Yazar: 19:00 Röportaj

Bilge Aygün İle Söyleşi

Bilge Aygün’ün ilk romanı Hiç Tanımadığım Biri 2021 yılında Epsilon yayınlarından çıktı. Roman, 2022 Vedat Türkali Roman Yarışması finalistleri arasına girince dikkatimi çekti. Kitabı okuduktan sonra Aygün’ü hem daha yakından tanımak hem de kitabı hakkında konuşalım istedim. Buyurun sohbetimize.

Bilge Hanım, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji bölümünü bitirdiniz. Blog sayfanızdan sizi tanımak mümkün ama bir de Mahal Edebiyat okurları için bize kendinizi tanıtır mısınız?

Tabi. Annem ve babam öğretmen. Annem sınıf öğretmeni babamın branşı edebiyat. Babam aynı zamanda bir yazardı. Pek çok kitap yazdı bazıları yayımlandı bazıları ise dosya olarak bize miras kaldı.

Ben doksan sekiz yılında üniversite mezuniyetimin ardından psikolog olarak çalışma hayatıma bir okulda başladım. Şu an kendi ofisimde çocuk-ergen ve yetişkinlerle terapi çalışmalarım devam etmekte. Mesleğimdeki yirmi beş yılı geride bıraktım. Yoğun bir çalışma hayatım oldu. Mesleğim sürekli olarak kendini geliştirmeyi gerektiren bunu zorunlu tutan bir meslek bu nedenle yıllar çalışarak ve öğrenerek geçti diyebilirim. Bir insanı anlamak kolay değil. Çocuk veya yetişkin hiç fark etmez eğer bir insanın ruhsal dünyasına giriyorsanız, bu girişi bir yolculuk olarak da tanımlarsak, bu yolculuk için gerekli tedbirleri almanız şart. Karşılaşacağınız şeylere karşı hazır ve dayanıklı olmak için bu şart. Bu nedenle yıllar koşuşturarak ve merak edip öğrenerek geçti. Taa ki bir gün kendim için bir şey yapmaya karar verene kadar. O gün bir yazarlık okulunun kapısından içeri girdim. Ve kayıt için görüşme yaptığım sevgili Nur Hanım’a, kendim için yazmak istiyorum. Dedim. Bu sözleri ettiğimde yaşım kırktı. Bundan 6 sene önceydi. İşte o günden beri öğrenmek ve öğretmeyi biraz rafa kaldırdım ve daha çok ifade etmenin peşine düştüm. Kısaca duygu dünyası oldukça dolu biriyim ve ifade etmek istiyorum. Aynı zamanda evliyim ve anneyim, oğlum bu sene liseyi bitirdi.  Şu sıralar üniversite heyecanı sardı hepimizi.

Herkesin dilinde olan psikolojiyi çok derin, çok yönlü, değişken bir bilim dalı olarak görüyorum ben. Değişkenliği yaşa, sosyal yaşama, kültür düzeyine göre değişebilir anlamında söylüyorum. Siz çok yönlü bir çalışmanın içindesiniz.  Çocuk terapisi, oyun terapisi, aile terapisi, yetişkin ve çocuklarda ruhsal durumları değerlendirmek üzerine eğitimler de aldınız. Bize bu aldığınız eğitimlerden ve toplumumuzdaki çocukların genel durumundan bahseder misiniz?  

Psikolog olmak demek bir insanın ruhsal dünyasına girmek demek. Kendi ruhsal dünyanızı da bu işlem için güçlü ve donanımlı tutmanız gerek. Haliyle eğitim almak bitmeyen bir süreç olarak eşlik eder psikologlara. Ben de yıllar içinde pek çok eğitim aldım. Ama yeterli mi değil asla. Sadece eğitim almak ile olmuyor çünkü. Her insan farklı her insana ulaşmak başka tek bir reçete yok hiçbir zaman. Bu nedenle düşünmek eğitimlerden daha fazla önemlidir. Psikolog düşünür. Her şeyi. Terapiye aldığı kişi ile kurduğu iletişimdeki her detay üzerine düşünür. Anlamaya çalışır. Tekrar edenleri bulur ve yorumunu yapar. Kolay değil. Ama gönüllü olan için çok büyük bir mutluluktur. Çünkü çocuk veya yetişkin hiç fark etmez herkesin anlaşılmaya dair ihtiyacı çok yüksek. Bu nedenle kendi isteğiyle terapi almak isteyen çocuklar da sayıca fazla. Artık psikoloğa gitmek saklanılması gereken bir mesele olmaktan çıktı. Bu dönemde çocuk ve ergenlerin bu konudaki kararlılıklarını gördükçe mutlu oluyorum.

Bir ailenin çocukları için sizden destek almasını gerektirecek en belirgin durum ya da durumlar nedir?

Pek çok durum olabilir. Çocuk için dört ana başlıkta düşünebiliriz. Davranış, sosyalleşme-iletişim, duygular (yoğun öfke, kaygı vb), akademik (sınıf ortalamasında olmalı) olarak düşünebiliriz. İletişimde yaşanan zorluklar ilk sırada yer alır genelde, sözümüzü dinlemiyor diyerek gelenlerin başvurusu daha fazladır. Bununla beraber okulun dikkatini çeken meseleler önemli, okul eğer diyorsa dikkatimizi çeken ve yaşıtlarından farklılaşan bazı gözlemlerimiz var mutlaka dikkate alınmalıdır. Bunun dışında somatik belirtiler önemlidir. Tikler, beden ağıları, saç dökülmeleri gibi meseleler önemlidir. Uyku beslenme sorunları önemlidir.

Romanınıza gelmek istiyorum. Hiç Tanımadığım Biri Vedat Türkali Roman Yarışması’nda ilk ona giren eserlerden. İlk roman için bence önemli bir başarı. Kitabınız yayınlanalı iki seneye yaklaştı. Yazarın eserine biraz uzaklaşması için makul bir süre. Siz kitabınıza eleştirel gözle yaklaşabiliyor musunuz? Fazlası ya da eksiği var mı sizce?

Öncelikle teşekkür ederim. Sorunuza gelince şu an düşündüğümde fark ediyorum ki, şu noktada böyle bir yargı içinde olmayı hiç istemezdim. Fazla ya da eksik hissi ile bir dosyamı yayınevine teslim etmemek adına çok titizlendiğimi söylemek isterim. İlk romanım için de bu şekilde oldu. Defalarca düşündüm defalarca tekrar tekrar okudum ve içime sindiğini hissettiğim noktada yayınevine gönderdim. Aradan geçen süre içinde de uzaklaştığım noktada da içerik içime siniyor, hiçbir keşkem yok. Vedat Türkali’de ilk on kitap içinde yer alınca da bu noktada hislerimin doğru olduğuna kanaat getirdim.

Ama kitabımın yayınlandığı tarihi elimden gelse değiştirmek isterdim. Pandemi kapanmalarında kitapçılarda yerini aldı ve aklımda hep bir soru olarak kaldı, acaba şartlar farklı olsaydı daha çok kişiye ulaşır mıydı nasıl olurdu?

Aldığınız eğitimin ve devamında gelen eğitimlerinizin yazarlık alanında size kılavuzluk edeceği muhakkak. Bu minvalde bir eser, Hiç Tanımadığım Biri ve oldukça ilgi çekici. Travmatik kahramanınız Oya’yı tren yolculuğu süresince tanıyoruz. Trenden indikten sonra tam olarak kim olduğuna dair fikrimiz oluşuyor. Mesleğiniz gereği sanrıları olan çok kişiyle karşılaşıyorsunuz elbette. Ben Gülseren Budayıcıoğlu’nu da örnek göstererek, bu anlamda hasta ya da danışan ile doktor arasında kalması gerekenler dışında vakaları edebi metin haline dönüştürmeli midir psikologlar? Etik olarak doğrusu nedir sizce?

Terapist ile hasta arasındaki her şey gizlidir, bazı şeyler önemli bazı şeyleri herkes bilebilir gibi bir ayrım yoktur. Bu nedenle bu sorunun çok basit bir cevabı var aslında, eğer hasta izin veriyorsa neden olmasın elbette edebi bir metin haline dönüştürülebilir ve dönüşmeli de. Ne kadar çok insana ilham olur. Üstelik eğer bir başarı öyküsü ise, karakterin değişimini görebildiğimiz bir öykü ise yüzlerce binlerce insan için umut olabilir. Ben de gerçek yaşam öykülerini okumayı da izlemeyi de severim. Vamık Volkan’nın kitapları bu anlamda iyi örneklerdendir.

Etik sınır çok net, buna uyum sağlandığı sürece sakınca yok. Sorun izin almadan kırılgan insanların mahremlerini ortaya döktüğünüzde yaşanır. İyileştirmeye çalışan bir uzman böyle bir etik ihlal ile yıkım yaratır. Buna hakkı olamaz. Bu yasaklanmış bir durum zaten.

Romanı dil ve teknik olarak son derece başarılı bulduğumu, Ayla Kutlu’nun Cadı Ağacı romanındaki tekniğe yaklaştığınızı söylemek isterim.  Kişilerin ve olayların sahnelenişi belli bir düzlem içinde değil geriye dönüşler ve o an şeklinde ilerliyor. Bu hem okuru tetikte tutuyor hem kurguyu.  Sorum bu teknik için. Kahramanlarınız başına buyruk olup sizi onlar mı bu tekniğe götürdü yoksa okuduğunuz kitapların birikimi mi?  Bu anlamda bir atölyeye katıldınız mı?

Bu teknik sizi zorladı mı?

Bu soru için çok teşekkür ederim. Kesinlikle kahramanlarım başına buyruktu ve onlar beni bu tekniğe götürdü.

Yazarlık atölyesine gittim evet, orada teknikleri hem denedik hem de öğrendik ancak romanımı yazmaya başladığımda üç aşağı beş yukarı bildiğim tek şey kurguydu. Hikâyemin nasıl başlayacağını ve nasıl biteceğini biliyordum ama bunu hangi yolla anlatacağımı hiç bilmiyordum kelimeler tamamen aktı gitti, çok hızlı bir şekilde yazdım. Her şey o kadar hızlı oldu ki Oya ve İlyas dışındaki karakterlerin ismine bile o anda karar verdim. Mevlüde ismine isim sözlüklerine bakarken karar verdim. Daha sonra ismin anlamına baktım ve hikâye içinde çok anlamlı bir yere yerleşmesine hayret ettim. İki ay içinde genel hatlarıyla bitirdim. Düzeltmeler içinde bir süre çalıştım ve yaklaşık dört ay içinde son haline gelmiş oldu.

Hiç tanımadığımız, romanda az geçen ama romanın asıl kahramanlarından biri İlyas… Kitabınız da İlyaslara hediye edilmiş. İlyasları hem dramatik buluyorum hem de ümit verici. Siz insanların ruhsal durumlarını inceleyen eğitimini almış bir aydın olarak İlyas ve onun gibi iyi yüreklilerin gittikçe azaldığına dair bir gözleminiz var mı? Ya da sorum şu olmalı: Türk toplumu İlyasları gün be gün kaybediyor diyebilir miyiz?

Sağlıklı bir ruhsal sistem ötekine ihtiyacımız olduğunun farkındadır. Bu ihtiyaç insanlık tarihi kadar eski. Daha güçlü olandan destek alarak var olabiliyoruz. İlyaslara çok ihtiyacımız var. İyi ki var onlar. Hiçbir çıkar olmaksızın birinin yanında yer alabilmek ne yüce bir duygu. Ben biliyorum ki insanın var oluşunda yardım etmek tamamlayıcı işlevi nedeniyle her zaman olacaktır. Hiç tanımadığı birine yardım eden kişi aynı zamanda kendine de yardım ediyordur. Bilinçdışı bir ihtiyaç. İlyas gibiler her zaman olacaktır. Bunu çok yakın bir zamanda yaşadığımız deprem felaketinde de yaşadık. Tek bir amaç için bir araya geldik. Yardıma koştuk.

İlyas gibi insanların da olduğunu düşünmek bu dünyayı daha dayanılır kılıyor.

Bence sorun yanı başımızdakileri, en yakınlarımızı ihmal ediyor olmak ile ilgili. Hiç tanımadığımız birine yarım etmek sanırım daha kolay. Ama en yakımızdaki birinin güçsüzlüklerini görmek kabul etmek o kadar kolay değil. Şöyle düşünelim, anne baba en güçlü algılanmak istenilen karakterler. Onların zaaflarını görmezden gelmeye daha eğilimliyiz, anne veya babanın zaafları öfke de yaratabilir, inkar da edilebilir. Çocuğunun zaafları kusurları ise görülmeyerek, benim çocuğum eksik olamaz duygusu ile önemsizleşebiliyor.

İlyasları kaybetmiyoruz ama yakın ilişkilerimizdeki kişileri her yönüyle kabul etmekten uzaklaşıyor olabiliriz. Yakın ilişkilerimizdeki kişilerin duygusal ihtiyaçlarını görmüyor olabiliriz. Bu durum toplumda benim hiç kimseye ihtiyacım yok, ben kendime yeterim patolojisini körüklüyor muhtemelen. Narsist yapıların arttığı çok konuşulan bir gözlem. 

Kitabınızın başlarında çok dikkat çekici bir ironi var. Trene ters binen kahramanınız, “Mecburen geriye giderek hedefime ilerleyeceğim ve çok yüksek oranda geleceği değil geçmişi düşüneceğim.”[1] Diyor. Cümle ironi gibi dursa da romanın ilerleyen sayfalarında kısmen gerçek oluyor. “Bu dünyada hiç kimse beni anlayamaz. Hiç kimse yarım kalan hayallerin acısını çekmiyor çünkü.”[2] Hayatı yavaş yavaş ellerinden kayan kahramanınızı çok iyi özetleyen cümleler bunlar. Aslında hem hayatı ellerinden kayıyor hem de bilge biri kahramanınız Oya. Sanırım anlatılması en zor türden ve gerçek hayatta ikna edilmesi en zor kişilerden olsa gerek. Siz kahramanınızda en çok neyi göstermeyi hedeflediniz?  Bilgeliği mi sizi etkileyen, geriye dönüşleri mi?

Geriye dönüşleri önemli, geçmişin şimdiyi etkilediğine inanırım ve bu bakış açısını merkeze alan bir terapi tekniğini kullanıyorum. Oya, dışardan başka içerden başka biri. Hepimiz gibi. Dertli hem de çok dertli ama baş etmek için yaşamı oyuna çevirmeyi de başarmış. Kendince çizgiyi aşmadan yollar bulmuş, yaşamla kendi arasında bir bağ kurmaya çalışıyor. Kendini tanımaya çalışıyor. Dünya ile çarpışa çarpışa tanıyabiliyor. Oya’da bence en çok etkileyici kısım herkesi anlayabilme kapasitesi affedebilmesi. Eksik kısım ise sesini çıkartamaması, kimselere derdini anlatamaması. Geçmiş ile şimdiyi birlikte ele aldığında da (bunu Mevlüde’nin yardımı ile yapabiliyor) değişim için kendinde güç bulabileceğini hissediyor. Sanırım tüm bunları göstermek istedim. Planlı yazmadım ama ortaya çıkan buydu.

Kahramanınıza söylettiğiniz şu cümle üzerinden psikolog olarak cevap vermenizi rica ediyorum: Sayfa70’ te “Soruyorum o halde; Benim neyim var? Hangisi doğru, yaşadıklarım mı hissettiklerim mi?”  diyor. Hissettiklerimiz ne zaman doğrudur? Yaşadığımız her şey neden doğru değil?  Bu sorunun çok uzun cevaplanması gerekir diyorsanız kaldırabiliriz.

Psikolog olarak cevabım sanırım şöyle olurdu? Bunu birlikte anlayabiliriz. Doğru veya yanlış yargısını bir psikolog söylemek istemez. İlerleyen seanslarda ise artık şu anlaşılmış olur zaten. Tüm yaşadıklarımızı biz seçiyoruz. Yaşamında şikayetçi olduğu seçimlerin sorumluluğunu alabilecek kadar güçlenen bir ruhsal sistem, değişim için gerekli adımları atmaya başlar.

Ayrıca şunları da eklemeden geçemeyeceğim. Hissettiklerimiz nasıl yanlış olabilir ki? Hisleri görmezden gelmekten ötürü her şey.  

Hep söylediğim şeyi tekrar etmek yerinde olur sanırım. Zorlayıcı duygularınızla kapsamayı bilen ortamlarda yüzleşin. Vahşi analizden uzak durun.

Yeni çalışmalarınız var mı? Bahsetmek ister misiniz?

Evet var. Hem de iki tane. İkinci romanım Payne Ruhu ve üçüncü romanım Uzaylı. Payne Ruhu bitti. İkinci romanım günümüzü anlatan bir roman. Şiddet günümüzde nasıl devam ediyor, nasıl da devam ediyor her yerde, buna yoğunlaşan bir kurgusu var. Metaforlar var. Bununla beraber mitoloji (Türk mitolojisi) ile  bilimin, görünen ile görünmeyenin iç içe olduğu bir hikâyesi var. Kişisel ihtiyaçların ötekine nasıl zarar verebildiğini göstermeye çalışıyorum diyebilirim. ‘Payne’ az ölüm ve az hastalık demek, toplumun paynesini güçlendirmeye çalışan bir bilim ekibi var. Payne laboratuvarında çalışan bilim insanlarının hikâyesi üzerinden tüm bunları anlatıyorum.

Uzaylı ise henüz içime sinecek noktaya gelmedi üzerine çalışmaya devam ediyorum. Bu romanımı otobiyografik bir anlatı şeklinde ifade edebilirim. Dünya ile aramdaki bağlara odaklanan bir içerikte ilerleyen bir anlatı. Baba kız hikâyesi bir yönüyle.

Bu çalışmalarınız da yine ruhsal derinlikli eserler mi olacak?  Okurunuz olarak öyle olmasını tercih ederdim.

Öteki türlüsünü yapamayacağım sanırım. Ruhsal derinlik ve içerik her zaman olacak gibi. Her iki kitabımda da yoğun miktarda psikolojik içerik var.

Cevaplarınız için çok teşekkür ederim.

Ben de size çok teşekkür ediyorum. Bana kendimi ifade etme fırsatı sunduğunuz için.

Son olarak okurlarla buluşmam için gerekli koşulların oluşması umudumu ifade etmek isterim.

Umarım… Yüz yüze etkinliklerde bir gün yolumuz kesişir umarım.


[1] Bilge Aygün, Hiç Tanımadığım Biri, Epsilon, İstanbul, 2021, s. 11. 

[2] Bilge Aygün, a. g. e., s.48. 

Hazırlayan: Nilgün Çelik

Editör: Melike Kara

Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close