Ne zaman o şarkıyı duysam ürperiyorum. Magosa Limanı’ndan gelen, içinde kuşların cıvıldaştığı sesini hatırlıyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Ellerimin üzerindeki narin parmakların, içime incecik kesikler atan bıçaklara dönüşüyor. Hele bir de rüzgâr başlarsa hafiften, mahzun bakışlarını buluyorum karşımda, bakışlarına sarılıp uyuyorum.

Balık ağlarını denize salıyorsun, ince ama güçlü kollarınla. Bir yolculuk başlıyor açık denize. Açık denize açılıyor, kayboluyorsun ufuk çizgisine ulaşamadan. Çünkü rüya bu, nerede başlayıp nerede bittiği anlaşılamayan, bir duvarın iki tarafından, iki ayrı denize açılan bir rüya…

Bir gâvura sevdalanmış küçük kız sesleniyor içimden ya, susturuyorum gündüzleri. Çocukların çamaşırlarını yıkıyor, kocamın gömleklerini kolalıyorum. Açıyorum perdeleri sonuna kadar. Bir pencereden diğerine, bir balkondan öbürüne koşuşturuyorum. Dışarı daha dışarı baktıkça, daha uzağı denizleri bile görebilirmişim gibi geliyor.

Tohumsuz toprakları suluyorum, güneş vurunca pencereme. Mektuplarını, fotoğraflarını gömdüğüm toprağı öpe öpe suluyorum. Bu güneşe, bu kuraklığa, bu kadar sensizliğe topraktan yanıt gelmez biliyorum.

İslenmiş perdeleri haftada bir kez yıkıyorum. Gitsin çıksın içimden şu is, şu iz. Düğün ve aile fotoğraflarının bulunduğu çerçevelerin tozlarını alıyorum. Tozlar gitsin, pırıl pırıl parlasın istiyorum çerçeveler, olmuyor. Üstlerinde hep bir gölge…

Gece olunca, sokak lambaları yanıyor; deniz feneri sanıyorum. Radyoyu açınca, Türk radyosuna karışıyor Rum radyosu. Balıklarla ağlaşıyor, gemilerce taşınıyor, denizi dolduruyorum geceleri. Sözcüklerin geliyor, sesin geliyor, kokun geliyor, seni getiriyor. Geceleri dayanamıyorum. Yeniliyorum.

Yalnız düşlerimde görüyorum seni, o yüzden rüyalara sığınıyorum. Birbirine sarılan sevgililer gibi kocaman dalları birbirine dolaşmış ağaçlarımızı, dirençli bir hırsla duvar aralarından fırlayan begonvilleri, en fazla iki kişinin yan yana yürüyebildiği sokaklarımızı hatırlıyorum böylece.

Son günümüzü her rüyada tekrar yaşıyorum.

Okuldan çıkıp, günün yalnızca beş saati halka açılan duvardaki kapıya koşmuştum. Rüzgâr özgürce duvarın diğer tarafına geçmiş, ben rüzgâr olmayı dilemiştim. 

Kontrol noktasındaki polise “Diğer Taraf Yaşayanı” yazan izin belgemi gösterip sabırsızca bana geleceğin anı beklerken, nihayet göründün. Saçını parmaklarının arasından geçirip, geriye doğru taramanı, küçük ama sabırsız adımlarla bana doğru yürümeni izledim. Sonra; sarıldım, kokladım, utanarak boynundan öptüm. Böylece zaman geriye doğru işlemeye başladı. 

Uzun zaman el ele sokaklarda dolaştıktan sonra, bir çıkmaz sokağın sonundaki çay bahçesini gözümüze kestirdik. Bembeyaz masalara dayalı mavi boyalı sandalyelerden ikisini yan yana çekip oturduk. Tek yapmak istediğimiz birbirimize bakmaktı. Uzun uzun sustuk. Suskunluğa sığındık. O şarkı başladı. Katerini’ye gidecek tren saat sekizde kalkacak. Sahip çık kendi sırlarına ve hatırla kimdi o sırları bilen? Başka bir yere inmeyecek gece.*

Uzatabildiğimiz kadar uzattık birlikte olduğumuz anları, zamanın çektikçe esneyen bir kumaş olmasını diledik. Kendi dünyamızı kurduk, her şey bitmiş gibi değil, yeni başlayacakmış gibi davrandık. Ayakkabılarımızı elimize alıp deniz kenarında yürüdük, güneşte yanan tenlerimizi ağaç diplerinde serinlettik. Elimi ayasından öpmene, bileklerimi okşamana, belime sarılmana, boynumdaki fuları yavaşça çözmene izin verdim. Çıplak vücutlarımızın birbirini tanımasına izin verdim.

Zaman doldu. Tanrı’nın ayırdığı, birbirinden ayrılmak istemeyen, birbirine düğüm atılmış bedenler nasıl ayrılırsa öyle yaptık; en son ellerimiz…

Kahraman olmaya çalışmadık. Ölümsüz olmaya çalışmadık. Sevmeyi denemiştik ne de olsa, şiir yazmayı ikimiz de o gün bıraktık.

Eve dönüş yolunda kafamı yerden hiç kaldırmadım. İçimden kahkahalarla gülmek geliyordu, oysa yalnızca gülümseyebiliyordum, yanaklarım kalbimdeki alazları ele veriyordu.

Eve varır varmaz mutfağa geçip salatayı hazırlamaya başladım. Küçük küçük doğranmalı; salatalık, domates, soğan, biber, maydanoz ve ceviz. 

Masanın ortasına koyarım Gâvurdağı Salatası’nı, göğsümü gere gere. Evleneceğiz derim aniden. Ne olmuş Ada’nın diğer tarafında yaşıyorsa? Olan oldu, günahı yazıldı haneme. Annem ağlamaya başlar, babam yalvaran gözlerime rağmen, ağzımdan akan kana aldırmadan vurmaya devam eder. Okul mokul yok artık buna der. Kim bilir kimlerle geziyor, Allah bilir daha neler getirecek başımıza? Sonra bu halimle beni alacak birini bulurlar. 

Rüya biter ben uyanırım. Hemen yetişkin bir kadın oluveririm, Rum radyolarını dinlemeyi bırakır, çan seslerini aramaktan vazgeçerim. Deniz fenerleri, sokak lambaları, evlerin ışıkları hatta mumlar tek tek söner. Anlattığım masallardaki kahraman denizcinin aslında kim olduğunu sayıklar gibi kısık sesle oğluma anlatırım.*

To Treno Fevgi Stis 8 isimli şarkıdan alınmıştır.

Duygu Terim
Latest posts by Duygu Terim (see all)
Visited 9 times, 1 visit(s) today
Close