Mahal Edebiyat ve Sanat ekibi adına söyleşimize konuk olduğunuz için öncelikle teşekkür ederim. Okurlarımız için kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Ankara’da, 1975 yılının 27 Ağustos’unda dünyaya geldim. Babam ve annemin devlet memuru olması sebebiyle öğrenim hayatım Aksaray, Bolu, Ankara ve Eskişehir’de geçti. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, Basın Yayın Bölümü’nden 1999 yılında mezun oldum. Aynı yılın şubat ayında Hürriyet Gazetesi Haber Araştırma Servisi’nde mesleğe “merhaba” dedim. Ardından Sabah, Vatan ve Habertürk gazetelerinin haber merkezlerinde muhabir olarak çalıştım. 2011 yılında işin “mutfak” diye tabir ettiğimiz bölümü olan yazı işlerinde editör olarak çalışmaya başladım. Halen Habertürk’ün dijital gazetesinde mesleğimi sürdürüyorum.

Benim sizinle tanışmam Ayşe Tükrükçü ile başladı. Ayşe Hanım’ın hikayesini Tedx Talks’ta görmüş, büyük bir üzüntüyle dinlemiştim. Sonra hakkında araştırma yaparken kitabınıza rastladım ve bir solukta okudum. Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?

Eski bir hayat kadını olan ve hayatı alt eden Ayşe ile 22 Temmuz 2007 yılında yapılan genel seçimin öncesi tanıştık. Ayşe’nin de bağımsız aday olarak seçime gireceği bilgisini aldıktan sonra kendisiyle görüşmek istediğimi belirttim. Taksim’de tünele yakın bir noktada buluştuk. Haber amaçlı soruların ve cevapların ardından Ayşe’ye, eğer isterse yaşadıklarını gerçeğe sadık kalarak ve en güzel biçimde anlatmak istediğimi söyledim. Bu görüşmede kitabın sözünü de birbirimize verdik. Ne Ayşe ne de ben bu sözden döndük ve bir hayat kadınının nasıl sömürüldüğünü, neler yaşadığını ortaya döktük.

Ayşe Tükrükçü’nün gerçekten zor bir hikayesi var. Travma dolu bir çocukluk geçiriyor. İlk istismar dokuz yaşında, amcası tarafından yaşatılıyor. Aile ilgisizliği, dayak ve baskıdan kaçmak için evleniyor. Ayşe Hanım ilk eşinden ayrıldıktan sonra, bu sefer güvenip eşi seçtiği adam mağdur ediyor ve onu geneleve düşürüyor. Ben eseri okurken sizin kaleminizi değil de Ayşe Hanım’ın kalemini okudum sanki. Esere bu dili yansıtabilmeniz gerçekten büyük başarı. Bu sizin için zor bir süreç miydi?

Sevgili Gülhan, bazı haberler, olaylar ya da nasıl ifade edeyim; durumlar inan kendini anlatır. Biz haberde buna, “Haber resmen bağırıyor” deriz. Ayşe’nin yaşadıkları, kendi halinde bir kadının ne kadar kolay biçimde geneleve düşebileceğini zaten “haykırıyordu”. Yani özel bir çaba ya da ağdalı bir dil, trajik bir durumu daha da ağlak duruma nasıl getiririm kaygısı gütmeden, söz sanatına, betimlemeye saplanmadan vermeye özen gösterdim. İnan Ayşe’nin kitabı 1000 sayfa da olurdu ama okurun ilgisi dağıtırdı. Genelevin insanın kanını, canını ve malını yok eden dişlileri en açık, sade ve etkili biçimde yansıtmaya çalıştım. Burada Ayşe’ye, yaşadıklarını en ince ayrıntısına kadar anlattığı, paylaştığı için teşekkür ederim.

Gazeteci gözüyle birçok insan Ayşe ile konuştu; haber yaptı? Sizce bu kitabı neden siz yazdınız?

Genelev, sadece erkekler için değil; kadınlar için de kapalı bir kutu, ayrı kültür ve raconu olan acımasız bir çarktır. Kimisi merak ettiği, görmek ve tanımak için; kimisi de o çarka su taşımak için geneleve gider. Birçok erkek o dünyayı merak ettiği için genelevin kapısından geçmiştir. Ben Eskişehir’de lise son sınıfa giderken Hasan isminde çok çalışkan bir arkadaşımla o kapıdan içeri girdim. Ayşe’nin de maalesef çalıştırıldığı bu yere gitmemiş olsam; “Eskişehir Genelevi’ni hayvan mezatından şose bir yol ayırıyordu. Yolun bir yanında küçük ve büyükbaş hayvanlar; öte yanında ise bu kadınlar satılıyordu” diyemezdim. Genelevden girer girmez sol taraftaki ilk evin önünde 3-4 hayat kadını vardı. Merak ettiğim o dünyanın ilk saniyeleriydi. Kadınlardan biri bir anda, “Al Fadimem bal Fadimem, yanakları gül Fadimem” türküsünü genelevin avlusunu çınlata çınlata söylemeye başladı. Ben de Hasan da kadının kahverengi gözlerine bakıyorduk. Çok etkileyici bir sesti… Türkü bittiğinde 8-10 metre arkamızdaki demir kapıya yönelerek çıktık. İkimizin de gözleri dolu doluydu. Onlar, gerçekten dünyanın en zor, en dayanılmaz ve en acımasız işini yapan, yaptırılan kadınlardı. O türkü de o kahverengi gözler de o yanık ses de bence bu kitabın 17 yaşında aklıma düşen tohumuydu. Hayatsız kadın: Ayşe’nin en temelinde yatan düşünce de buydu.

Ayşe Tükrükçü’nün hikayesini yazarken aslında toplum dışına itilen birçok kadının sesi oldunuz. Kitap sonrası nasıl tepkiler aldınız?

Ailem, dostlarım ve arkadaşlarımın övgüsü elbette beni çok mutlu etti. Kitabın ilgi görmesi, Ayşe’nin bu noktada verdiği emek ve çaba da takdire şayandır, belirtmek isterim.

Sunuş kısmında editör notu var. “Alper Uruş, bu kitaptan hiçbir gelir elde etmemektedir.” yazıyor. Bu kitap geliriyle kimlerin hayatına dokundunuz?

İnsanların aklına gelse de gelmese de söylemem gereken önemli bir konuda şu ki: Ben o kitaptan 1 Lira almadım; alamam da… Hani derler ya; “Her mesleğin bir zekatı vardır.” O kitabın 4 eski hayat kadını ile biri üniversite öğrencisi olmak üzere 9 çocuğun çorbasına tuz olması benim için olağanüstü bir mutluluk ve gururdur.

Eser içeriği aslında biyografiye uygun. Sizin yaptığınız ise daha zoru, bir erkek olarak mağdur edilmiş bir kadının hikayesini büyük bir ustalıkla yazıyorsunuz. Öyküleştirme yolunu seçmenizin özel bir sebebi var mı?

Röportaj bence işin kolayı olurdu. Sizin de dediğiniz gibi öyküsel anlatım, kurgu, tuğla döşer gibi adım adım yürümek daha fazla zaman alsa da olması gerekendi. Olayın tümünü dinlemek, kavradıktan sonra sabır ve emekle ortaya koymak, şekil vermek bence daha iyi bir çalışma ortaya çıkardı.

Gazetecilik mesleği ile beraber yazarlık da yapıyorsunuz. Bu iki meslek birbirine bir şey katıyor mu, mesleğinizin yazarlığınıza nasıl etkileri oldu?

Gazeteciliğin, naçizane söylüyorum, bir yazara en büyük katkısı soru sorma becerisi kazandırmasıdır bence. Daha çok soru sorarsınız ve sordukça bir bakmışsınız bir maden işçisi gibi yerin yüzlerce metre altına inmişsiniz. Basit gibi görünen bir soru, kaynağı bir yerden başka bir yere öyle bir götürür ki; bir anda işin omuriliği oluverir ve “Evet, bu çok daha önemli” deyip yine bir maden emekçisi gibi orayı kazmaya başlarsınız. O yüzden edebiyatçıların gazeteci, gazetecilerin de edebi eser yazan kişiler olması sebep sonuç gibidir biraz da.

Ayşe Hanım’ın kötü hikayesi dışında bir de kurtulmak için gerçekleştirdiği mücadelesini okuyoruz. Çok büyük bedeller ödese de kazanmış olduğu bir mücadelesi var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ayşe gerçekten çok güçlü bir kadın. Çok güçlü bir insan ve kendisine çok büyük saygım var. O hayattan çıkmak o kadar zordur ki… Ya sizi satan ya da aile fertlerinin canınıza kastı en birinci sorundur. Hani “bir kadın cesedi bulundu” diye okuduğumuz sahiplenilmeyen ve cinayeti bile aydınlatılmaya değer bulunmayan kadınlar var ya; işte onların çoğu, o çarktan kurtulmaya çalışan kadınlardır. Ayşe’nin o zincirleri kırması bir başarı; toplumun önünde yüreğiyle durup bir aktivist olarak koşması ise ikinci büyük başarısıdır. İyi ki onu tanımışım.İİyi ki oturup bu kitabı yazmışız.

Söyleşimize konuk olduğunuz ve bize bu eseri kazandırdığınız için teşekkür ederim. Sizin eklemek istedikleriniz var mıdır?

Kitabın ardından Ayşe sokakta yaşayanlara sıcak çorba da dağıttı, kendisinin yaşadığı benzer sorunlarla karşı karşıya kalan kadınlara kol kanat da gerdi. Son olaraksa Hayata Sarıl Lokantası’nı açtı ve işi olmayan, zor durumda olan insanlara ekmek oldu. Ayşe’ye hem örnek hem umut olması nedeniyle yürekten teşekkür ederim. Siz de hayatın merkezinden geçen bu konuya, kitaba duyarlılık gösterip eğildiğiniz için çok sağ olun…”

Röportaj sonrası Ayşe Tükrükçü ile telefonda görüştüm. Enerjisine, azmine, yaşam sevincine hayran kaldım. Alper Uruş ile Ayşe Tükrükçü’nün hayatını konuştuk. Böyle doyurucu bir sohbeti Ayşe Hanım’ın sözleriyle tamamlamak istedim ve kendisine “Nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsunuz?” diye sordum.

“Ben çok zorluk çektim. Otuz sekiz gün sokakta yaşadım, duş alamadım. Aç kaldığım çok gün oldu. Hayata Sarıl Derneği ve Hayata Sarıl Lokantası bana güç verdi. Burada toplanan gelirlerle evsiz dostlar yemek yiyebiliyor, belli başlı ihtiyaçları karşılanabiliyor. Şimdi onlara bir çamaşırhane ve duş alabilmeleri için imkân sağlamaya çalışıyoruz. Zorluk çeken zorluk çekeni anlayabilir. Ben bunu bildiğimden uğraşıyorum. Kitabı okuyanlar bana “Ayşe abla, biz ne yaşamışız ki.” diyor. Bunu fark etmeleri çok güzel. Bizler hayatları çalınmış kadınlarız, bu yüzden hayatın ne demek olduğunu iyi biliyoruz. Ben öfkemi unutarak, zamanında bana kötülük yapan insanlara bile yemek verip yardım ediyorum. Başkasının ekmeğine göz dikmesin, başkasına zarar vermesin diye düşünüyorum. Hepimiz bunu yapmalıyız. Hepimiz yarın sokakta kalabilecekmiş, aç kalabilecekmiş gibi yaşamalıyız. Bizim derneğimizin kuruluş amacı buydu ve bu amaçla yolumuza devam ediyoruz. Bu sebeple kitabın ön sayfasında teşekkür ettiğimiz bir liste var. Buradan tekrar teşekkür etmiş olayım. Destekleri çok büyük. Amacımızı gören dostlar da destek olursa Hayata Sarıl Lokantamıza ve Hayata Sarıl Derneğimize bekleriz. Sizler de iyi ki varsınız. Teşekkür ediyorum.”

Visited 13 times, 1 visit(s) today
Close