Yazar: 16:20 Anlatı

Hadi Aysel

Canım sıkkın olduğunda değişik bir yerlere giderim. Neresi olduğu fark etmez, ama ziyaret etmeyi en çok sevdiğim yerler kitaplarımdır. “O nasıl oluyor?” diyeceksiniz, kitaplığımın arkasında gizli bir geçit var. Orada istediğiniz romanı, şiiri, hikâyeyi, şairi, yazarı ziyaret edebilirsiniz. Muhtemelen sizde de vardır. Neyse! Geçenlerde canım nasıl sıkkın kendimi duvardan duvara çarpasım var. “Ben,” dedim. “İyisi mi bir yerlere gideyim.” Üstümü başımı değiştirdim, çünkü orada çok mühim zatlarla karşılaşabiliyorum, ilk gittiğimde üzerimde fil desenli pijamalarım vardı da rezil olmuştum. İnsan içine çıkacak kılığa girince aklıma geldi, “Bu sefer Müjgan’ı da alayım,” dedim. Müjgan benim kedim olur. Dünyanın en gamsız, en dik başlı, en huysuz dişi kedisi. “Kalk kız Müjgan, gezmeye gidiyoruz!” deyince uzun uzun gözlerime baktı, bir esnedi, iki yalandı, artık ne olduysa insafa geldi, o asil poposunu kaldırıp takıldı peşime. Daha doğrusu ben onun peşine takıldım. İki kişilik sürümüzün baskın dişisi kendisi olur çünkü. Sallana sallana kitaplığa gittik, raftan rastgele bir kitap alıp kapağını açtığımda geçit açıldı. Müjgan Hanım lütfedip geçti, ben de peşinden girdim. Önce her zamanki gibi karanlık bir tünelde yürüdük bir süre, ben birkaç defa bir yerlere takılıp tökezledim, Müjgan da “Allah’ın zarafet yoksunu!” anlamına gelen mırıltılar geveledi. Derken bir deniz kenarına vardık. 

Akşamüstü olmalıydı, güneş batmak üzereydi. Hava biraz bulutluydu, gene de ışığa alışmak için birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Önümüzde batan güneşe boyanmış bir deniz uzanıyordu. Sahilde belli aralıklarla dizilmiş banklar, arkamızda da yapraklarıyla vedalaşan ağaçlar vardı. İçlerinden birisi herhalde ıhlamur ağacıydı, havada kokusu asılı kalmıştı. Ben manzaraya dalmışken Müjgan -tabii ki önümden- kraliçe adımlarıyla ilerlemeye başlamıştı. Yöneldiği yere bakınca banklardan birinde kasketli bir adamın oturduğunu gördüm. Ben oraya gidene kadar Müjgan çoktan zıplayıp adamın yanına yerleşmişti bile. Müjgan Sultan’ın nedimesi olarak ben de gidip yanlarına iliştim. Adam hiç oralı olmadı, ben de ne diyeceğini bilmez halde sessizce bekledim. Derken Müjgan, “Allah’ın sakili, bir merhaba desene.” anlamına gelen bir mırıltı çıkarınca kabalığımdan utanarak: 

“Eee merhaba!” dedim. “Ben Aysel.” 

“Biliyorum, haberdarım,” dedi adam. Başını bana doğru çevirince tanıdım onu. Heyecanla: 

“Aa siz…” diyecek oldum.  

“Ali,” dedi. “Pek bilinmeyen biriyim.” (*) 

“Ben biliyorum,” dedim gururla. “Çok hayranım size. Sevgilim beni sizin şiirlerinizle tavlamıştı aslına bakarsanız.” 

“Evet,” dedi hafifçe gülümseyerek. “Ben çoğunu olmayan kadınlara yazmışımdır, lakin genç beyefendilere öyle bir faydam dokunuyor.”  

Gözlerim doldu. 

“Siz ölünce çok ağladım ben,” dedim. Doğruydu. Bu sefer kocaman bir kahkaha attı: 

“Niçin?” diye sordu. “Ne zaman dilerseniz buradayım gördüğünüz gibi. Şairlerin yalnızca bedenleri ölür, zaten o da belli bir müddet sonra taşıması gereksiz bir yük.” 

Bu sözleriyle neşem biraz yerine geldi. Epey bir müddet havadan, sudan, şiirden konuştuk. Neden sonra, “Ben,” dedim. “Romanlarınızı da okudum. İlk yayınlanan romanınız yazdığınız on birinci romanmış. Önceki on romanı hep merak etmişimdir.” 

“Daha önce de izah etmiştim.” dedi. “Öncesinde birçok roman yazdım evet. Ama yayınlamadım. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.” 

Dediklerini düşünmem için bir süre bekledi. Sözlerine aklıma kazımaya çalışırken geldiğimizden beri epey vakit geçtiğini, güneşin artık batmış olması gerektiğini düşündüm. Ama güneş yerinden bir gıdım bile oynamamıştı. Hayretler içinde: 

“Burada zaman hiç ilerlemiyor mu?” diye sordum. Gülümsedi. 

“Hayat zamanda iz bırakmaz 

bir boşluğa düşersin bir boşluktan  

birikip yeniden sıçramak için…” 

Son mısrayı bir ağızdan tamamladık: 

“Elde var hüzün.” 

Yüzümde kocaman tebessümümle, “Çok güzel bir sohbetti Atilla Bey,” dedim.  

“Atilla değil Attilâ!” dedi kızgınca.  

Tam özür dileyecekken neyse ki Müjgan,”Allahın dangalağı adamın buna ne kadar kızdığını bilmiyor sanki!” anlamına gelen bir mırıltıyla Attilâ Bey’in bacaklarına sürtünerek yaptığım gafı telafi etti. 

“Sohbet için tekrar teşekkür ederim,” dedim, “Sizi kızdırdıysam…” 

“Hadi Aysel hadi, git başımdan!” dedi. 

O an bıyık altından gülümsediğine yemin edebilirim. 

*Attila İlhan zaman zaman Ali Kaptanoğlu mahlasını kullanmıştır.

Pınar Görceli
Latest posts by Pınar Görceli (see all)
Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close