Yazar: 19:25 Deneme

Bilmek: Yegâne Çıkmazımız

İçselleştirilmemiş bilgilerle donattığımız benliklerimizin şişmesiyle oluşan kibrimiz, gözlerimizi perdelememeli. Hangi bilgi türünün daha yaşamsal olduğu belli midir? An gelir, hiç beklemediğimiz bir anda hiç hayal etmediğimiz bir şekilde ‘bir cahile ve onun cahilliğine’ muhtaç kalırız. Israrla vurgulamak istiyorum ki, akademik bilgi fazlaca ciddiye alınmayı hak eden bir üst-değer değildir. Hangi alandan olursa olsun, bilgiyi yaşantılayabiliyor oluşumuzsa hayatımızı sihirli bir hale getirmektir denebilir. Bilgelik değil, bilgiyle sınırlanmış medeniyetimizin, türümüze olan en kaydadeğer ve bedeli en şiddetli etkisi, bence de nevroz1 olmuştur. Tabii ki kriz fırsata çevrilmeyi bekler, tabii ki aydınlanma öncesi toplumun da kendine göre müthiş problemleri vardı; fakat zaten mesele de bu taraf olma psikolojisinden kurtulabilmemiz ya da kurtulamamamız değil midir?

Kendimizi önemli hissetme enstrümanına kolaylıkla dönüşebilen bilgi; en nihayetinde bir iktidar aracıdır, puttur ve otoriterlik aparatıdır. Varoluşsal boşluğumuzu kapatmanın bütün yolunu entelektten geçirmenin nihayetinde, elimizde kalacak şey, öyle veya böyle, hüsran olacaktır. Hayat kitaplara, formüllere sığmıyor. Düşünmenin geleceği en üst nokta; düşünmenin pek de bir işe yaramadığın düşünebilmektir desek abartmış olmayız.

Enformasyon gerekli değildir, demek hiç kuşkusuz ahmaklık olur fakat yeterli midir, en azından buradan bakınca hiç de öyle gözükmüyor. Kortekse depolanmaktan öteye gidemeyen bilgiler kadar sağ beyne – belki de daha fazla- ihtiyacımız var. Bütünlük ve an her şeydir. Bütünleşmenin kanımca en önemli ayağına işaret eden Konfüçyüs’e kulak verelim: “Bilmek, uygulamaktır.”

Peki nedir daha ideal olan yol? Benim bu soruya verdiğim cevap sezgilerimize, arzularımıza, duygularımıza ve bedenimize yapıp ettiklerimize çok daha fazla önem vermek olacaktır. Bilgiyle beraber hikmeti, bilgeliği takip etmek ve onu onurlandırmak fakat üst sistemlerin dayatmalarından sıyrılmak; biliyorum ki hiç kolay değil. İdeolojilerin, geleneklerin tutsağıyken insan hep gözden kaçmakta. Bu açmazlar bana kalırsa ancak hisle, sezgiyle, eş duyumla aşılabilecek şeyler. Bilgilerimizi sanattan yardım alarak özümsememiz ümidiyle…

Cümlelerimi, bilgi mi bilgelik mi içerdiği sorusunun cevabını size bırakarak bana ait bir pasajla bitirmek istiyorum.

“Özgünlük hürlüğü, hürlük özgünlüğü kuvvetlendirir. İçten olabilme ve içten kalabilmeyi mümkün kılmak içinse, kendimize yönelik basiretli bir anlayış geliştirmemiz elzemdir. Şüphesiz ki; hepsi cesaret, cesaret etmek de kendine hürmet etmeyi gerektirir. Böylelikle ‘Yurtta sulh hem de cihanda sulh’ erdemi, kazanım halini alıverir. Bu fıtri gerçeklerden ne kadar az şüphe ediyor, bunları yaşantılarımıza dökmeye ne kadar gayret ediyorsak onları içselleştirmeye de kanaatimce o kadar yakın oluruz. İzninizle cesaret ve korku zemininden devam etmek istiyorum. Korkutanın korktuğunu, küçümseyenin aynı zamanda kendini küçümser olduğunu biliyor muyuz? Başımıza bu türden tatsız deneyimler geldiğinde, kendimize nezaketi çok görmemizin arka planında pek çok geçmiş yaşantı var. Onların da bizlere anlatmak istediği bazı gerçekler… Otantik ve spontane olmayı özleyen içinizdeki o çocuk size bir şeyler söylemeye çalışıyor her seferinde, bu çok açık. Cesaret de tam burada devreye giriyor. Kendimizi ortaya koyup da açmadıkça biz, arzularımızın da bilincinde olmayacağız. Taze deneyimlere cüret etmeye ihtiyacımız var aksi halde o çocuk hep hasta kalacak ve hayat çöpe gitmiş olacak. Bilgeliğe çıkılan yoldaki ilk durak olan yalnızlığın, korkup kaçılacak bir şey olmadığını anlayamazsak, anlamazsak, anlamak istemezsek hep başkalarına ve hayata defans koymaya devam edeceğiz. Hayat onu aştığımız kadar hayat.”

1 “Uygarlığın bedeli nevrozdur.” – S. Freud

Editör: Çisem Arslan

Hakan Uslu
Latest posts by Hakan Uslu (see all)
Visited 37 times, 1 visit(s) today
Close