Yazar: 19:30 Röportaj

Cem Kalender Söyleşisi

Söyleşimize Sevgili Cem Kalender ve eserleriyle ilgili bilgilerle başlayalım. 1976 Kahramanmaraş, Afşin’de doğumlu yazarımız, Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Fakültesi’ni bitirdikten sonra öğretmen olarak İstanbul’a atandı. Burada hem öğretmenlik yapıp hem de Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde okumaya başladı. Bir süre sonra üniversiteyi bırakıp yazmaya yoğunlaştı. İlk romanı Klan‘ı 2007’de yazdı ve roman dosya halindeyken Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Ödülü’nü aldı. Bir yıl sonra ikinci kitabı Zamanın Unutkan Koynunda çıktı ve Ömer Türkeş’in 2010’da hazırladığı “Ölmeden Önce Okunacak 140 Kitap” listesinde yer aldı. 2013’te üçüncü kitabı Kayıp Gergedanlar okuyucudan ve edebiyat çevrelerinden iyi eleştiriler aldı. 2015’te Gezi Direnişini merkeze aldığı Kasımpaşalı Oedipus‘u yazdı. 2020’de ötekileştirilenlerin hayatını anlattığı Mazarin Mavisi Doğan Kitap’tan çıktı. Son olarak 2022’de toplumsal ve bireysel çürümüşlüğün konu edildiği “Çürüme” romanını yazdı. İlk sorumuz da buradan hareketle olsun.

Neden yazıyorsunuz?

“Topluma, tarihe ve kültüre bir borcum var ve bu bilinçle yazmak zorundayım.”

Palu ailesi olayını roman konusu yapmanızın temel sebebi nedir? Romanı merkeze aldığımızda “çürüme” kavramından ne anlamalıyız?

Palu ailesi hikâyesi çok sarsıcı bir olay, insanı ürperten korkunç bir hikâye bu; bir insanın, ya da bir grubun, bir zümrenin, bir topluluğun kötülükte ne kadar ileri gidebileceğini gösteren bir barbarlık hikâyesi. Ama son tahlilde insana ait bir hikâye. Bu hikâyeleri birilerinin edebi nitelikte kayıt altına alması gerekiyor diye düşündüm.

Bu romana konu olan, gerçek hayatta yaşanmış olayla ilgili araştırma yaptığınızı biliyoruz. Bunun dışında merak edip başka yaşanmış olayları araştırdınız mı? Araştırdıysanız yeni kurgular geliyor diyebilir miyiz?

Gerçek hikâyelerden yola çıkarak roman yazmak doğrudan kurmaca yapmaktan daha zor, daha zahmetli ama ben bu yöntemi seviyorum. Kendimi ve yazdığım kitapları daha sahici ve işe yarar buluyorum. İkna olduğum bir olay bir tema olursa yine böyle bir roman yazabilirim.

Romanda, hem toplumsal hem de bireysel çürümeden söz ediyorsunuz. Herkes bir anlamda kurban ama çocuklar dışında herkes o çürümeye gönüllü olarak gidiyorlar. Toplumsal olarak bu çürümeyi durdurma imkânı var mı?

Öncelikle toplum bunun farkında olmalı, çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı kabul etmeli ama toplum kendi doğruluğundan çok emin, bunun için bir tedavi yöntemi uygulama şansı olmuyor. Toplum kendi sınıfına düşman, “Parazit” filminde olduğu gibi birbirlerine karşı acımasız bir savaş veriyor. “Niteliksiz Adam”ın giriş cümlesiyle soruyu cevaplayabiliriz: “Ki ilginç ama, buradan bir sonuç çıkmayacak.

Diğer romanlarınızın konularının seçiminde benzer araştırmalar yaptığınız oldu mu? Olduysa yazar olarak kendinizi nereye konumlandırıyorsunuz?

Klan ve Zamanın Unutkan Koynunda tamamen kurmaca ama Kayıp Gergedanlar’la birlikte gerçek olayları hikâyeleştirmeye başladım. Kasımpaşalı OedipusMazarin Mevisi ve Çürüme gerçek olaylardan yola çıkılarak yazılmış romanlar.

Üç kuşak aynı yerde yaşayanlar yerleşiktir, ancak onların bir kütüphanesi, bir kültürü olur” ve “Dinin doğru tarafını anlatmak, insanların yerleşik inançlarını değiştirmeye çalışmak imkânsız gibiydi.” Kitapta geçen bu cümlelere göre yerleşik bir kültürü olmayan toplumlarda dinin doğru tarafından uzaklaşmalar çürümeyi hızlandırıyor mu?

Dinin doğru tarafı neler, bunları tam olarak ne toplumlar biliyor ne de dinleri ortaya çıkaranlar. Ama dinde esas sorun şu: dinin toplumda ve bireyde talep ettikleri. Birçok din ve inanış bu meseleyi halledememiş ve taleplerin çizgileri hep belirsiz, flu.  İslam da öyle, taleplerin nereden başlayıp nereden bittiği belli değil. Bu da dinin doğru yorumlanmasını imkânsız kılıyor. Bir de toplum hâlâ hamsa, tam olgunlaşmamışsa din o toplumu kolaylıkla manipüle edebiliyor.

Romanda sözcük zenginliği, sözcük çeşitliliği dikkat çekiyor, özellikle eski sözcükleri kullandığınız gözleniyor. Bunu nasıl yorumlamalıyız?

Türkçe zengin bir dil, bir yazarın temel görevi bu dilin zenginliklerini okuyucuya sunmak, ben de bunu yapmaya çalıştım kitapta.  Sözcüklerin yerli yerine ve tam zamanında kullanılması yazarın sesini okuyucuya kısar. Amaç da bu olmalı zaten, okuyucu yazarın değil dilin sesini duymalı.

Konuya dikkat çekmek, farkındalık yaratma noktasında eksik kalan yer var mıydı? Varsa bir sinema filmi bu misyonu yerine getirebilir mi?

Hikâyenin edebiyat kısmını elimden geldiğince yazmaya çalıştım. Sinema tarafını görüp değerlendirenler olacaktır mutlaka.  Bunlar yapımcıların, yönetmenlerin, senaristlerin işi ama benim kitabımdan faydalanmak isteyenler olursa bundan mutlu olurum.

TV’lerde bu ve benzer konuların işlenmesi olumlu mu? İşlenmeseydi böyle bir konuyla ilgilenir miydiniz?

Tv’lerde işlenmese büyük ihtimal haberimiz olmazdı.  Bu tür hadiselerin tv’lerde işlenmesini faydalı buluyorum. Böyle kriminal vakalar satır aralarında kalmamalı, toplum bunlarla yüzleşmeli.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

“İnsan tecrübe kazanır ama bilindiği manada ibret almaz. Kendi pragmatizminde yontar yaşananları. Bu da kötülüğü sıradan hale getirir.”

Zaman ayırdığınız ve sorularımıza verdiğiniz içten cevaplar için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

Editör: Melike Kara

Visited 30 times, 1 visit(s) today
Close