Yazar: 15:00 Film İncelemesi, İnceleme, Sinema

Edebiyat ve Patates Turtası Derneği

Hani bazı filmler vardır, filmin ismi bile onu izlemeniz için yeterli bir nedendir. Bazı filmler de vardır ki ismi yüzünden hep ertelenenler listesinde kalakalmıştır. Bu yazıda bahsedeceğimiz film, bir yandan isminin azizliğine uğradığı için çoğu kişi tarafından reddedilmekte ya da bekletilmekte; diğer yandan da isminden dolayı edebiyatseverleri kendisine çekmektedir. Edebiyatla patates turtasını yan yana düşünen ve “Bu birleşimden mantıklı bir hikâye olur.” diyenler, filmi çoktan izledi bile. Çünkü bazılarımız biliyor ki, asıl olay, farklı hikâyelerin birbirine tutunmasından ortaya çıkar. Biz çoğu zaman bunu göz ardı etsek de görmezden gelmeyenler, kalemi eline alıp kitaplara ya da kamerayı hareket ettirerek filmlere sığdırırlar bu olayı. Bize de geriye keyifle okumak veya izlemek kalır. Peki, biz Edebiyat ve Patates Turtası Derneği filminde ne izleriz? -Cevap vermeden önce şunu belirtmemiz gerekir sevgili okur, ilerleyen satırlar filmin sürprizini bozabilir.- Bu soruya verilecek cevap, üç hakiki kelimenin içindedir: aşk, edebiyat ve savaş.

Edebiyat ve Patates Turtası Derneği, bir Netflix filmi. Yönetmen koltuğunda Mike Newell var. Lily James ve Michiel Huisman’ın başrolü paylaştığı filmin oyuncu kadrosunda Matthew Goode, Jessica Brown Findlay, Tom Courtenay, Penelope Wilton, Katherina Parkinson, Glen Powell gibi isimler var. Orijinal adı The Guernsey Literary And Potato Peel Pie Society olan film, aynı zamanda bir kitaptan uyarlamadır. 

Yıl 1946…

Londra, II. Dünya Savaşı’nın etkilerinden çıkmaya çalışırken yazar Juliet Ashton, kendisine yeni bir kitap konusu bulmaya çalışmaktadır. Aradığı konu, hiç ummadığı bir şekilde, adını dahi duymadığı bir yerden karşısına çıkar. 

Yazarın yolu, Guernsey adasında yaşayan bir grup insanın kurduğu Guernsey Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’nin üyesi olan Dawsey ile kesişir. Bu kesişme, Juliet’in adının yazılı olduğu bir Charles Lamb kitabı sayesinde olur. –İşte tam da bu yüzden yazı önemlidir deriz. Siz ondan uzaklaşsanız bile size dair yazılmış bir kelime, cümle, anı, tarih sizin peşinizden gelmeye devam eder ve bir yerde karşınıza çıkabilir.– Dawsey, kitapta ismini gördüğü Juliet’e bir mektup yazar. Mektupta yazılanlardan oldukça etkilenen Juliet, kulübü ve üyelerini merak etmeye başlar. Okumak hakkında yazı yazması da gerektiğinden, bu yazısının konusunun bahsi geçen dernek olabileceğine karar verir. Cesur, girişken karakteri sayesinde kendisini bir anda yolda bulur, adaya gider, mektubu yazan çiftçi Dawsey ve kitap kulübünün birbirinden ilginç diğer üyeleri ile tanışır. Büyük bir heyecanla gittiği bu yerde insanların yüzüne bakınca ve onların hikâyelerini dinleyince savaşın onların hayatında hâlâ devam ettiğini görür. Bu onu duraklatır. İnsanın acıya uzaktan bakması ile acının dibinde yaşaması arasındaki o ayrımı fark eder. Kentte kaldığı süre zarfında savaştan geriye kalan üstü kapalı olayları araştırır, yazar ve gitgide farkında olmadan kente alışır. Zaten kendisini ve hayatını değiştiren şey de bu alışmadan sonra olur ve Juliet, hiç tahmin etmediği bir yöne doğru akıp gider.

Filmde geçen ve beni de çok etkileyen Charles Lamb’a ait olan, “Dünya eski tanıdık yüzleri arayarak geçmek zorunda olduğum bir çöle benziyordu.” sözü aslında yazarın evini aramakta olduğunun, içsel bir yolculuk yaşadığının delili gibi. Bir insanın “Evet, işte burası!” diyerek yeni bir yeri, yeni insanları kolaylıkla kabullenip mevcut hayatına sırt çevirebilmesi, bize o insanın içindeki yerini bulamamışlık ya da evsizlik hissinin ne kadar derin olduğunu gösterir. Film bunu izleyicisine o kadar güzel hissettiriyor ki… Filmin hissettirdiği başka bir şey ise savaşın travmatik yönleri: Savrulan hayatlar, kayıplar, yaşanan acılar, dağılan ailelerden geriye kalanların yüzlerindeki yarım gülümseme ile yaşama şekilleri, insanın vicdanı ve yaşama savaşı arasında verdiği o mücadele… Ve tüm bunların üzerini örter gibi insanlara ferah bir nefes sunmak adına zamandan ve mekândan bağımsız olarak tesadüfen kurulmuş olan dernek… İnsanların birbirine olan açlığını; konuşmaya, anlatmaya; hatta dinlemeye olan özlemini giderdiği bu dernek toplantıları, edebiyatın her koşulda insana uzatabileceği bir elinin olduğunun en güzel örneği. Ve ırk, din, dil ayrımı yapmaksızın bir kitap etrafında birleşebilmek, kitap hakkında konuşabilmek edebiyatın o birleştirici gücünü gözler önüne sermekte. 

“Doğmadan birine ait olunduğu doğru ise ya ben size aitim ya da siz bana.” diyerek hissettiği o aşkı da sahiplenen yazar, seyircinin filmden uzaklaşmasına engel olacak tatlı bir aşk hikâyesi ile de kalpleri doldurmaya devam ediyor. 

Filmin bana verdiği en güçlü mesaj, insanın insana çok da uzak olmadığı gerçeği. Bir yazı, bir kitap sizi alıp bilmediğiniz yerlerin insanı hâline getirebiliyor, sizi değiştirebiliyor. Ve edebiyat, şüphesiz insanın insana en güzel dokunma şekli. Turta mı? Onu da filmi izleyin, öyle konuşalım. Bir tavsiye, yanınıza defter almadan filmin başına geçmeyin. Film içi nefis cümleler var çünkü ve bu ifadelere ihtiyaç duyabilirsiniz. 

İyi seyirler…

Visited 32 times, 1 visit(s) today
Close