Düşümde gezegenin ilk canlılarından biri olduğumu gördüm. Uçmaya çalıştım. Yerden yükselmediğimi, kanatlarımın gerçekte dallarım olduğunu anlayınca yıkıldım. Bir çiçektim. Var mıydı ki böylesi? Yenecek, koklanacak, bu karanlık ve korkunç ortamda, gezegenin ve canlıların gelişimine katkı sunulacak bu yerde kendimi hareketliliğin dışında bulacaktım. Vakit geçti. İnsan oldum. Siyahlar kuşanmıştım. Yürüdüm. Çok geçmeden bir yılana yem oldum.
Sürüp gittiğimiz yaşam, içinde varlığımızı sürdürmek için çaba gösterdiğimiz bu kent, bu yurt, düşümde gördüğüm ve kaostan başka bir şey olmayan günlerin, apayrı asırların bir arada yaşandığı düşümün bir benzeri, biçimi değişmiş bir diğer görüntüsü değil mi? Niçin yaşıyoruz? Kul olmak zorunluluğu bedenlerimizden, bazı vakitler gevşemiş olan tasmamız boyunlarımızdan eksik edilmiyor. Nereye varmaya çalışıyoruz? Yaşamak için, yalnızca yaşayabilmek için tüm bunlara katlanmak insan onuruna yaraşır mı?
Bugün bir başka düş görmeyeceğimin, tutup da beni bir daha akıldan çıkmayacak türden bir düşüncenin kollarına atacak korkunç bir düş görmeyeceğimin bir garantisi yok. Bu yüzden korktuğumu bile söyleyebilirim. Bu, kimilerince abartı olarak görülebilir. Süreğen, insanı her an her saniye etkisi altında bırakan bir korku değil kuşkusuz. Ancak buna karşılık, insan aklının en dip noktalarına, sırf daha kuvvetli bir biçimde filizlenebilmek ve yükseklerde boy gösterebilmek için sinmiş korkulardan biri olduğunu da belirtmek gerekir.
- Bir Olay ve Dört Ağız - 27 Temmuz 2022
- İki Yolcu ve Bir Köylü - 20 Mayıs 2022
- Gün Işığı - 27 Nisan 2022