konu olarak karşımıza çıkmıştır.

dünyayı ölmüş birini hatırlarmış gibi
hatırlayarak

Umutsuzluğun yine diz boyu yer aldığı bu dizelerde Eriş bu duygusuna öykünün başındayken yine yer vermiştir. Ardından gelen öyküde de yani “O AkşamSöyleyecektim”de bu durumu destekleyen ve umutsuzluğu artıran cümlelere yer verilmiştir. “İnsanlar birbirlerine kötülük yaparak yaşıyor. Ancak böyle olursa hayatta kalabiliyor artık. Yapmazsa, bundan kaçınırsa daha beteri kendi başına geliyor, bunu bildikçe daha da saldırganlaşıyor. “O Akşam Söyleyecektim”in hatta belki de tüm öykü kitabının manifestosu niteliğinde olan bu cümleler eserin en can alıcı ve verilmek istenen mesajı haline dönüştüğünün göstergesi olarak kabul görebilir. Yine ihanet olgusunu işleyen Eriş bu öyküsünde iki arkadaştan birinin diğer arkadaşa yaptığı ihanet anlatılmıştır. İtiraf edileceği akşamın hemen sonrasında gelen bir itirafla şekillenen hikâyede arkadaşlardan birinin Bahai mezhebine sahip olduğunu söylemesi hikâyeyi daha karmaşık hale soktuğunu göstermiştir. Vicdan azabını katlayan ve aldatılan arkadaşın ölmesi üzerine ihanetin son bulması yapılacak olanların yarım kalmışlığını bizlere anlatır.

Dört yapraklı dört yonca var mıdır bilinmez ama bu hikâyede yani “Çok Eski Bir Yonca”da dört arkadaştan birinin diğerlerine yaptığı anlatılmaktadır. Siyasi bir meseleden kaynaklı olarak bir arkadaşın diğerlerini ele vermesini ve onları korumamasını işleyen eserde tamamlanamamışlığın simgesini hiçbir zaman bulunmamış olan dört yapraklı üzerinden anlatmıştır. Eserin bu yönüyle iyi bir metafor ve kurgu taşıdığını söylemek mümkün olacaktır.

“Tekfur Çiftliği”nde yine iki arkadaş ilişkisini gözler önüne seren Eriş, bu iki arkadaşın yine hayattaki isyanı anlattığı görülmektedir. İş hayatından bunalan iki adaşın iş çıkışında terasta dinlenirken yaşlı bir amcaya denk gelmesi ve bu durumu tuhaf görmeleri sonucu yaşadıkları şaşkınlıkları anlatılmıştır. Olmayan bir adresi sormasıyla birlikte bu şaşkınlıklarını artıran durumdan sonra yaşlı amcanın giderken geçirdiği kazayla birlikte her bir olayın rüya olduğunu anlaması hikâyeyi sonlandıran nokta olmuştur.

Belki de Kara Yarısı’nın en trajik öykülerden biri olan “Makasçı Yaşar”da Makasçı Yaşar ve oğlu Toraman’ın akıbetlerinin nasıl hazin bir şekilde sonlandığı anlatılmıştır.

tekrar söylüyorum; eski hikâyeler yeniden
yanlış hatırlanacak,
tekrar söylüyorum; tarih en baştan yanlış
anlaşılacak,
tekrar söylüyorum; filmin sonu bu kez de
değişmeyecek:
seni seviyorum, hepimiz öleceğiz.

Şunu söylemek mümkündür ki öykülerin arasına yerleştirilen bu dizeler Eriş’in şiir türünde de yetkin olduğunu bizlere gösterebilir demek isterdim. Alışılmadık bir şekilde, umulmadık bir anlatımla en son dizeyi sonlandıran Eriş’in bu alanda da iyi olduğunu anlayabiliriz, ifadesini kullanmayı tercih ederdim. Ancak buraya eklenen, bölüm aralarına eklenen dizeler Eriş’in de belirttiği gibi İnanç Avadit’e, Bandırma’ya, Oylum ve Ethem’e aittir. Bunlar kim mi? Bunlar, Eriş’in ifadesine göre, “Çoğuyla kan bağım bile olmayan büyük, geniş ailem…” diye nitelendirdiği kişilerden oluşmaktadır.

“Hayat, insanı en çok kestirilemez oluşuyla yoruyor,” diyor Eriş “On İki Mehmet” adlı öyküde. Belirsiz olan ya da muğlâk oluşun izlerini yansıtıyor bu cümleler. Gizli dünyaların pencerelerini aralıyor belki de. Öykünün henüz başındayken çözülemeyen bir cinayetin gizemi anlatılmaktadır. Öyküde sekreteri Demet’le yasak bir ilişki yaşayan İbrahim’in karısını boşamaması üzerine nasıl öldürüldüğü anlatılmaktadır. Bir aldatmacanın hikâyesi olan bu öyküde çetrefilli ilişkilerin serüvenini anlatmaktan öteye geçememiştir.

İkinci bölümde yerini alan ve bir cümle gibi başlığa sahip olan Erduran Abi’nin Beni Kurtardığıdır adlı bölüm “İlk Masal”, “Ortanca Masal” ve “Son Masal” olarak ayrılmış ve bu öyküler nehir tarzında işlenmiştir. Öykülerinde sıkça yer verdiği devrim, solculuk gibi konulara Eriş burada da yer vermiştir. Ancak öykünün ana temasını oluşturmaktan ziyade bu durumu yan bir faktör veya etmen olarak göstermiştir. Geçmişe dair özlem konusunu sıfat tamlamalarıyla, tasvirlerle ve benzetmelerle işlemiştir. Eriş öyküde amaçları uğruna yapmak istediği birçok durumu -özellikle davaları- solcu bir genç üzerinden anlatmıştır. Davasını gerçekleştirmek ve toplumu bu davalarıyla değiştirmek isteyen gencin sprey almak için verdiği mücadele burada anlatılmaya çalışılmıştır. Aç kalmayı, donmayı hatta donmaktan dolayı ölmeyi göze alan bir davacının dramına, haksız yere yargılanışına yer verilmiştir.

Kara Yarısı’nın son bölümü Dört Şehir’de “Birinci Pavyon”, “İkinci Pavyon”, “Üçüncü Pavyon” ve “Dördüncü Pavyon” adıyla dört tane öykünün yer aldığı görülmektedir. Eserde Murad adlı karakterin işinde terfi alması üzerine arkadaşlarıyla eşinden habersiz bir gazinoya gitmesi, burada bir kadınla tanışması ve kadının Murad’ın cüzdanını çalması üzerinden gelişen olaylar anlatılmaktadır. Eşini aldatması ve eşine yalan söylemesi üzerinden anlatılan olaylar neticesinde peş peşe sıralanan aksilikler okuyuculara aktarılmıştır.

Eserde yalanın doğurduğu birtakım problemlerin yanında aynı zamanda da arka planda değinilen sorunlardan biri de mülteci problemidir. Eriş’in bu problemi kasten ya da bilinçli olarak verdiği kanısı göreceli bir kanı olarak karşımıza çıkabilir. Kara Yarısı’na baktığımızda bunların yanında sürekli aynı ya da benzer konular üzerinde durulduğu görülmektedir. Özellikle çarpık ilişkiler, aldatmacalar, yalancılılıklar, taciz olayları, sıradan insanların sıradan yaşamları işlenen konular arasında sıralanabilir.

Eriş’in bütün öykülerine baktığımızda bu veya bunun gibi konuların arka planına da değinildiğine şahit olmaktayız. Ama bilinçli ama tesadüfî olarak verilen bu gibi sorunsalların aslında kanaatimce kasti olarak verildiği düşüncesindeyim. Çünkü iyi bir yazar eserlerinde değinmek istediği ana konunun dışında vermek istediği başka mesajları da içerebilir ve bu yönüyle bazı konulara açıklık getirebilir. Umuyorum ki Eriş de böyle yazarlardan olabilsin ve daima bizleri aydınlatabilsin.

İyi okumalar!

Visited 69 times, 1 visit(s) today
Close